Babam hep odun getirirdi,
sırtında dağların suskunluğunu taşırdı.
Her odun parçası,
bir kış gecesini aydınlatacak bir umut gibiydi.
Omuzlarından düşen ter damlaları,
sobanın yanışına karışır,
evin sessiz duvarlarında yankılanırdı.
Annem hep sıcak çorba pişirirdi,
dumanı tüterken tencerenin,
sanki mutfak penceresinden
bir dua yükselirdi gökyüzüne.
Her kepçede yalnızca yemek değil,
şefkat, sabır ve sığınak vardı.
Çorbanın buğusu yüzümü ısıtırken
annemin gözlerinde çocukluğum kaynardı.
Bir evin ömrü aslında böyle kuruluyordu:
Babam odunla harç olurdu duvarlara,
annem çorbayla can olurdu sofralara.
Biri hayatı taşırdı sırtında,
öteki hayatı mayalardı kalbinde.
Babam odun getirirdi,
annem çorba pişirirdi.
Ama aslında mesele
odun ya da çorba değildi—
mesele, yokluğun ortasında
bir yuvayı ayakta tutabilmekti.
Evimiz küçüktü,
ama içine sığmayan bir emek vardı.
Kapımızdan içeri giren soğuk,
babamın sırtındaki odunla geri püskürtülürdü.
Tenceremize düşen açlık,
annemin ellerinde kaybolurdu.
Biz dört çocuk,
düşsek de kalksak da bilirdik:
Eğer soba yanıyorsa,
eğer çorba kaynıyorsa,
bizim başımız damsız kalmazdı.
Çünkü yuva,
taştan duvardan değil,
emeğin harcından örülürdü.
Babamın her adımı,
“bu ev ayakta kalsın” diye yankılanırdı.
Annemin her kaşığı,
“çocuklarım gülsün” diye dolardı.
Yokluğun dili vardı:
Eksik battaniye,
eskiyen ayakkabı,
dama damlayan su…
Ama onların dili daha güçlüydü:
“Varsa paylaşılır,
yoksa da yettirilir.”
Şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum:
Asıl odun, sobaya değil;
yuvanın kalbine atılandı.
Asıl çorba, midemizi değil;
umutlarımızı doyurandı.
Ve yokluğun bile yenemediği şey,
emekle kurulan evdi.
Çünkü yuva,
bir damın altında değil,
bir anneyle bir babanın omuzlarında büyüyordu.
Kayıt Tarihi : 20.8.2025 03:57:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!