Hayat korkanları bağışlamıyor. Yaşamın içinde, gerçekliğinde o kadar giz var ki. Çözemediğimiz için, başetmemiz, üstüne gidebilmemiz için, tüm zorlu koşulların sindirilmesi için. Hayır hayat korkaklığı bağışlamıyor, cesur olmayanları asla.
Bir zamanlar bir yerlerde okumuştum. Belleğimde yer eden bu sözler kimindi şimdi anımsamıyorum. Ama bir hayli etkilenmiştim. İlk anda sıradan gibi gözüken, oysa düşünüldüğünde derinliği keşfedilen bu cümle şöyleydi özetle “hayat iki tür insanı barındırıyor yüreğinde. Yaşayanlar ve yaşayanları seyredenler”. Yaşamın neresindeyiz, sahada mı, tribünlerde mi? . Sanırım cesur olanlar hayatın bahçesinde çiçekler biriktiriyorlar, dikiyorlar, kokluyorlar onları, topluyorlar ve yaşamlarının en kurak alanlarını süslüyorlar onlarla. Onların nadasa bıraktıkları toprakları var, hasat zamanları var. Tüm olumsuzlukların gözlerinin içine bakarak yürüyorlar korkunun yüreğine.
Yaşayanlar, aşkları olanlar ve ona layıkıyla sahip çıkanlardır. Onu yaşamasını bilenler, onun için emek verenlerdir. Onurlu bir yaşam felsefesiyle bir sevgiyi yüceltenler. Onlar yaralanıp berelenseler de acıyla tekrar doğrulup o aşkın yüreğine cesaretle dokunanlardır. Yaşayanlar, sevginin güzelliğine, sevgilinin gözündeki bir damla gözyaşına ve acıyla burkulduğu o çaresizliğe bulandığı anlara kıyamayanlardır. İlmek ilmek örülmüş emekte bir gül açtırmayı ve o gülü incitmeden, dağıtmadan özenle korumasını bilenlerdir. Sevgilinin uzattığı eli sımsıkı tutup bırakmayanlardır yaşayanlar. Bir aşkı sarıp sarmalayıp gecenin koynuna inançla teslim edenlerdir. İnsanla aşkla buluşanlardır, yalansız yani sahici. Sevgilinin mutlak sizi seven aşk dolu gözleriyle yüzleşerek, bir martının kanatlarında özgürlüğe süzülür gibi sonsuzlukla buluşan yürekli insanların işidir aşk. İnananların yani yaşayanların.
Yaşayanlar, sistemi sorgulayan, sebep sonuç ilişkisini irdeleyen, açlığı, emeğin sömürülüşünü, bir halka reva görülen çarpık düzene baş kaldıracak gücü kendilerinde bulanlar ve bu haksızlıklar dolu gidişe sınıfsal bir perspektiften bakabilenlerdir. Birey olma yolunda çok yol katetmiş, tüm dayatmalara hayır diyebilenlerdir. İnsan olma olgusundan dolayı zaten her şeyin en iyisini hakettiğini düşünenlerdir onlar. Cesurların verdiği savaşta elde edilen ödüller toplamı değil midir yaşamak? Elbette ustanın da dediği gibidir. “Bir orman gibi kardeşçe” el ele. Dininden, dilinden, farklı kültürlerin oluşturduğu halkların kardeşliğinden korkmadan yaşamak, sistemin baskılayıcı ve yok edici tüm unsurlarına karşı yiğitçe karşı durmak ve yanlışlıkların yüreğine doğru çıkılan uzun bir yürüyüştür elbette. Tüm bunları içselleştirmek ise bilinç işidir. “Yaşamak seçim hakkını kullanmak”sa, ona dair yaptığımız tüm seçimler de cesaretimizle doğru orantılıdır.
Düşünmeye değer. Neresindeyiz hayatın? Kıyısında bir köşeye ilişip, sessizce oturmak mı aslolan, yoksa hayatın tam yüreğine demirleyip, “hayır yaşayanım ben” demenin güzelliğini duyumsayabilmek mi? İnsani olan her şeyin en anlamlısıyla buluşmalıyız, çünkü biz buna layıkız. Ve yaşam bize en güzel haliyle sunmak zorunda kendisini dediğimizde yeşertiyoruz, bizi kuşatmak isteyen tüm kurak alanları.
Hayatın tribünlerinde oturup sadece izleyici olmayı haketmiyoruz. Biz yaşayanlarız.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla