Sayın Bekir Ayazi’ye
Yahya Kemal, Balkan şehirlerinde geçen çocukluğunun her anında yakıcı bir hasret duyduğunu söyler. Bu, onun maziye duyduğu hasrettir; maziye ve mazideki ihtişama...
Ben, Balkan şehirlerini gezerken, Yahya Kemal’in bu hasretiyle birlikte, her biri bir abide değerindeki Osmanlı eserlerinin mukadderatıyla başka yangınları da içimde hissettim. Her bir eseri gördükçe bazen içimi dolduran iftihar hissiyle maziye doğru kanatlandım, bazen de bu eserlere reva görülen muamele sebebiyle büyük üzüntülere garkoldum. Harap olan, yıkılanlara baktıkça içimde bir şeylerin ezildiğini hissettim. Tamir edilenlerini gördükçe gönendim, çiçek açtım adeta. Ama bir kısım tamir edilmiş eserleri gördüğümde, onların bir “yapma” değil, gerçek anlamda bir “yıkma” eseri olduğuna inandım. Tamir edilmemişlerdi, yıkılmış, ortadan kaldırılmış, yok edilmişler, izleri silinmişti. Bu durumun verdiği acı, acı değil, bir çeşit “ölüm”dü.
Arap dünyasının masum görünüşlü sermayesi, “tamir” adı altında Osmanlı -Türk abidelerine kıyıyor, gizli gizli tarihin şahitlerini yok ediyordu.
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
Ayların sırtında yıllar taşındı,
Nasiplendik.Düşünen dimağına, yüzün eline sağlık.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta