Biz eski masalların çocukları, şimdiki acıların, merhaba hayat derken bile, sıkılgan sakızlar yapışır sözcüklerin arasından düşlerimize...
Dokunmakla düşünmek arasındaki farkla düşlerimi gezdirirken, sadece şu cümleye takıldım.
Dokunsam sana geçmişe ve geleceğe ait tüm yaşam karelerim parmaklarımın uçlarından fırlar, beyin diplerimden yaşam olurdu...
Her karenin içine sığan yaşam, belki bir ömür çivilenirdi beynime. Ve uzardı bir ömrün yaşam karelerine...
Aslında her şey tek bir bakışın ardına gizlenirdi... Her yaşam karesinin başı ve sonu ardı tek bir bakışın içinde dalgalanırdı...
Bir gün gelir senden koparım, senden kaçarım, senden utanırım ama bu günden az, asla seni sevemem...
Acıların artar, yokluğun bel büker ama var olduğun günden daha az tutunamam sana...
Sevmekle pişman olmak bağdı bu, ama seni sevdim diye kendimden nefret edemem, şayet o günler tekrar yaşantımda olsaydı...
Seni az sevdim diyebilirim ama daha çok sevmem gerektiğinde de pişmanlık duymam...
Her şeyin bir merkezi vardı aslında aramızdaki yaşam karelerinde, bense hep sevme merkezinde kaldım seni daha çok sevebilmek için...
Ucuz bir başkaldırı olur sevgiye meydan okumak, sonu gelmez acılara adım atmaktır bir kapıdan...
Menzil dediğim hedefim, isminin ardına gizlenen uzak bakışlarımdı gözlerinle karşılaşıncaya kadar adın yazılıydı duvarlarda, seni uzaklara kadar arayan bendim o...
Nefesinin buğusuna ulaşmak için soluklarımı sıklaştıran, üşümüş ellerime ohlayarak ısınmak için nefes atan ben, bendim O...
Sahipsiz gölgelerin ardından sensin diye koşarken çarpıklaşan ayaklarıyla düşe kalka yol alan, bendim o...
Hesapsız saatlerde, gözyaşını uzaklara taşıyan, arkandan ağıtlar atarken, korkusuz gölgelerle çarpışan, bendim o...
Aşkın sahipsiz bekçiliğini yaparken, acıdan kıvrım kıvrım bükülen, bendim o...
Senin adını duvarlara yazarken, unutulmuş bir masal kahramanından da bahseden bendim o...
En sonunda seni en son seven de, ama bir türlü gözlerinin içine bakarak söyleyemeyen de bendim o...
Yalnızlaştırıldığımız ruhlarımız olur çoğu zaman, çoğu zaman da kalabalıklaştırıldığımız ruhlara sahip oluruz...
İkisinin arasındaki yaşamımız ise sadece bir kayıplık yaşamdır veya ötekileştiğimiz yaşam kareleridir...
Böyle oluyor işte sevmek, böyle oluyor işte severken acı geçitlerinden geçmek...
Biz özlediğimizi düşün hasretini bastırırken sol yanımızın üstüne, bizim hasretini çektiğimizse kendi halinde, unutma hissini düşünmeden bile unutulmuş hissini içine saklarken, acının derinini bilemezdi o an...
Oysa onu unutmak istemeyen bir yürek vardı geride, umudunu kaybetme korkusundan başka bir de özlem deşmişti ağrılı sol yanını...
Tek beklentisi vardı onun da, yarınlar, yarınlardaki özlem birleşmesi ki umudun üstüne örtülen mutluluk gölgeliğiydi bu, ona huzur verecek...
Her gün biraz daha, biraz daha her gün acı çekiyorum geçmişime pişman olmadan. Her gün yeniden doğmak istiyorum kuşgözü ağaç aralığından sızan ışıkla sessizliğe doğru, kopup giden yağmur bulutlarının serinliğinden karanlık kış ayazına doğru kopmak istiyorum.
Uğultulu rüzgâr eşliğinden kurtularak, kulaklarımı tıkayıp yaşamın güz sesine sarılmak istiyorum kış yalnızlığı ile...
Belki koyu bir hayatı zorluyorum senin gölgenin ardından karanlıkları yararak, sessizce, masumca, ürkekçe, suskunluğumu saklamışken içeme, yalvarmak istiyorum hayatın bana ait az da olsa güzellikleri ile dolu masum çocukluğumun ardındaki benliğime beni benden alması için...
Kırık dökük sevdaların parçalarıydı belki de bu günkü ruhsal bozukluklarıma sebep olan...
Çaresiz bir batıştı belki de hayatımın tökezlenerek yalpalaması, her şeyin bir sonu olduğu gibi bir de başı vardı, işte asıl bu kısmıydı yalpalamama sebep olan olayların çoğaldığı... Şimdilerde çaresizlik sarmışsa bedeni, arda kalan sebepleri unutmak belki de en çıkar yol, belki de vazgeçmeye dahil olmalı tüm dar zamanlarımdaki sebepler, belki de yalnızlığın bulantısı bu beden sarsılmaları. Ama hayat ben istemesem de istemediğim şeylerle hâlâ devam ediyor ve sadece boş verip bakınmak da ruhsal dengeyi sağlayamıyor...
Hayatın dar boşluklarından fırlayıp, gök deliğinden kovalamak istiyorum tüm kasvet düşlerimi. Kendi sesime uygun masalımı kendi ruhuma yazmak istiyorum...
Ve sollamak istiyorum tüm engelleri önüme atan kararsız aşkı...
Serseri ve kararsız geçerek yılları içine alan sen varlığının kararsız sevgisinden artık uzaklaşmaktı belki de verilen mücadele... Ve senin, sevgi dediğim senin ruh derinliğime inen sevgindi ki beni bu dar sürtünmelere atan ki benim boyun eğdiğim yaşam tarzım olan bu
nefesler...
Karanlıktı göz gözü görmezdi ben sana bakarken...
Ayrılığa dahil masalların şarkıları çalınırdı bir yerlerde,
aslında memleket havalarıydı beni sana daha çok özleten...
Oysa hasretini çekerdik memleket havalarıyla birbirimizin...
Oysa özgür bir aşktı bizdeki dağılmış ruhlarımızı saklayan...
Ben seni, bu gece daha çok sevdim demek için ölmemem lazım...
Zorluyorum artık hayatın sevgiye dahil masumluğunu...
Böyle oluyor işte sevmek, böyle oluyor işte severken acı geçitlerinden geçmek...
Hesapsız ve de beklentisiz atılmak belki de obruk çukurlarına, dar bir gece sonrası sabahın ilk ışıklarında kesilmek toprağa doğru dirençsizce... Zorlamasına geçen ne kadar duygu varsa ki sevmeye dair, hepsi susmanın içine dalan bir tutam sabır getirdi... Ardından gözyaşı getirdi, ardından tahammülü zor bir yaşam getirdi, ardına hasreti yapıştırdı, inanılmaz bir güç kaybı ile dayanıklılığı, hayata karşı direnmeyi getirdi...
Geçmişin rüzgârlarından kurtulamadan, gelecek rüzgârların harap edeceği topraklardaki savruluşlara bakıyoruz sanki.
Belkisiz acı fırtınalarından sonra ise esecek rüzgârın vadideki hasarıydı, belki de yaşamdan korktuğumuz...
Ne olursa olsundu artık geride kalanlar ki avuç avuç küllerimizdi savrulan rüzgârdaki esintilerin dağılmış hasretleriydi belki küllerimizin açığa çıkardığı...
Hayat savrulmaların ardında bir hoş var oluş vaat ediyordu belki de ki anlamamız iç huzurumuz olacaktı...
Çocuksu düşlerimin huzuru düşer yanaklarıma, kısık gülüşlerle, içime garipsenecek bir huzur düşer, ağlamak için sebep arar yüreğim yalnızlığın eteklerinde, bir garip ses çıkar yüreğimden acınmanın ardında kalarak, uykusuz bir gece başlar yatak çarşaflarına süzülerek ve ben herkesten önce kendime yalvarıp acırım...
İnsan kendi sesinden ürker mi, insan kendi sesiyle korkulu uykulara dalar mı, bir atmaca kanat sesi duyar mı ardından kovalanırcasına, titrek bir bıldırcının korkularını yaşar mı insan?
Kâbusa dönüşürse rüyalar uykuları tavana fırlatmaz mı ve gecenin geçinde bir hırıltılı nefesle insan sevgili sesi duyar mı kulak diplerinde, ardından hıçkırışlı bir sesle ağlama başlar mı, başlarsa eğer delirmeye uzanan bir uğultu doluşur mu beyin diplerine, bana yalnızlığın acısının tarifini soran oynak bir sese ne cevap verir insan ki sadece ben yaşıyorum bunları der belki de...
Biz kendi kaderimizle baş etmeye çalışırken belki de yaptığımız hatalarla günbegün yeni bir kaderin karelerine girip baş edilmez yaşamı daha da zorlaştırıyorduk... Artık savaşın bitmesi gerektiğini anladığımızda ise yaşanmış bir kader oluyordu tüm hayatımız... İşte pişmanlığın artık fayda vermediği bu yaşam bize daha da ağır geliyordu.
Artık bu şehrin caddeleri tam kararmış, sokak lambaları artık tek tek sönüyordu.
Yazılmış bir kaderin tek karesi değişmezdi aslında ve sen bu kaderle benden kopmak için yaratılmıştın acı olan da buydu baştan bilemediğimiz bu yaşamın son karesinde ise olabildiğimizce perişan olmuştuk aslında...
Senin ve benim yazgım bu bütünlükte ayrılıkla son bulacaktı ve biz buna sadece seyirci kalacaktık... Kaldık da, sen şehirleri yakıp gittin ben çukurlar açıp sakladım kendimi hayatın son karelerine...
İşte tükenmek belki de buydu sebebi sen ve ben olan bir yaşantının hüsranla bitmesiydi ömür sonuna sürecek bir sızlanmanın sebebi...
Ben seni unuttum mu veya sen unutuyor musun beni, artık anlamını yitirmiş sorular bunlar.
Birbirimiz için damarlarda akan kanlar tükendi ve baş dönmeleri sarıyor yaşamın son bakışlarına... Aslında birbirimiz için vaat edilmiş güzel bir hayat vardı, herkesten ne bir fazla ne de azı... Olmadı olamadı derken bile ayrılık sebebini bilmediğimiz gibi bunun da sebebi belli olamadı bunca yılın ardında bile ki hâlâ sorulara cevap arıyoruz...
Bir çarpışma benim hayatım. Birçok öykünün arasına sıkışmış kendi masalım...
Ve düşündüm, biz masalımızı yazamazsak yaşanmamış olacaktı hayatımız...
Evet o dediğim masalımsı aşk var ve ben de dibine kadar olmazı yaşadım bu hayatta...
Bu masalımsı yaşam olmasaydı ne ben, ne de sen yazabilirdik bu kalp vuruşlarını...
Ben seni o eski halinle sevdim, şimdilerde ise tiksiniyorum...
onun için aşkın sınırını ben koydum kendime... Tiksininceye kadar...
Bazen insan son gördüğü kareyi bir ömür saklar göz diplerinde...
Aslında değer miydi bu saklanışa, onu hiç düşünemeden gömer insan o son görüntü karesini aklın hızlı oyunlarına.
Çoğu zaman bu oyunlarla oynamak için tekrar açar göz kapaklarını sakınarak, oyun bozulacak korkusuyla, ama en son karedir haz verir yüreğe, gülümsetir dudakları, bazen gözler büyür aslında gözle beraber korkuları büyür, korkmaya da korkar aslında ve gömülür darlara, sağa sola bakar dost gözlerini arar ama yalnızlığı kırbaç olur sırtına...
Güven ve de özgüven duyguları çarpışmaya başlar gözlerin ürkekliği arasında...
Hayat çoğu zaman çok kısadan vurur insanı ki şaşkın bakışların dermansızlığı çıkar ortaya...
Çoğu zaman bir ses aranır, yalnız değilsin diyecek olanı, avuçlarından sıkıca tutacak olanı, bakışlarına kilitlenecek olan ve yalvartmayacak olanı...
Çoğu zaman yalnız nefes alınır, çoğu zaman da eşlik edecek yoldaş, candaş, fikirdaş, ve çilekeş bir dost aranır paylaşılabilmesi için acıların...
Ama bu arayışta çoğu zaman kişi sırtından yara alır, dönüp arkasına bakmak ister ki mecalsizdir, sahipsizdir, çaresizdir, karşılaşacağı son kareler...
Oysa bir yerlerde, oysa kuytularda, kısık seslerde bekleyen vardır onu beklentisizce...
Korkaktır aslında terslenmekten, korkaktır aslında yenilmekten, korkaktır aslında sahipsiz kalmaktan...
Güçlerimizi savaşmak için değil hasretimizi azaltmak için kullanmayı yeğledim...
Eğer bu kadar içten konuşa biliyorsak hasreti de biliriz demektir...
Benim sözüm sana zarar vermemeye dahildi ayrıca saymaya dahildi, yoksa kapıyı kapat dön sırtını ayaza ne iş ki olur bu...
Sana da yazık bana da yazık olur...
Devam edecek bir öyküdür aslında düşüncede kalan...
Sadece o ses tüm cesaretiyle derki yanında olmak isterdim, ama olmadı bari şimdi anlat ki yanında olduğumu hisset...
Ve haykırmak ister hadi anlat bana tüm darlıklarını ki senle beraber darda kalayım...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 12.4.2012 12:31:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

kalemin daim olsun mustafa abim
TÜM YORUMLAR (1)