İnsan türünün tarihinde, itimat edilecek, inanç barındıran bir felsefe için; anlam, konfor sağlayan, cevabı olmayan sorulara cevabı olan bir şey için, bir ihtiyaç, ve sürekli bir arayış olmuştur.
Varoluşu doğrulayacak bir felsefeye ihtiyaç olduğunda, bu felsefe din olarak isimlendirildi. Maddenin görünüşünü bir aldanmaya vermek için tasarlanmış fikirlerin toplamı olarak tarif edilebilir. İnsanlığın bütün dinleri hiçliğin yüzünü kapatan bir maskeden öte bir şey değildir.
Nitekim bütün dinler sadece maskedir. Anlam için arayış, maskenin anlamını reddetmeden maskenin ötesine asla hareket edemez.
Dini tanımlayan diğer tanım, sosyal olarak kabul edilebilir kolektif kitle psikozudur.
Gertrude Stein bir keresinde şöyle söyledi. 'Cevabın olmadığı cevaptır ve işte bu cevaptır.'
Bizler, sonsuz uzay, zaman, boyut ve keşfedilmemiş gerçekliklerin evreninde yaşayan sonu olan yaratıklarız. Fani akıl acizdir, ve her zaman sonsuzluğu idrak etmekten acizdir. Biz, sonsuzu sınırlayamayız.
İnsan tarihi boyunca din sonsuzluğu yorumlamaya fani terimlerle kalkışmıştır. Bu imkansız olalı, var oluşun anlamı ve gerçekten doğayı kavrayışın bir aracı olarak, din, başarısızlığa mahkum edilmiştir.
Dinin üstesinden gelebildiklerinin çoğu, zayıf veya tembel akıllılar için günahkarlığı affetmeye veya sorgulanmayı inkar etmeye destek sağlamaktır, ve saldırganlık, bölgecilik, etnik temizlenme, bağnazlık, veya sosyopatik sapıklık gibi rezil içgüdülerin tatbiki için temize çıkarma olarak hizmet etmektedir.
Bütün dünyanın büyük dinlerinin uygulaması, apaçık bir kusur gösterir. Hepsi yapıda insan-merkezcidir. Canlı türlerinin on milyonlarcası tarafından nüfuslandırılmış dünyada, insanlığın büyük dinlerinin hepsi, yalnız insan türünün üstünlüğü ve ilahı vasfı üzerinde odaklanmıştır. Hepsi kendilerini insan varlığı üzerinde merkezler, İsa, Muhammed, Buddha, veya insan şeklindeki tanrılar olsun. Örneğin – Yahova, Allah, veya Krishna. Hatta fillerin, çakalların, ve diğer hayvanların kafaları ile, Hindu ve Mısır tanrıları hala vücut kavramının temeli olarak insan şeklini kullanmaktadır. Ekstra kollar, hayvan kafalar, ve kanat ilavesi yalnızca insan formuna eklemelerdir.
Dinin, primatlar ve hominidlerin evrimi ile meydana çıktığı anlaşılabilir. Primatlar sosyal yaratıklardır ve doğa olarak kabile şeklindedirler. Hominid primat kabile sosyal yapısı üzerine inşa ederek başarılı hale geldi ve üyelerini şekillendiren, mükafatlandıran ve cezalandıran hiyerarşinin başlangıcının başından sonuna kadar onu mükemmelleştirdi. Kabileye ait kimlikler kendilerini evvela saldırgan bölgecilikte açıkça gösterirler. Bölgecilik kabile dışındaki adı geçenlere düşmanlığa neden olur ve biteviyelik kabile içersindeki üyelerin vatan veya hükümdara sadakatini besler. İtaat etmeyi beceremeyiş, topluluktan çıkarılma, sürgün edilme, hapsedilme, veya öldürülme ile cezalandırılır.
İnsanlığın tüm tarihi, kabileye ait kendililikler arasındaki ofensif ve defansif yüzleştirmelerden yapılmıştır. Bu, tüm gezegenin kabileler tarafından yönetilen karasal mülklere bölündüğü günümüzdeki bu duruma evrilmiştir. Gerçekte, bir insan kabilesi tarafından hak talep edilmeyen Dünya üzerinde 1 santimetre kare toprak yoktur. Bu sabit fikir örnek olarak çok uç olmaktadır, hatta Kuzey Denizinde azcık uzaktaki ıssız bir kaya parçasına Büyük Britanya tarafından hak talep edilmiş ve Scott Adası olarak isimlendirilmiştir. İnsanlar terkedilmiş petrol platformları üzerine bile ülkeler kurmaya kalkışmaktadır.
Böylece, belirli kabilelere belirli topraklar vaat eden Tanrılara sahip resmi dinleri görmek bir sürpriz olmamalıdır. İlahi olanın adında böyle bölgesel kurumlar, dini bildirilerden habersiz veya onunla anlaşamayan diğer kabilelerin yok edilmesi için mazerettir. Belirli felsefenin yandaşları, Joshua’nın komutası altındaki İsrail Kavminden fertlerin Kenan Diyarındaki fertlerin soy kırılmasını meşru cinayet olarak görür.
Joshua, herhangi suçtan affedilmiştir, çünkü O, kabileye ait düzen ve onun genişlemesi için yaratılmış efsane varlığın emirleri altında hareket etmiştir. Bu eğitim yüzyıllar boyunca devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşında, “Gott mit US(Tanrı Bizimle) ” sözleriyle süslenmiş kemer tokaları giyen Alman askerlerini gördük. Günümüzde, Birleşmiş Devletler başkanı tarafından yapılan Haçlı Seferi için çağrıyla cevaplanmış Cihat çağrısı ile Allah adına yapılan intihar saldırılarını görüyoruz.
Hristiyanlar, “insanlığın günahları” için ölmüş ölümlü bedendeki insanın onların Tanrısı olduğunu ilan ederek kendilerinin suçlarını affederler. Bu tamamıyla iyi ve güzel, fakat insanlığın günahları kesin olarak neler?
Hristiyanlık günahların neler olduğunu açıklamaz, onlara önem vermemeyi seçer. Fakat bu belli belirsiz tarif edilmiş günahların bağışlanması için İsa’nın ölmesine sahip olarak, Hristiyanlar iki bin yıldır insanlık ve doğa üzerinde savaş sürdürmeye devam etmişlerdir. Hristiyanlık, kabile genişlemesi için kusurun insan vicdanını affetme suretiyle, parlak bir şekilde bütün günahları affetmek için bir inanç sistemi uydurdu. Amerikalı Yerlilerin soykırımı haklı çıkarıldı ve mantıklı kılındı çünkü bunlar, Orta Doğu gök gürültüsü tanrısına inanmayarak günahkar olmuş kafirlerdi.
Hristiyanlık, kendini Katolik, Protestan, Mormon, Metodist ve daha bir çok farklı kabilelere bölmüştür.
İslam, Musevilik ve Budizm de, diğer bütün dinlerde olduğu gibi kabilelere bölünmüştür. Bölünme için sebep aslında politik veya ahlaki zeminler üzerinde kabilelerin yön değişimini haklı çıkarmaktır. Anglikanizm İngiliz Kralının ayrılmasını haklı çıkarmak için yaratılmıştır. Reformcu Musevilik, Siyonizmi doğrulamak için yaratılmıştır. Var olan dinler bazen değiştirildi veya yeni dinler esasen kişisel inançların ne olduğunu birbirine uygun hale getirmek için yaratıldı. Örnekler, Joseph Smith komutası altındaki Mormonlar, David Koresh komutası altındaki Branch Davidianlar ve Ron L. Hubbard tarafından yaratılan Scientology.
Bununla birlikte insanlığın dinlerinin hepsinde tutarlı olan ve değişmeyen bir şey Maymun Tanrı Ruhaniliği üzerinde temellendirilmiş olmalıdır. Hepsi insan merkezci konsepte saygı gösterir ve Tanrılar hep insan şeklindedir. Bu şaşırtıcı değildir çünkü bütün Tanrıları insanlar yarattılar. Hayret verici olan şey, hala bu insanmerkezci bataklığın dışına evrilememekteyiz. Ve hayret verici olan, bizim mahvolma sebebimiz olacak insanmerkezciliği bırakma başarısızlığıdır. Hatta hümanizmdeki inanç, bir tanrıyı reddederken, hala insanlığı merkezi olarak düşünür ve insan bilimi ve mantığından kurtuluş arar.
Maymun tanrıların altarının üzerinde, bitki ve hayvan türlerini kurban ediyorduk ve kendi çocuğumuzu kurban ettik. Bu sebeple, üç büyük din Musevilik, Hristiyanlık, ve İslam’ın dayanağının, Tanrıya oğlunu kurban etmeye karar veren Sümer Atası İbrahim ile başlaması uygun bir hale getiriliyor.
Bu üç dinin taraftarları için, kendi inanç sistemlerinin karı için canlıları kurban etmek bu güne kadar sürer.
Bu sebeple son atmış beş milyon yıl içersinde meydana gelen en büyük türlerin kitlesel olarak neslinin tükenişinin orta yerindeyiz. Bu sebeple, diğer bütün türlerin devam edebilme kapasitelerini çaldık ve onu bir türün egemenliği altına yerleştirdik – kendimizin. Bu yüzden, kimyasal kirleticileri nehirlere, göllere ve okyanuslarımıza boşaltıyoruz. Bu yüzden, düşüncesizce kendi sayımızı ekolojik felaketin uçurumuna doğru yarışan yaban sıçanı gibi arttırıyoruz.
Eğer geri bir adım atar ve kendimize objektif olarak bakarsak, ne görürüz? Tarafsız gözlemcinin görebileceği şey, kendi kolektif aklı içersinde tanrısal hikayeler olmuş kendince yüceltilmiş, kibirli, çıplak kuyruksuz maymundur.
Hemen hemen bütün diğer türleri defettiğimiz, köleleştirdiğimiz ve evcil etiketi yapıştırdığımız o türler için verilmiş kanaat dünyasında var oluruz. Evcil sığırlarımız, şu an diğer bütün toynaklılar familyasının birleşmesinden sayıca fazladır. Evcil kedi ve köpek popülasyonlarımız bütün dünyanın fok, kurt, aslan, kaplan, ve jaguar popülasyonlarının birleşiminden sayıca fazladır. Egzotik türün başlangıcı ve ebedi-genişleyen insan popülasyonunun büsbütün sıkıntısı ile dünyadaki her eko-sistemi gerçekten dengesizleştirmekteyiz. Virüse ait bağışıklık sistemlerini güçlendirerek ve doğal sınırlama faktörlerini ortandan kaldırarak virüslerin mutasyonu için ortamlar yaratmaktayız. Virüs türlerinin bazıları için geleneksel ev sahiplerini ortadan kaldırarak, kendimizi onlar için bulaşacak yeni ev sahipleri olarak sunduk ve böylece hayatta kalmak için türden türe atlayan virüs türlerine sahip olduk ve çoğu büyük sayımıza çekildi.
Mitlerimiz, dinlerimiz, felsefelerimiz ve inançlarımız bize muvaffak olamadılar. Gezegen eko-sistemi zayıflatıldığında, biz insanların da zayıflatıldığını unutuyoruz. Bizlerin hominid olduğunu ve hominidlerin bütünüyle başarılı olmadıklarını, bizlerin hominid primatların son kurtulan türleri olduğunu unutuyoruz.
Türümüz unutma ve uyarlamada büyük bir yeteneğe sahip olmaktadır ve bencilliğimiz, bize günümüzde eylemlerimizin geleceğinin sonuçlarını anlamazlıktan gelmek için izin verir.
Suyu kirletmeye uyarlandık. 30 yıl önce, su musluktan gelirdi. Bugün, suyu şişelerde satın alırız, ve litre değeri neredeyse benzinin dört katıdır. Balık türü azalırken, biz, yirmi yıl önce cazip olmayanı bugün değerli bir şey yapmak için reklamdan yararlanıyoruz. Örneğin, kalkan, morina, mezgit balığı bolluk içindeyken hiçbir ticari değeri olmayan bir balıktı. Bugün, kalkan, midye Paris veya New York restoranlarının mönüsündedir ve geleneksel olarak çok pahalı balık unutulmaktadır. Azaltmaya uyarlanıyoruz.
1950lerde, sadece elli üç yıl önce, dünyanın insan popülasyonu üç milyardı. Bugün altı buçuk milyarın üzerindedir, doğuşla ikiye katlanıyor. Bu altı buçuk milyarın üzerindekilerin çoğu şu an 25 yaşın altındadır ve bu, 2050yle beraber on üç milyara bir katlanma ve 2100yle birlikte yirmi altı milyara bir katlanma anlamına gelir. Henüz bunun bilinci kitle medyasında anılmıyor çünkü dinimiz insan yaşamının mukaddesliği için haykırır ve Dünya üzerinde bütün türler için yaşamın kalitesini gezegeni kaplamak için insan yaşamının niceliği ile yer değiştiririz gibi devamlı genişlemeyi nasihat eder. Ve insan yaşamının mukaddesliği için çağrıya rağmen, savaş, kıtlık, hastalık, ve sivil mücadele sayesinde diğer insanların küresel olarak yığın halinde katledilmesi ile devam ederiz.
Eğer hayatta kalacaksak ihtiyacımız olan yeni bir hikaye, yeni bir mit, ve yeni bir dindir. İnsanmerkezciliği, biyomerkezcilik ile değiştirmemiz gerekir. Bütün türleri içine alan ve doğayı kutsal ve saygıya layık olarak kabul ettiren bir din kurmamız gerekir.
Hristiyanlar yaratıcıya değil yaratılışa tapınarak bu fikri ifşa ettiler. Hala, yaratıcının adında, yaradılışın yıkımını savundular. Doğru olan şey bu yüzden, yaradılışı bilebilir, onu görebiliriz, duyabiliriz, koklayabiliriz, hissedebiliriz ve deneyimleyebilirizdir. Ayrıca onu besleyebilir ve koruyabiliriz de. Yaratılışın gerçek hikayesini bilemeyiz ve asla bilmeyeceğiz, pek muhtemel çünkü asla bir yaratılış yoktu. Her zaman sonsuzluk vardı, sonsuzluk var, ve sonsuzluk olacak.
Koruyuculuğun insan merkezci fikrini reddederiz. Bu, bir kere tekrar insan üstünlüğüne götürebilen bir fikirdir ve hakikaten açıkça, her zaman alçak muhafızlardık.
Dinler kurallar üzerine temellenir ve bizim zaten doğa üzerinde temellenmiş din kurumu için işleyen kurallarımız var. Bunlar, Ekolojinin Kanunları. Dünyanın tüm tarihi boyunca, doğal ekolojik kanunların sınırları içersinde yaşamayan tüm türlerin soyu tükenmiştir. Kanunlar içersinde yaşayanlar, hepsinin dengesini altüst eden diğer türler tarafından karışma istisnası ile başarı kazanmışlardır.
Birincisi, Çeşitlilik Kanunu. Bir eko-sistemin gücü onun çeşitliliğine bağlıdır. Günümüzde gezegenin canlı türlerine en büyük tehdit biyo-çeşitliliğin artan yıkımıdır. Bunun ana sebebi diğer 3 kanunda bulunabilir.
İkinci kanun, Karşılıklı Dayanışma Kanunudur. Bütün türler, birbirleri üzerinde birbirlerine bağlıdırlar. Sierra Club kurucusu John Muir bir zamanlar dediği gibi, “gezegenin her hangi bir parçasını çektiğinde, onun samimi bir şekilde gezegenin tüm diğer parçalarıyla bağlantılı olduğunu bulacaksın.”
Üçüncü kanun, Sınırlı Kaynaklar Kanunudur. Her büyümesi için limitler vardır çünkü her eko-sistemin taşıma kapasitesi için limitler vardır.
Ekolojinin dördüncü kanunu, Türün, diğer türlerin herhangi bireyi, veya bireylerinin grubu üzerinde üstünlüğe sahip olması kanunudur. Bu türün hayatta kalma haklarının, sınırlı kaynaklar kanunun ötesinde türü kullanmak için herhangi birey veya grup üzerinde üstünlük almalıdır anlamına gelir.
Bu insanlık için ne anlama gelir? Her insan faaliyetinin, çeşitlilik, bütün diğer türler için kaynakların hazır bulunması, bütün diğer türler ile ilişkiler ve bütün diğer türlerin hakları üzerinde sahip olacağı potansiyel bilinç tarafından yol gösterilmelidir anlamına gelir.
Dünyanın koruması, konuşması, ve saklanması başta gelen insan kaygısı olmalıdır. Dünyayı, eko-sistemlerini ve türlerini kutsal olarak görmeliyiz.
İnsanmerkezci kültür, bir çoğumuza insanmerkezci inanışları kutsal olarak öğretmiştir. Böylece, Mekke’deki Kara Taşa tükürme veya Kudüs’teki Ağlama Duvarını yıkıcı girişimde bulunma veya Vatikan’daki bir mermer heykele saygısızlıkta bulunma günaha girme olarak göz önünde bulundurulmuştur. Eğer herhangi bir insan bu şeylerden herhangi birisini yaparsa, onların çabucak ve şiddetli bir şekilde icabına bakılacaktır ve insan merkezci toplum onların öldürülmesini ve cezalandırılmasını haklı olarak alkışlayacaktır. Lakin keresteciler Amazon ormanlarının kutsiyetine saldırdıklarında bile, insanlık çok az şey söyler. Taliban, Afganistan’daki iki tane 800 yıllık Budist heykelini yok ettiğinde, dünya fena surette bozulmuştu ancak Kaliforniya’daki üç bin yıllık diri “redwood” ve sekoya ağaçlarının sebepsiz katledilmesi için nispeten çok az protesto vardı.
“Redwood” ağaçlarının insan yapımı dini heykellerden daha kutsal olduğu, kuş veya kelebek türünün bir ulusun hükümdarlık mücevherlerinden daha değerli ve daha fazla saygıya layık olduğu ve kaktüs veya çiçek türlerinin hayatta kalmasının piramitler gibi insanın gururlanması için tarihi anıtların hayatta kalmasından daha önemli olduğu bir felsefe geliştirmeliyiz.
Ekolojinin kanunları ile, yeni bir biyomerkezci, ekomerkezci dünya görüşünün esası olarak, özdeşlik duyusu sağlamaya bakabiliriz. Dini kimlik evvela kabileye ait, insanları gruplara veya mezheplere bölen, birbirleri ile araları açıktır. Biyomerkezi kimlik tamamen farklı bir şeydir çünkü hep içine alandır.
Türler arası eşitliğin kabulü, gezegene ait olmanın duyusunu kabul eder. Bütünün parçası olmak, yaşamın biyosferik ailesinden yabancılaşmış ve ayrılmış kendi oluşumuz gibi yalnız türce sebep olunmuş yabancılaşmadan özgür olmaktır.
Yeni bir dine şekil veren bu devrimci yaklaşım ile, kurallarımız ve ait olma duyusuna sahibiz. Üyelik çok-türlülük olduğundan ve bütün ekosistemleri içine aldığından, bir kilisiye gerek yok. Gezegen kendi kilisesine dönüşür.
Bununla beraber, yeni hikayeyi mümkün yapmak için bir şey kaldı. Bir miras, yaşamak için bir neden ve yaratmak ve yetiştirmek için bir neden.
O neden, Kontinuum içersinde bulunabilir.
Kontinuum, çoğu yerli kültürleri tarafından anlaşılmış biyomerkezi bir kavramdır. Her şeyin birleştiriciliği, bağlayıcılığının anlaşılması dahilinde yaşamaktır. Önce gelmiş her şey ve sonra gelecek her şey bir ve aynıdır. Geçmiş, şimdi, ve gelecek aynı nehrin farklı uzamıdır. Bir nehirdeki suyun molekülleri gibi, geçmişte kalan canlı varlıklar, şimdiki canlı varlıklar boyunca geleceğin canlı varlıklarına bağlıdır.
İnsanmerkezcilik zamanın akışı ile insanı gidişin dışına çıkartmaktadır. Ataları ile bir bağlantıları yoktur ne de kendi geleceğin çocukları ile yakınlık hissederler. Tüm diğer türler ile yakınlık gerçekten kayboldu.
Kontinuum, yaşamın nehrine kılavuzluk etmek için rehberdir. Kontinuum olmadan, yaşam bir yöne sahip değildir ve ekolojik kanunlara aykırı düşer.
Biyomerkeziyete yönelmiş insan doğal olarak geçmişin insanları ve türleriyle alakalıdır. İnsanmerkezci insan, hareketlere ve büyükbabaların hayatlarına veya bazı koşullarda, hatta ebeveynleri için az endişe verir.
Biyomerkezi perspektif, bağlantının anlayışını yarına götürdüğü için gelecek içersinde bir görüşe izin verir. Bu suretle, fikir gelecek nesiller için faaliyetlerin sonuçlarına verilmiştir, çünkü neticenin bilgisi gerçektir. Bugün yaptığımız şey bugünden bin yıl sonra, on bin yıl sonrası için gezegenin durumunu belirleyecektir. Biyomerkezci yalnızca kendi neslinden çocuğu değil, aynı zamanda şimdi ve yarında arasında doğrudan bağından dolayı gerçeklik olacak kadın tarafından doğurulmuş bebek, çocuk, ve yetişkini de sever.
Dünyada doğar, Dünyaya döneriz. Ayaklarımız altındaki toprak bütün türlerin atalarının maddi gerçekliğini kapsar. Geçmişin toplu sona eren hayatları olmadan, daha az toprak olurdu. Bu nedenle, toprağın kendisi toplu soyluluğumuz-ecdadımızdır ve bu yüzden toprak bizim için kutsal olmalıdır.
Dünyanın suyu, gezegenin kanıdır ve onun genişliği içersinde bir zamanlar tüm türlerin atalarını hücrelerini canlandırmış suyun molekülleri bulunacaktır. İçtiğiniz su bir zamanlar dinozorların kanları boyunca akmış, veya Prekambriyen eğrelti otları tarafından içilmiş, veya mamutun idrarı içinde atılmıştı. Su, onun gezegene ait dolaşım sisteminin parçası olarak tüm canlıların hayatlarınca kullanılmıştır. Tüm hayat suyu kapsar. Bu yüzden su kutsaldır.
Soluduğumuz hava sayısız solunum sistemlerinin içinden geçmiş ve böylelikle kimyasal olarak bitkiler ve hayvanlar tarafından istikrar kazandırılmıştır. Önceden ölen hayatlar olmadan, soluyacak hava olmazdı. Geçmişin yaşamı atmosferi besledi. Bu yüzden hava kutsaldır.
Gerçekte, hava, su, ve toprak biyomerkezi perspektifte kutsiyetin üçlü birliğini teşkil eder.
Şimdiki yaşamlarımız, geleceğin yaşayan varlıkları için kutsal olmalıdır.
Bu fikri yeni bir din olarak ileri götürüyoruz çünkü doğal dünyanın bahçesine dönmemiz gerekiyor. İnsanmerkezci düşünceye, bunun gibi karmaşık ve ters hal ve hareket davranışlarında bizim dünyamızın algılarını küflendiren homo-yönelimli değerlerin bahanesine benzer bu matrikse karşı isyan etmemiz gerekiyor.
Bizi yaklaşık on bin yıldır şekillendiren insanmerkezci dini inanışlardır. Fakat on bin yıl türümüzün tarihiyle kıyaslanınca hiçbir şeydir. Evet, bu on bil yıl bize teknoloji, konfor, ve üstünlük verdi. Ayrıca katliam, türlerin yok oluşu ve ekolojik yıkım verdi. Değer çok yüksek.
Fakat şimdi bizler, insanmerkezcilik içersinde girişimlerimizin pozitif keşiflerini unutmamak ve negatifi reddetmek için eşsiz bir pozisyondayız. Negatif aslında insanmerkezci dini inanışlardır.
Eğer kabileciliği ve insanmerkezciliği ortadan kaldırır ve eğer ekolojinin kanunları içersinde yaşar ve Kontinuumun rehberliğini benimsersek, yoldaş dünyalılar olarak adlandırabileceğimiz, ve adlandırmamız gereken diğer milyonlarca tür ile gezegen üzerinde uyum içersinde yaşarken bulacağız.
Şair BerzanKayıt Tarihi : 16.6.2008 16:16:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Önemli Not :
İşbu yazının kaynağı ''www.hayvanozgurlugu.com'' isimli sitenin forum sayfalarındadır.
Söz konusu yazının altında yazarlarını ve kaynaklarını belirtmiş olmama rağmen ya sistem, ya da sayfa editörleri tarafından belirttiğim kaynaklar silinmiştir... / Suçlunun(!) hangisi olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok.../ Bu boktan durumun neden olduğundan ve de nereden kaynaklandığından da...
Velhasıl-ı kelâm, durup dururken adımızı hırsıza çıkaracak olması ihtimalinden dahi korktuğum bu durumu ''Yetkili Şair'' olmadığım için düzeltme şansımın da olmamasından dolayı (maalesef) bu yorum kutusu altından yapıyorum...
Yapıyorum; çünki yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi adına bu uyarıyı yapmak durumundaydım... //
İzanınıza...
Dostlukla...
Dip Not : Söz konusu yazılara ve tüm kaynaklara yukarıda verdiğim linkten ulaşılabilir.../
B E R Z A N
*
TÜM YORUMLAR (1)