Bir hayat bu düşlerle, düşüncelerle geçen yılları içine olan, bir hayat ki, şunun şurası değimiz... Zemheriler düşer omuzlarımıza, donmuş bedenlerimiz ılık ılık ısınmaya başlar ki biz ne donduğumuzu anlarız ne de ısındığımızı...
Damıtılmış yaşam kareleri alır başını gider de biz neredeyiz, ne olduk bile diyemeyiz, şunun şurası sadece bir ömürdür an be an içimize sinen...
Ama hep zorlanırız bu karelerde oyalanırken, hep gidişler, kayboluşlar basar gelir üzerimize üzerimize, oysa kararlıyızdır gidişlerin arkasından tutunmaya hayata, sadece kendi yüreğimizi ezerken, kendi beyin fırtınaları ile uğraşa dönüşürüz… Gidenin arkasından da söylenmemiş cümlelerle yutkunuruz… İşte tam da bu aralarda iç seslerimiz haykırmaya başlar… Git hem de umarsızca git diyerek…
Hesapsız bir gidişin olmalı, kinden, riyadan, öfkeden, art niyetten, dosdoğru, dimdik, sadakatin geniş çerçevelerinde kalmalı gidişin…
Başın öne düşmemeden, şarkıları yüreğinde ezmeden, mertçe gidişin olmalı…
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bak bir ülkeme:
Başsız başsız adamlar...
Ağlayın, su yükselsin!