Okuyoruz, araştırıyoruz, ilim öğreniyoruz. Büyük zatları, kerametleri, geçmişte yaşamış âlimleri konuşuyoruz. Ama çoğu zaman dönüp şuna bakmıyoruz: Şu an, tam bu anda, bizim hayatımızda ne oluyor? Çevremizde kimler var, hangi imtihanların içindeyiz ve öğrendiklerimizle gerçekten ne yapıyoruz?
Bilgi çoğaldıkça sorumluluk da artıyor; fakat amel aynı hızla artıyor mu, orası meçhul. Bildiklerimiz kalbimize mi iniyor, yoksa zihnimizde dolaşıp orada mı kalıyor? Bir başkasının derdine ne kadar dokunuyoruz, kaç kalbi onarıyoruz, kaç yükü gerçekten paylaşıyoruz?
Bir de şu soru var: Bizden yüz yıl sonra ne kalacak? Birileri bizim adımızı anacak mı, yoksa hiç yaşamamışız gibi mi olacağız? İbn-i Sina’nın eserleri asırlardır ayakta. Yunus Emre’nin sözleri hâlâ insanın içine işliyor. Necip Fazıl’ın mısraları hâlâ insanı sarsıyor. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden ise hiç bahsetmiyorum bile; çünkü onun bıraktığı şey sadece iman değil, bir ruh, bir duruş ve bir hakikat iziydi.
Bizim yaptığımız binalar ise ilk büyük depremde yıkılıyor. Yıkılmasa bile 60–70 yıl sonra “ömrünü doldurdu” denilerek kentsel dönüşüme giriyor. Demek ki mesele sadece sağlam bina yapmak değil; mesele, zamana dayanacak bir anlam inşa edebilmek.




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta