Her adımda biraz daha suçluyorum yüreğimi anlam veremediğim acılarla. Öfkenin en delisi yakıyor içimi ve kudurmanın eşiğinde kabaran bir göğüsle, hızlı hızlı soluk alıp vererek dizginlemeye çalışıyorum isyanımı. Korkuyor muyum? Hayır! Susuyorum, çünkü konuşursam kavrulacak dört bir yan, alazıyla söyleyeceklerimin.
Anlayamadığım ne çok şey var ama anlayıp da sorgulamak istediklerim de bir o kadar fazla. Herkesin diline yerleşen sözlerde kestiği ahkâmlar ve kül bırakmaması hiçbir yerde, alt üst ediyor içimi. Neye dayanarak koyuyorlar öngörülerini ve nedir onları bu öngörüyle baş başa bırakan? Hangi güç onları bu denli söz sahibi ederken, ne cüretle oyunlar oynarlar insanların, dünyanın kaderi üzerine?
Niye herkes en güçlü olmak zorunda? Niye herkes kendini savunamayanlara saldırır? Ve niye ille de değerlendirmek istenir yapılanlar? Beğenmeyebilirsin, hatta nefret bile edebilirsin. Ama hiç kimse, hiç kimseye veya hiçbir şeye karşı gücünü gösterme hakkını veremez. Bunu yaptığımız anda kendimizi üstün görüp, “Ben en büyüğüm” edasıyla dolaşmaz mıyız etrafta? Ben de yapmadım mı bunu zamanında? Evet! Maalesef ki evet! Ve şimdi suçluluk duyuyorum bundan. Üzgünüm.
Ne olurdu, olduğu gibi sevseydik sevdiklerimizi? Herhangi bir etiket yapıştırma gereği duymadan. Ona –kendimize göre- payeler vermeden. Gerçekten ve isteyerek sevsek!
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta