Biz Eskiden Şiiri - Rahim Zor

Rahim Zor
47

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Biz Eskiden

Kelebek kovalardık bahar mevsiminde.

Rengarenk kelebeklere dayanamazdık.

Biz de kelebekler gibi özgürdük.

Mantar toplardık baharda yağmurun üstüne güneş çalınca toprağa.

Mantarı yemek değil asıl onu evlekte bulmak güzeldi.

Bir de onu itinayla çıkarması,bir de dostlarla paylaşması.

Hangimiz baharda kâhmut toplamadık?

Hangimiz yemlik yemedik?

Biz eskiden misket oynardık.

Oyun elli birde biterdi.

Kırk sekizden sonraki vuruşun adı nenni kılıçtı.

İlkokuldaki en meşhur türkülerimiz “ Sarı Taksi Geliyor,Mardin Kapısı’dan

Atlayamadım,Gule Uyan Sabahtır Gule Yüreğimiz Yanıktır ” türküleri idi.

Daha sonraları öğrendim ki bu bir Ağrı türküsüymüş.Türkülerle büyüdük biz.

Şu dağlar karlı dağlar Gule
Etrafı kavak bağlar
Kırık köprü altında Gule
Murat’ın suyu çağlar

Gule uyan sabahtır Gule
Ciğerimiz yanıktır

Şu bağlar bizim olsa Gule
Etrafı üzüm olsa
Yarin uykusu gelmiş Gule
Yastığı dizim olsa

Şu dağlar olmasaydı Gule
Lalesi solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri Gule
Ayrılık olmasaydı

Magazin haberlerini rahmetli Rahmetli bakkal Yaşar emminin kağıt

poşetlerininden okurduk.

Henüz elektriğin köye gelmediği zamanlardı.Kara sakız

yakısının ağrılara iyi geldiği zamanlardı.Oturmalara giderdik.Sokaklar

karanlıktı.Pilli el feneri önemli bir hacattı. “Hacat” kelimesini yeni yetmeler

bilmez tabi.Bu el feneri mutlaka biz çocukların elinde olurdu.Büyükleri

önüne adam gibi tutmazdık tabi azar işitirdik mutlaka.Bir de fenerin başlığını

çevirirdik.Duvara tutardık ışığını.Büyük daireler oluştururduk.Hatta büyükler

sohbete dalınca ellerinin altından gizlice alır ev sahibinin çocuğuyla, hangi

fenerin ışığı güçlü diye yarıştırırdık.Misafirlikten kalkıldığı vakit avluda birbirine

karışmış lastikleri,cızlavatları (cızlavatlar büyüklere aitti) tanıyıp giyinmek için

el fenerinin ışığı imdada yetişirdi.Çok sonraları bu el fenerlerinin

alarmlısı,radyolusu çıktı.O zamanda elektrik gelmişti.Büyü bozulmuştu.

Onu diyordum.Eskiden bizim gaz lambalarımız vardı.Şişeli derdik.İlk

akşamdan kısık bir alevle yanardı.Karanlık artınca lambanın fitilini yukarı

çekerdik.Bazen lambayı iskemle üzerine alır öyle ders çalışırdık. “Lambada

titreyen alev” lambanın camını isle kaplardı.Yatarken lambanın ışığını

üfleyerek söndürmek çocuklar için büyük bir zevkti.Öyle ki kavga nedeniydi

bazen.

Ertesi gün annelerimiz şişeliyi büyük bir özenle temizlerlerdi.Bir elleriyle

şişelinin açık yanını kapatırlar, açık yanından hohlarlardı.Hafifçe “tü tü tü”

yaparak lambanın camını nemlendirirlerdi.Sonra bez parçasını ya da gazete

kağıdını içine koyup, bir çubukla defalarca dolandırıp lamba camının

çeperlerini isten temizlerlerdi.Temizlerlerdi ki ertesi gün ışığın daha net

versin.Bu seremoni kim bilir kaç acemi gelin için (böyle gelinler

için “Balahor gelini” tabirini duymuştum.) kabus kaynağı olmuştur.Ya

lambanın fitilini içeri düşürmüşler ya da camı ellerinden düşürüp

kırmışlardır.Kim bilir….!

Akşam acanslarını babalarımız büyük ciddiyetle dinlerlerdi.

Arkası yarınlarımız vardı.

Geceler çok uzundu.

Ninenin sütünü çalan tilkinin masalını dinlerdik.

Tekerlemeler söylerdik.

Bilmeceler sorardık.

Biz her akşam top oynadık akşam babamızdan azar işitme pahasına.

Kışın paçalarımızı gizlice kuruturduk.

Yazın basma sahalarda maç yapardık.

Şimdiki halı sahalardan daha güzeldi.

Kışın birinci lig maçları akşam hayvanların alafına denk gelirdi.

Komser Kemal abinin dediği gibi maçları ahura koyduğumuz pilli radyodan dinlerdik.

Plazma ekran tv miz yoktu.

Biz eskiden hayvanları otlatırdık.

Korukçularımız vardı.

Öğretmen kadar önemliydi ve saygındı gözümüzde.

Her sabah kerpiçlikte toplanırdık.

Bugün meşeye gideceksiniz,dedi mi korukçu, sevinçten uçardık.

Çünkü hayvanların sürekli başlarında durmazdık.

O gün rahat geçerdi.

Büyük ağabeylerimizden korukçu- hodak maceralarını dinlerdik.

Saatimiz ziyaretin gölgesi idi.

Gölge ziyareti kapladığında bizde köyde olurduk.

Yağmur yağınca gübre naylonlarının altından bakardık.

Akşamları iple çekerdik.Kısaca hayvan gütmek ciddi bir işti.

En güzel oyunlarımız guggi cıddi,ara kesme, dumbala idi.

Ramazanlarda tekne başında oruç tutardık.

Akşam ezan okununca büyük bir iş yapmış edasıyla “Orucu fırıç”diye bağırırdık.

Eriklikte çim keserdik, göl yapardık,yüzerdik.

Taşların üstünden kına yakardık ellerimize.

Köy ekmeğinin arasına şehir ekmeği koyar, saygıyla yerdik.

Henüz ekmekler bozulmamıştı yazarın tabiri ile.

Yüzük oynardık gamlı kış gecelerinde.

Zemheri soğuğunu herkes tadardı.

Kardan adam yapardık,sabaha mutlaka tekmelenirdi.

Hızaklarımız vardı.

Akşam ayazına kadar kayardık.

Yazın tırpan, orak biçerdik.

En küçüklere gözeden su getirmek düşerdi.

Yoncaların içinde yuvarlanmak en büyük zevkti.

Bilemezdik tırpan zamanı tarla sahibinin çileden çıkacağını.

Biz eskiden ot mereklerinden atlardık.Otlar mereğe bir iki sıra dizildikten

sonra korkusuzca atlardık.Atlarken kulaklarımda oluşan uğultuyu hiç

unutamam.Cesaretimizi test ettiğimiz ilk eylem sayılırdı.Ruhumuzda derin

izler bırakan anılarımızdan birisidir bu.

Sevdiğimiz kızların isimlerini bir ağaca ya da ormanda bir kuytuda çama

kazırdık.

O ağaç kutsal olurdu bizim için.

Ahlat toplardık güz gelende.

En meşhur ahlatımız Kemal emminin ahlat ağacında idi.

Çünkü turşu ahlatı idi.

Bir de Sıtkı emminin ahlat ağacı vardı.

Evinden görünürdü ağaç.

Tumbun dibi dere kenarı idi.

Alçak sürünme yapardık.

Canımız çıkardı bir iki tane yiyebilmek için.

Kavgada mutlaka birinin kafası yarılırdı.

Kafası bin yerden yarılmış yaramaz çocuklar şimdi ağır mı ağır delikanlı olmuşlar.

O zaman annelerin yüzü güleçti.

Komşuda pişen bize de düşerdi.

Topraklarımız daha bereketli idi.

Bir başka akardı ağle.

Yollar daha geniş, dağlar daha büyüktü gözümüzde.

En çok kırk yaşında olmaktan korkardık.

O çok büyük bir yaştı bizim için.

En lüks evler Faik eminin yaptığı evlerdi.

Taş duvar ve çatılı olan evler.

O köyümüzün mimarı idi.

Rahmetli Zekeriya hocamız vardı.

Söyledikleri mıh gibi aklımızda kalırdı.

Biz Zekeriya hocanın öğrencileriyiz.

Onun öğrencilerine şimdiki ilahiyatçıların yeni söylemlerini kabul ettirmek çok güçtür.

Size hemen Zekeriya hocanın söylediklerini anlatırlar kelimesi kelimesine.

Sallanan ya da ağrıyan dişlerimizi iple çıkaramadığımızda nur içinde yatsın

Temel amcamıza götürür onun şevkatli ellerine teslim olurduk.

Temel amcanın diş pensesi vardı ona kargaburun derdi.

El yordamıyla çeker alırdı dişimizi.

Çektiği süt dişimizi elimize verip 'Kargalara at yenisini getirsin.' derdi.

Çocuktuk, ağlardık.

Bizi öyle avurturdu.

Eskiden gurbette ölenlerin en büyük dilekleri köyde toprağa verilmekmiş.

Toprak çekiyor derlermiş.

Ne de haklıymışlar.

Toprak çekiyor insanı daha hayatta iken.

Çocukluğunu köyde geçirmiş birisi asla unutamaz köyünü.

Biz eskiden küçüktük, büyüdük büyüdük köy olduk.

Rahim Zor
Kayıt Tarihi : 28.8.2007 23:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Anladım ki toprağı güzel kılan anılarmış.Yine toprağı özleten güzel insanları imiş.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Rahim Zor