Kimsesizliğe bulaşmış koyu ve karanlık düşünceleri benliğine soktuğu ıssız bir geceydi…
Güvercin seslerinin kaybolduğu, kurbağa seslerinin hakim olmaya çalıştığı bir ıssızlık yaklaşımıydı…
Her şeyin ansızın bittiği, birçok şeyin başlaması an meselesi olan zamanlara, ilk adımlar atılıyordu…
Avuçlarını kokladı…
Kaybolmuş sevdalar sinmişti içlerine…
Derin derin nefes aldı… “Yanık kokuyor” dedi… “Yanık…” “Avuçlarım yanık kokuyor…” Yangın yerinden çıkmış gibiydi ruhu…
Ve bedenini de öyle sanıyordu…
Yıllar… Kaç yılı… Kaç yılı ardı ardına geçen boşa adanmış bir birliktelik sanki buhar olmuş ve uçmuştu, ardından ruhu boşalmış veya siyaha boyanmış bir bedendi geride kalan…
Bitmişti işte… “Yıllarca bana güven, güvenmede benle kal” diyen, “bir ömrüm seninle biter başlangıcını boş ver” dediği adam yok olmuştu bir anda… Bir gece tan şafağına uzanırken yok olmuştu… “Arkamda benden bir şey kalmayacak sende” diyerek…
“Kurumuş terlerimiz kalacak koltuk kılıflarında” diyerek ve de “benden sonra onlar da buharlaşacak” diyerek kapıyı dıştan sertçe çekerek gitmişti…
Ve
bütün kirazlar dalından düşmüştü…
Bütün sesler kaybolmuştu…
Sanki hep karanlık kalacaktı hayat…
Sanki karartıp bırakacaktı geri kalan bakışlarımı…
İhanetti bu…
Adı tarifsiz bir gidişti… Vermelerin bedelinin çok ağır olduğu bir bedeldi…
“Sen en değerlisin” deyip, değer yitirtendi bu… Git gide derin çukurlar açarak bahanelerinin ardına sığınandı…
Sadece düşündü…
Engelleri aşarak geçiştiren bir hayatın bekçisiyken kaybolunacak çukurlar açmıştı…
Sevmenin yüceliğinden bahsederken, karanlık düşüncelerin tarifçisi ve de sebebi olmuştu…
“Kaç zamanım seni dinlemekle, kaç zamanım sana boyun eğmekle geçti” dedi, “kaç yılım? ”
Unutulmaz bakışların bir ömürce yeteceğini söylerken şimdi bakışlarını karartan yine kendisiydi…
“Sevmeleri haram edeceksin bana” dedi… Korkusuzca, “haram yılları armağan edeceksin bana…”
Asi bakışları içine sindiremiyordu…
Kaybolmuş umutların peşi sıra dolaştığı bir karanlıktı geriye kalan…
Sadece sessiz karanlıklar ve sadece sessizlikte kaybolan umutları…
Hepsi dar bir geçitte, bir tünele sığmıştı geriye kalan yaşam öyküleri…
Kalabalık bir yaşam beraberliğinden teklikle yaşama atanmıştı sanki…
“Yanık kokuyor avuçlarım” dedi…
“Sadece boyun eğerim sana ama benliğimi alamayacaksın benden” dedi…
“Karanlığın en ıssız anında, uyuyamamışların bile duyamayacağı bir sesle…
“Benliğimi kurtaracağım senin sinsi bakışlarının karanlığından…”
“Vazgeçilmiş, uğruna vazgeçtiğim ne kadar umutlarım varsa ki senden koparacağım tekliğimde var kalarak…
Bir ömür senin tekliğinle var kalacak…
Özgür bir bedenle, özgür bir benlikle bir gün tek başına yaşamı öğrenmiş bir ruh olarak sensizde yaşamım ki, ezilmeden dik kalacak…
Bir bakışın artık, bir yaşam kareme saplanmayacak…
Değmeyenlere verilen değerlerin altında yaşamak istemiyorum” dedi…
“Unutulmuş sevdaların da varlığını unuttum… Sen de dahilsin artık bende o sevdaların içine…
Bir aile bireyi olamadın ki gökyüzündeki yıldızlar senin olsun…
İhanettir bu… Kavram dediğimiz beraberliklere…
Biz kendi kalabalıklıklarımızı ararken kendi yalnızlığımızda kaldık…
Hırslarımızdı bizi tek başımıza bırakan…
Her şeyimizle sevgiye adandığımız zamanlarda, verdiklerimizdi bizi darlaştıran…
Verdiklerimizle yetinmeyenler, aldıkları ile kanamayanlardı, bizi yalnızlaştıran…
Ve...
Sende bunlardan biriydin ki, yetinmedin benim sevgimle…
Hep fazlasını, bir fazlasını aradın ki, ihanetin boşluğuna attın beni… İşte bu benim hak etmediğimdi…
İşte bu ihanetin boşluktaki sesiydi…
İşte ben ki,
tekliğimle uğraş veren, dik ama onurlu…
İşte bu benim tekliğim, işte bu benim yalnızlığım…
İşte bu vermenin, adanmışlığın, sevmenin bedeli gözyaşlarıydı…
Ama artık sen bir çıkmazsın bende…
Ve
yol bitti bu çıkmazla…
İşte bu ihanetin boşluktaki sesi, düşünce seli…
Sanki bir tükenmişliğe, bir yitikliğe düşüş…
Ama
var olma için, var gücü ile uğraş bu…
Bu bir son değildi,
bu bir sadece bir ezik başlangıçtı…
Artık hayatımdan özür dileme zamanı, sana inanmışlığın, sana güvenmişliğin, güven bana dediğin için güvenmişliğin bedeli…
Bedel ödeye ödeye artık çitlerden atlamanın öğrenilmesi zamanı…
Seni sevmenin bedeliydi bu çatlak, katı çamurlarda diz sürtmem…
Sonrası yok yok bunun, sonrası bir karanlık, kuytu… Boşluk…
Artık korkuların üstüne gitme zamanı… Artık… Korkularla boşlukta dolaşma zamanı… Artık sevmelere güvenin bitiş zamanı…
Artık sevmelerin dürüstlük zamanı… Yaşama anları…
Artık gözlerinin kuytusuna bakarak haykırıp, hak etmediğim her şeyi iade etme zamanı… Ne ilk, ne de son nefes zamanı bu titremelerle…
Bana sev beni diyen sen, bana kadınım ol diyen sen, bana güvenmeyi öğren diyen sen,
Ve
bir kadını, sana kendini adayan kadını, boşluğa iten sen, rahat uyu pervasız uykularında…
İhanet boşluğa adım atmaktır…
Ve…
Sen o adımlardaydın…
Boşluğun sesi var mı,
özlemin,
ezilmenin sesi var mı?
Ve…
Sen bu sesleri çok iyi tarif ederken,
güven diyordun… Güven…
Oysa,
güven,
verilerek,
almamakla bitmiyordu… Oysa sen ne verdiysen kat katına alarak nerde duracağını biliyordun…
Ve sen,
ezerken boşluğun sesini tarif ediyordun…”
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 31.5.2010 23:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (3)