Kelebek kovalardık bahar mevsiminde.
Rengarenk kelebeklere dayanamazdık.
Biz de kelebekler gibi özgürdük.
Mantar toplardık baharda yağmurun üstüne güneş çalınca toprağa.
Mantarı yemek değil asıl onu evlekte bulmak güzeldi.
Bir de onu itinayla çıkarması,bir de dostlarla paylaşması.
Hangimiz baharda kâhmut toplamadık?
Hangimiz yemlik yemedik?
Biz eskiden misket oynardık.
Oyun elli birde biterdi.
Kırk sekizden sonraki vuruşun adı nenni kılıçtı.
İlkokuldaki en meşhur türkülerimiz “ Sarı Taksi Geliyor,Mardin Kapısı’dan
Atlayamadım,Gule Uyan Sabahtır Gule Yüreğimiz Yanıktır ” türküleri idi.
Daha sonraları öğrendim ki bu bir Ağrı türküsüymüş.Türkülerle büyüdük biz.
Şu dağlar karlı dağlar Gule
Etrafı kavak bağlar
Kırık köprü altında Gule
Murat’ın suyu çağlar
Gule uyan sabahtır Gule
Ciğerimiz yanıktır
Şu bağlar bizim olsa Gule
Etrafı üzüm olsa
Yarin uykusu gelmiş Gule
Yastığı dizim olsa
Şu dağlar olmasaydı Gule
Lalesi solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri Gule
Ayrılık olmasaydı
Magazin haberlerini rahmetli Rahmetli bakkal Yaşar emminin kağıt
poşetlerininden okurduk.
Henüz elektriğin köye gelmediği zamanlardı.Kara sakız
yakısının ağrılara iyi geldiği zamanlardı.Oturmalara giderdik.Sokaklar
karanlıktı.Pilli el feneri önemli bir hacattı. “Hacat” kelimesini yeni yetmeler
bilmez tabi.Bu el feneri mutlaka biz çocukların elinde olurdu.Büyükleri
önüne adam gibi tutmazdık tabi azar işitirdik mutlaka.Bir de fenerin başlığını
çevirirdik.Duvara tutardık ışığını.Büyük daireler oluştururduk.Hatta büyükler
sohbete dalınca ellerinin altından gizlice alır ev sahibinin çocuğuyla, hangi
fenerin ışığı güçlü diye yarıştırırdık.Misafirlikten kalkıldığı vakit avluda birbirine
karışmış lastikleri,cızlavatları (cızlavatlar büyüklere aitti) tanıyıp giyinmek için
el fenerinin ışığı imdada yetişirdi.Çok sonraları bu el fenerlerinin
alarmlısı,radyolusu çıktı.O zamanda elektrik gelmişti.Büyü bozulmuştu.
Onu diyordum.Eskiden bizim gaz lambalarımız vardı.Şişeli derdik.İlk
akşamdan kısık bir alevle yanardı.Karanlık artınca lambanın fitilini yukarı
çekerdik.Bazen lambayı iskemle üzerine alır öyle ders çalışırdık. “Lambada
titreyen alev” lambanın camını isle kaplardı.Yatarken lambanın ışığını
üfleyerek söndürmek çocuklar için büyük bir zevkti.Öyle ki kavga nedeniydi
bazen.
Ertesi gün annelerimiz şişeliyi büyük bir özenle temizlerlerdi.Bir elleriyle
şişelinin açık yanını kapatırlar, açık yanından hohlarlardı.Hafifçe “tü tü tü”
yaparak lambanın camını nemlendirirlerdi.Sonra bez parçasını ya da gazete
kağıdını içine koyup, bir çubukla defalarca dolandırıp lamba camının
çeperlerini isten temizlerlerdi.Temizlerlerdi ki ertesi gün ışığın daha net
versin.Bu seremoni kim bilir kaç acemi gelin için (böyle gelinler
için “Balahor gelini” tabirini duymuştum.) kabus kaynağı olmuştur.Ya
lambanın fitilini içeri düşürmüşler ya da camı ellerinden düşürüp
kırmışlardır.Kim bilir….!
Akşam acanslarını babalarımız büyük ciddiyetle dinlerlerdi.
Arkası yarınlarımız vardı.
Geceler çok uzundu.
Ninenin sütünü çalan tilkinin masalını dinlerdik.
Tekerlemeler söylerdik.
Bilmeceler sorardık.
Biz her akşam top oynadık akşam babamızdan azar işitme pahasına.
Kışın paçalarımızı gizlice kuruturduk.
Yazın basma sahalarda maç yapardık.
Şimdiki halı sahalardan daha güzeldi.
Kışın birinci lig maçları akşam hayvanların alafına denk gelirdi.
Komser Kemal abinin dediği gibi maçları ahura koyduğumuz pilli radyodan dinlerdik.
Plazma ekran tv miz yoktu.
Biz eskiden hayvanları otlatırdık.
Korukçularımız vardı.
Öğretmen kadar önemliydi ve saygındı gözümüzde.
Her sabah kerpiçlikte toplanırdık.
Bugün meşeye gideceksiniz,dedi mi korukçu, sevinçten uçardık.
Çünkü hayvanların sürekli başlarında durmazdık.
O gün rahat geçerdi.
Büyük ağabeylerimizden korukçu- hodak maceralarını dinlerdik.
Saatimiz ziyaretin gölgesi idi.
Gölge ziyareti kapladığında bizde köyde olurduk.
Yağmur yağınca gübre naylonlarının altından bakardık.
Akşamları iple çekerdik.Kısaca hayvan gütmek ciddi bir işti.
En güzel oyunlarımız guggi cıddi,ara kesme, dumbala idi.
Ramazanlarda tekne başında oruç tutardık.
Akşam ezan okununca büyük bir iş yapmış edasıyla “Orucu fırıç”diye bağırırdık.
Eriklikte çim keserdik, göl yapardık,yüzerdik.
Taşların üstünden kına yakardık ellerimize.
Köy ekmeğinin arasına şehir ekmeği koyar, saygıyla yerdik.
Henüz ekmekler bozulmamıştı yazarın tabiri ile.
Yüzük oynardık gamlı kış gecelerinde.
Zemheri soğuğunu herkes tadardı.
Kardan adam yapardık,sabaha mutlaka tekmelenirdi.
Hızaklarımız vardı.
Akşam ayazına kadar kayardık.
Yazın tırpan, orak biçerdik.
En küçüklere gözeden su getirmek düşerdi.
Yoncaların içinde yuvarlanmak en büyük zevkti.
Bilemezdik tırpan zamanı tarla sahibinin çileden çıkacağını.
Biz eskiden ot mereklerinden atlardık.Otlar mereğe bir iki sıra dizildikten
sonra korkusuzca atlardık.Atlarken kulaklarımda oluşan uğultuyu hiç
unutamam.Cesaretimizi test ettiğimiz ilk eylem sayılırdı.Ruhumuzda derin
izler bırakan anılarımızdan birisidir bu.
Sevdiğimiz kızların isimlerini bir ağaca ya da ormanda bir kuytuda çama
kazırdık.
O ağaç kutsal olurdu bizim için.
Ahlat toplardık güz gelende.
En meşhur ahlatımız Kemal emminin ahlat ağacında idi.
Çünkü turşu ahlatı idi.
Bir de Sıtkı emminin ahlat ağacı vardı.
Evinden görünürdü ağaç.
Tumbun dibi dere kenarı idi.
Alçak sürünme yapardık.
Canımız çıkardı bir iki tane yiyebilmek için.
Kavgada mutlaka birinin kafası yarılırdı.
Kafası bin yerden yarılmış yaramaz çocuklar şimdi ağır mı ağır delikanlı olmuşlar.
O zaman annelerin yüzü güleçti.
Komşuda pişen bize de düşerdi.
Topraklarımız daha bereketli idi.
Bir başka akardı ağle.
Yollar daha geniş, dağlar daha büyüktü gözümüzde.
En çok kırk yaşında olmaktan korkardık.
O çok büyük bir yaştı bizim için.
En lüks evler Faik eminin yaptığı evlerdi.
Taş duvar ve çatılı olan evler.
O köyümüzün mimarı idi.
Rahmetli Zekeriya hocamız vardı.
Söyledikleri mıh gibi aklımızda kalırdı.
Biz Zekeriya hocanın öğrencileriyiz.
Onun öğrencilerine şimdiki ilahiyatçıların yeni söylemlerini kabul ettirmek çok güçtür.
Size hemen Zekeriya hocanın söylediklerini anlatırlar kelimesi kelimesine.
Sallanan ya da ağrıyan dişlerimizi iple çıkaramadığımızda nur içinde yatsın
Temel amcamıza götürür onun şevkatli ellerine teslim olurduk.
Temel amcanın diş pensesi vardı ona kargaburun derdi.
El yordamıyla çeker alırdı dişimizi.
Çektiği süt dişimizi elimize verip 'Kargalara at yenisini getirsin.' derdi.
Çocuktuk, ağlardık.
Bizi öyle avurturdu.
Eskiden gurbette ölenlerin en büyük dilekleri köyde toprağa verilmekmiş.
Toprak çekiyor derlermiş.
Ne de haklıymışlar.
Toprak çekiyor insanı daha hayatta iken.
Çocukluğunu köyde geçirmiş birisi asla unutamaz köyünü.
Biz eskiden küçüktük, büyüdük büyüdük köy olduk.
Rahim ZorKayıt Tarihi : 28.8.2007 23:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Anladım ki toprağı güzel kılan anılarmış.Yine toprağı özleten güzel insanları imiş.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!