Bozkırın aç gözlü insanları diyordu Yunus, gece başka gündüz başka. Bir tarafı düşünceli, yardımsever; diğer tarafı para göz, acımasız bir toplum. Hava açıkken herkes işinde, pus inince kimin eli kimin cebinde...
Bu durumu fakirliğe de bağlamıştı Yunus. Kıyamamıştı insanlarına. Belki de haklıydı, o zamanın koşullarını bilmek zor. Ama şu anki koşullara bakınca iyi niyet gözetemiyorum bu sefer o bozkırın insanları için. Gece para peşinde koşanlar, komşusunun hakkına girenler, çalanlar, çırpanlar artık gündüz kendilerini kamufle etme gereği bile duymuyorlar. Pus inmesini beklemiyor, göz göre göre çalıyor, hakka giriyorlar.
Yunus'un anlattıklarını ilk okuduğumda günümüze çok benzetmiştim. Bozkırın bu insanlarına duyduğum umut bir anlık yeniden yeşermişti. Ama düşündükçe devirlerin arasındaki bağ gitgide koptu. Çünkü anlatılana göre eski devirde açlık her eve hükmediyor, Moğollar, Haçlılar, eşkıyalar kol geziyor; ölüm akıllardan çıkmıyor; bu yüzden de maddeyi hiç bulamamış insanlar mânâyı düşünmeye vakit bulamıyormuş. Şimdi hiç öyle mi? Maddeyi bulan şükretmek yerine azıyor, fazlası için zulmediyor. Olan, olmayana vereceğine olmayandan dahasını almak için yarışıyor. Fakirin kelime anlamı daha az çalan olmuş da çalmak marifet hâle gelmiş durumda. Zengin varlığına güvenip Hakk'a karşı gelirken fakir ona az çaldırdığı için Hakk'a küskün. Mânâsızlıklar almış başını giderken mânâ peşinde olan kalmadı. Herkes çarkın bir parçası olmaya çalışıyor.
Halbuki öyle anlatmıyor Yunus. Maddesizlik mânâyı getirmiş o dönemde. Aslanlı Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Taptuk Emre, Mevlana Celaleddin Rumi, ahiler, abdallar, dervişler... Hepsi tam da ihtiyaç duyulan anda halkın arzıyla yükselmiş de yükselmiş. Halk kendini kurtarmak için doğru yöne yönelmiş, harika bir refleks göstermiş. Suya düşüp yılana sarılmamış, musibetleri gönderenin hürmetine suya da yılana da sevgi göstermiş. Hırs ile nefret ile kin ile yaşam olmayacağını anlayanlar gerçek mânâya yönelmiş. Karnı acıkan ruhunu doyurmuş da doymuş da doymuş.
Ah zavallı insancıklar! Karnı aç olup da hiç doyamayanlar. Simit yetmiyor, döner yetmiyor, kebap yetmiyor, bir öğünde koca bir hayvanı yiyor yine yetmiyor. Halbuki ruhunu biraz beslese, o kadar yiyecekle doymayan midesi bir zeytinle dolup taşacak. Bir bedenine on ev almış da yattığı bir odası kendine dar gelen, mutluluğu on birinci evde sanan gariban. Bilmiyor ki ruhunu sığdıracak iki metre kare yer ayarlasa orası ona ova gelecek. İşte bu yüzden umudum yok şimdiki bozkır insanlarından. Yanlışı yanlış yaptığını bilmeden yapıyor da şaştıkları yolda emin adımlarla ilerliyorlar.
Ne bir derviş var halk içinde Hakk için yürüyen,
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta