Akşamın çöktüğü bir noktadaki an zamanı…
Yok saydığım onca anıların ardından beynimde zonklayan bir ışık, bir gölge, bir sessizlik, bir unutulmazlık işareti, sevgili…
Eski mendillerin köşesindeki yavruağzı ve maviye boyanmış iplerle, köşesi işlenmiş bir mendil gibi, eline aldıkça, aklına düştükçe,
kokularla, salılımlar gibi yüreğe düştükçe aranan sevgili…
Vazgeçilmiş yaşam anlarının ona hediye edilmiş nefesler gibi, ılık bir sıcaklıkla avuçlara düşen sevgili…
Vazgeçerim dediğin ama hep yanında taşıdığın sevgi…
Sevmenin hesapsız düşleri düştükçe ıslak taşlara, ıslak duvarlara yapışan bakışlar gibi bulanık ve
dağılmış bir mürekkep noktaları gibi, çatlak köşeli boyalarla dağıldığım, sevgili…
Bunaldım…
Kendime ismini yasakladığım sevgili… Bunaldım…
Ufuk çizgilerine bakmaya, denizin dalga uçlarının köpüklerinde seni aramaktan, bunaldım…
Bu ne biçim kent İzmir, her yer sen dolu…
Başka kentlerde bedenin dolaşsa da, sanki gölgen, sanki ayak izlerin, bu kulvarlarda be sevgili…
Bunaldım…
En sonunda bezdim…
Seni taşımaktan, senli yaşamaktan bezdim ve yoruldum be sevgili.
Bir de tekrar tekrar bunaldım…
Ayrılığı sarıp, sarmalayıp, pullayarak önüme attılar sevgili…
Düğümleri, ne sen bağladın, ne de ben bağladım ama bağlandı işte sevgili bağlandı… Ve ben bu bağı taşımaktan yoruldum…
Bu bağla yaşamaktan yoruldum… Dermansızım… Dermansız ettin beni, can, canımsın derken bile…
Beyaz beyaz ev duvarları boyanmış bir belde var, bu kentte… Sığamıyorum… Sevgili sığamıyorum… Yaşayamıyorum oralarda da,
her yer senin izlerinle dolu, silemiyorum seni oralardan silemiyorum… Çok koyu yazılmışsın taşına toprağına, yüreğime…
Hiçbir nefesi seni düşünmeden ciğerlerimden boşaltamadım sevgili…
Ve hiçbir kentin içinden sensiz, yangınlardan çıkmadım… Sevgili…
Bu yanmalar hep içimde seninle yandı… Sevgili…
Hani beraber nefes alalım diye bir söz vardır ya, işte bir yarım nefeslerde hep eksik kaldı… Boşvermişliğin bütün acıları içimde kaldı…
Bunu bir bilsen…
Sabahlar hep uzadı durdu gecelerde… Sensiz…
İmkânsızlıklarımız ve de şartlarımız çaresizliğimdi…
Yılların ardına bıraktığım sen benim çaresizliğimdin…
Yaşanmışlığımın tek sevinci sendin… Vazgeçilmiş ne kadar yaşanmışlığım varsa ki, içinde kalan tek sen,
benim sevinç korkularımdın… İmkânsızlığım senin sevgindi…
Bir yaşadığım gün, bir yaşama kalan sevinçti senle sevgili…
Ben yalnız, ben öksüz, çaresiz kaldım sende…
Hiçbir gülüş, hiçbir aşk ki, hiçbir sevgi gölgen olamadı…
Geç kalmış zamanların sevgisi sen, nefeslerimin sebebi sen, adaletimin tek tutanağı sen… Ve kaybolan umutlarıma dönüşen sen…
Bir yalnızlığı geride bırakan sen, umutları umutsuzluğu ve de sen…
Kırılgan düşler, kırılgan sevinçler zamanların ardında kaldı şimdi, senli sevinçler…
Ne ilk ne de son düş var şimdi ortada… Birkaç kare ile sen içimde ve de yüreğimde kanayan…
Bir hâyâl, bir ses, bir düşe nasıl dönüşür zamanların gölgesinde?
Yalnızım…
Yalnızlığım sana ait can…
Yalnızlığım senle başladı sende kaldı ve senden sonra bana sıçradı can…
Unutulmuş bir ben şimdi ortada yalpalayarak dolaşan unutulmuş isteklerim başımda ve sen tekliğimin sebebi can…
Boş ver beni… Boş ver bana kendine iyi bak düşüncelerinde bırakmayı, bir yalnızlık çiti bu, elbet öğrenilecek, üzerinden atlamanın çaresi…
Bana unut cümlesini iletme… Bil ki kanayan yerlerim, dağılan ruhum, karanlıklarda düşlerim var…
Deme bana, hiçbir şey, cevap vereceğim çok şey var, yazmak istiyorum, yazamıyorum,
dağılmış bir yığın düşüncelerin arasında bitmeyen unutamamazlıklarım var…
Ve
sen, bana mıhlanmış çehrenle bakışlarımı puslandırıyorsun…
Deme bana bir şey, sana dair o kadar çok şey var ki, hepsi bende sahipli kaldı…
Oysa sevinçlerimizi paylaştığımız anlar, o kadar uzak ki, hasretin bir yol boyu uzuyor bende…
Ne gecesi, ne de ışıklı zamanları var… Hepsi puslu, paslı bir düş karesi bende…
Saatler gece yarılarına altı çeyrek saat kala, bütün yalan duygular basar içime…
Hangi hayatımı anlatayım sana… Sana ait yalanlarını mı, sevinçlerimi mi, sana ait isyanlarımı mı, anlatayım, sana…
En iyisi boş ver benim çocuk yanımı…
İstersen onu da sil baştan yap, yap ki şafaklar kalem uçlarımdan dökülen isyanlarımla beklensin…
Sana gözyaşı bildirmem, sana ortaklığımızdan da hesap soramam, hangi sisli hesabın sonucu belli değil ki?
Ama…
Sessizlik ve kimsesizlik...
Sanki yağmur bulutu...
Yağacak duracak gibi bir bekleyiş...
Ve uçuşan umutlar...
Ve tekrar yalnızlık...
Belki de kayboluş boşlukta...
Belki boşluğa gelen bir ıslık sesi...
Bir ürkeklik belki de bir kabadayılık ama hepsi hepsi sadece yalnızlık...
Ve giderler... Ve kalırlar...
Ve sadece birbirlerinin seslerini özlerler...
Önce ters bir dua çıkar dudaklardan sonra yalvarışlar başlar...
Sonra hasret başlar ki her kokuda her bakışta her kaldırım taşı çukurunda her çöp bidonuna toslayışta...
Ve
son nefeste biter bu bekleyiş...
Son bir nefes sesinde son bir arayışta...
Aşk dediler adına bense boşluğun sesindeki ihanet dedim... Boşluğun sesi var mı dedim...
Ve gecedir...
Karanlıklarda başlar korkular...
Karanlıklarda başlar iç sıkıntıları...
Karanlıklarda kalır gözler gölgeli camlarda gecedir adı yalnızların kulvarlarda dolaştığı zamanlardır ki tan vaktine kadar kalınır kulvarlarda...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 4.6.2010 11:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)