Bozüyük’teki Argeno Bar’a girmeme sebep ne soğuk bir bira, ne de iki duble rakı değil, açık kapısından gördüğüm tavanda asılı eski bir araba tekeriydi. Avrupa’da görev yaptığım sıralarda, aynı at arabası tekerleri çeşitli yerlerin dekorunu tamamlıyordu.
Bir masaya oturduğumda, araba tekerinin nostalji simgesi olarak tek olmadığını gördüm. Kömür ütüsü, gazocağı, gemici feneri, petrol lambası, Orion marka lambalı radyo, sepet, laba, boyunduruk, yayık, matara, dolma av tüfeği, av hayvanı post ve boynuzları, hamut, semer, semer testeresi, kirman, yün çorap, bakır kaplar ve duvarlarda hasırlar...
Tümü kırk beş metrekare olan bu küçük bara bu kadar çok şeyin nasıl sığabildiğini, hem de herşeyin nasıl sığabildiğini, herşeyin hiçbir rahatsızlık vermeden yerli yerine konabildiğini görmeden anlamak olası değil...
Bir ara bu kadar eski eşyanın ortasında kendinizi buluvermek sizi müzayede salonuna girip girmediğiniz konusunda şüpheye düşürebilir ama, kibar garson isteğinizi sorduğunda, müzayede salonununda olmadığınızı anlar, rahatlarsınız...
özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın
düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları
denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak
o su kıyısı uzakta. Dağıldım
yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta