Bosna Hersek 4
Bu günkü programımız şelale ve göl çevresinde gezintiydi şelale dünyanın sayılı şelalelerinden birisi imiş, otobüs ile aracın gidebildigi yere kadar gidip indik, derenin kenarına doğru ince bir yoldan inerken bir virajdan geldiğimiz yerin istikametine doğru yürümeye başladık, kontrol noktasını gurup olarak misafir olarak geldiğimiz için belediye başkanının oluru ile ücretsiz olarak şelaleye alanına girmiş olduk şelalenin sesini duyup ve birazda görüntüsünü görmeye başladık. Şelale belki 30 metre genişliğinde çarşaf gibi serilmiş akarıyla bir o kadarda yüksekten akan muhteşem bir görüntü veriyordu, ziyaretçiler için yapılan platformun üzerinde hepimiz bol bol resim çektirdik ne çabuk zaman geçti bilmiyorum ziyaret süresi bittiği için buradan ayrılmak zorunda kaldık. Bizden başka turist guruplarda olduğundan platformun üzerinde fazla kalamadık, buradan ayrılıp üst taraflardan şelaleyi izlemeye devam ettik. Şelalenin beslendiği akarsu düz bir şeklide şelalenin başına kadar süzülüp sularını bırakırken, su üzerinden aktığı zeminin şeklini alarak kimi yerde dışarı taşarak, kimi yerde içeri göçerek etrafa saçtığı damlaları rüzgarın da etkisiyle platform üzerine gelip ziyaretçilerin üzerine çisileyerek geliyordu. Üst taraflarda olduğumuz hâlde, yukarı doğru bizim üzerimize bile su damlacıkları üzerlerimize geliyordu,.Buradan da bol bol resim çektirdikten sonra araca binip değirmenlerin olduğu yerlere doğru hareket ettik. Değirmenler yolun karşısında görüş alanımızda derenin içinde küçük küçük sayvanlar gibi görünmüştü, geniş bir ıslak alanda kurulan bildiğimiz taş değirmenlerinin minyatürleri gibi kurulmuş Yirmi den fazla çift gözlü ve tek gözlü değirmen vardı, hatta ilk gördüğümde bunların ne olduğunu ne amaçla böyle kurulduğunu merak etmemiş değilim. Geniş bir yapay dere yatağına yayılan değirmenlerin, su kaynağının nereden geldiğini merak ettiğimde elli metre yukarıda önüne set çekilmiş akarsuyun sularının planlı programlı olarak değirmenlerin olduğu bölgeye yönünü çevirmişler. Her değirmen ihtiyacı Kadar suyu küçük küçük ahşaptan yapılan çörte dediğimiz V şeklinde yontulmuş kanalların üzerinden değirmen çarkına ulaşmak için bizim köylerin en az on on iki metre uzunluğundaki karanlık oluk dediğimiz olukların minyatürleri en fazla iki metre boyunda bir silindirin içinden geçen su değirmen çarkına çarpıp, çarkı döndürerek ucuna bağlı mil ile değirmen taşını döndürmesi ile un öğütülmüş oluyordu. Değirmenlerin içini çok merak ettiğimiz hâlde ortada bir görevli olup olmadığını bilmediğimiz için kimseye bir şey soramamış görememiştik. Değirmenler ve bulunduğu mevki çok güzel bir yer olarak hafızamızda kaldı anı olarak kaldı. Değirmenlerin alt tarafına doğru indiğimizde ırmağın üzerine doğru yapılmış köprü hem köprü vazifesi görüyor hem güzel bir gezi yolu fazifesi görüyordu köprünün başında yer alan büfeden dondurma ve meşrubat çeşitlerinden isteyenler alıp ya oturarak ya nehrin üzerinde şırıl şırıl akan suyun çoğu yosun tutmuş ağaç dipleri ve kayaların üzerinden akışını izlerken elimzde yavaş yavaş içip yiyordu, nehrin ve köprünün üzerinde ağaçların örttüğü gölgelik, buraya ayrı bir güzellik katıyodu, gurup başkanımız hemen altımızda yine nehrin önüne sey çekilerek oluşturan gölde yüzmek isteyen varsa yüzebilir diyerek hep beraber gölün yanına gittik. Gölde hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Göle girmek için hazırlıklı gelenler hemen soyunup göle girdiler, ben de girmek istiyorum fakat mayom olmadığı için kenarda beklerken bir arkadaşımın hava nasılsa sıcak pantolon ile gir dışarıda kurunursun dedi, ben bu öneriyi kabul edip pantolon ile göle girip kenarlarında biraz yüzdüm, Şehre geldiğimizde akşama kadar boş kalan zamanımızı arkadaşlarla anlaştığımız gibi kilise yi görmeye gittik kilisenin yolu üzerinde şehrin diğer kapısına varmadan hemen önündeki dar bir yoldan aşağı inerken solumuzda binalar arasında adeta gizlenmiş ecdadımızın eseri camimize rastladık içeri girmek için kapıya vardığımızda kapının açık olduğunu görünce içeriye girdik girişte alturka tuvalet abdest alma yeri bayanlar için üst kattaki bölüm bildiğimiz bizim camilerimizdi arkadaş ile ayrı bölümlerde namazımızı kılıp duamızı yaptıktan sonra aşağıdaki Kiliseye doğru yola çıktık, dar ve yuvarlak deniz taşlarından kaplı yollardan aşağı inerken kilisenin Çan ının çalındığı minareye benzer kare şeklindeki işaretinin üzerindeki haç şeklini daha belirgin görmüş olduk. yanına geldiğimizde ön tarafındaki biraz büyükçe kapısı kapalı olduğunu görünce kapalı zannedip geri dönmeye hazırlanırken kilisenin yan tarafındaki balkona girişi gibi yerde de açık bir kapı olduğunu fark ettik, içeri girelim mi girmeyelim mi derken sonunda içeri girmeye karar verdik, içeride kilise içindeki Hz İsa ve Meryem Ana resimleri ve çocukları vaftiz ettiği bölümleri gezerken bir köşeden rahibe mi yoksa temizlik görevlisi mi 4 kapalı bir bayan göründü, ona Türkçe olarak biz Müslümanız kiliseyi gezmeye geldik bir sakıncası var mı deyince bize Türkçe olarak hayır hepimizi Allah yarattı gezebilirsiniz dedi bizimle fotoğraf bile çektirdi. Kilisenin arka kısmında Hz İsa ve Meryem Ana posterleri ön tarafındaki kürsüde din görevlilerinin yeri salonun ortasına doğru yerleştirilmiş sıralar binanın yeniliğinden olacak her tarafı temiz sıralar cilalı insanoğlunun kendi eliyle yapmış olduğu bir mabed. Bu gün gününüz böyle geçtikten sonra kaldığımız eve gittik.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...