%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%%
Aşığım ay vurgunuyum
Kara sevda yorgunuyum
Abu derya durgunuyum
Dolar taşarım kime ne
Son bir iki yılda yazdığım beş altı yüze yakın veya fazla şiirim olmakla birlikte ‘’kitapsız şairler! ' denim. Mason değilim. Lions Kulübüne üye değilim; Kültür Bakanında tanıdığım da yok. Halkımız öyle şiir de okumuyor ki. Şiirlerimi noterde tescil ettirecek parayı ancak bulabiliyorum. Belki de biraz geç gelmişim dünyaya diye düşünüyorum. Hani şu ''Sanataın içine tükürülmediği''; şiire sanata gerçek değer verildiği; yoldaşlık, ülküdaşlık gibi duyguların olduğu; köylerde keşikle iş yapmanın, yani vicdanın, yani sevdanın, tedeavülden kalkmadığı; bir de şerefsizlerle, namusuzlarla, rüşvetçilerle, vurguncularla, katillerle yurdum insanının gurur duymadığı zamanlarda hani.. belki de hepsi o zaman da vardı da tek seseli ülkemizde biz duymuyorduk.
Heder olmaksa kaderim
Kül olmuştan da beterim
Alıp başımı giderim
Kara sevda yordu beni
İlk şiirimi orta birinci sınıfta yazdım. Yeşilay’la ilgili bir şiirdi sanırım.. Babam sıkı tiryaki olduğu için sigarayı çok iyi tanıyordum. Hele babama olan arkadaşlığını, bir göz evde genetik olarak alerjisi olan bize çektirdiklerini çok iyi biliyordum..
Şöyle bir baktı: ‘ Bu şiiri sen mi yazdın? ’ dedi.
Fena bozulmuştum. Hani zaten köylücek potansiyel suçluyduk şehirlilerin gözünde. Nedense bizim köylüleri hiç sevmezlerdi o zamanlar Anamurlular. Hani şu meşhur Toros Canavarı’nın çıktığı günlerdi. Bizim köyde ve yakın köylerde birçok adam öldürme olayları olmuştu Zaten bu olaylardan nedeniyle terk etmiştik köyü. Bu olaylardan dolayı uzun süre bırakmadı bu düşmanlık bizim köylüleri hep bir korku karışımı nefretle baktılar bize.Öğretmenlerimiz de dahil. Hep hissettirdiler bizlere bunu. Hatta açık açık yüzümüze söylüyorlardı. Yoksulluk bir yandan, sicilimiz bir yandan bu kompleksle, bir şey derler de onurumuz kırılır, gururumuz incinir korkusuyla büyüdük hep.
Öğretmenime bir türlü ispatlayamadım o şiiri benim yazdığımı. Ancak öğretmenim de benim yazmadığımı ispatlayamadı. Yediğim dayak, gördüğüm hakaret yanıma kar kaldı.
Sadece o mu hatırlıyorum okuyan her öğretman: Bunu sen mi yazdın, Hadi canım sen de, diyordu. Sanki suç işlemiştim. Belli ki öğretmenler kendi aralarında kararı almış, cezam kesilmişti. Ceza olarak: O şiir alınacak, şöyle bir gözden geçirilecek. ‘Hadi canım sende; git oradan, bunu sen mi yazdın’ denilecek.
YÜREĞİMDEKİ YARA ÇOCUKLUĞUMDAN KALMA
Sevgilim
Sorma bana
kimsin nesin
Nerelisin
Nerden geldin
Nereye gidersin
Beni yorma
Bana bir şey sorma
Yürek yangısı
İlk göz ağrısı Nedir bilirsin
sen de oralardan gelirsin
Yüzümdeki çizgiye
Gözlerimdeki ize bak
çıkarabilirsin
Kolayına kaçmadan
Küllenmiş yaramı açmadan ama
Bakıp da sıkılmış yumruğuma
Hükmetme hırçın olduğuma
Beni asi
Beni öyle huysuz
Beni belalı
Beni öyle sevgisiz sanma
Yüreğimdeki sızı
Saçımın beyazı
On sekiz yaşımdan kalma
Bir kere hükmetmiş aklıma
Onun için hırçınım böyle
Alınganlığım ondan
İmirsem
Bir damlacık uyusam
Bir sevda ki ne sevda
Sevginin serildiği bir dünya
Barışa, kardeşliğe dair
Bir vedia
Zalim ve mazlum arasında
Diş dişe ölesiye
Kıran kırana kıyasıya
Bir kavga girer düşlerime
Götürür beni
Çocuk hayallerime
Gençlik gülüşlerime
Sevgilim
Gidiyorum işte
Seni aşka
Seni sevdaya
Seni bambaşka
Bir dünyaya davet ediyorum
Sen bilirsin
İstersen
Tutup da elimden
Yanımdan yürürsün
İstersen
Silersin anılarından
Hatıra defterinden
Ama
Dön deme bana
Tükenir telef olurum
Zelil zebun olurum
Dağlara düşer
Deli olurum
Yaşayan ölü olurum
Eririm biterim o zaman
Bu nasıl irade
Bu nasıl ferman
İşte sevgilim işte
Bitişimin mührüdür o an
Dingili kopmuş
Dengesi bozulmuş
Devri dönmüş bir dünyada
Sığmazken yere göğe
Dur denir mi
Yaralı yeminli bir yüreğe
Hani hep
Kuş gibisin, derdin ya
Benim de durmamak düşmüş payıma.
Tuz basma yarama
Arama beni sorma
Beni boş yere yorma
Ağlatırsın
Yaramı kanatırsın sonra
Hoşça kal bir tanem hoşça kal
Seni dağlara
Denizlere
Rüzgarlara
Seni
Gülen aya
Göz kırpan yıldızlara
Oğullara kızlara
Seni buralara
Seni
Çocuk gülüşlere
Gülüşünden vurulmuş düşlere
Yarım kalmış türkülere
Seni sana
Seni sevdalara emanet ediyorum
Hoşça kal bir tanem hoşça kal
Takıp da gülüşünü dalıma
Sevgini kanadıma
Gidiyorum aşkım
Adını tadını
muradını alarak yâdıma
Kelebek olup ıslanmaya
Nehir olup uslanmaya gidiyorum
Baka baka ardıma
Gidiyorum bir tanem
Gidiyorum gök kuşağının ardına
Bilirsin
Bu iflah olmaz bir aşk
Yüreğe düşen Leyla’dır
Devasız bir dert
Bu bir bela
Bu bir karasevdadır bilirsin
Belki de
Korkuların
Korkulukların
Sahte
Sıvama
Yamama tüm güzelliklerin
Tükürüp yüzüne
Kim bilir belki de
Kendinle yüzleşirsin
Dedim ya sen bilirsin
Yüreğimdeki sızı
Çocukluğumun izi
Şuramdaki yara da
On sekiz yaşımdan kalma
Kim bilir
Belki arkamdan gelirsin
Belki de gelip bana yetişirsin
Değilse
Arama beni sorma
Kanatırsın sonra
Mahmut NAZİK 29.04.2009 Mersin
Şiire, o ilk şiirimden sonra bir süre ara verdim. Yani emekli olana kadar. Yaklaşık otuz sene!
Zati ülkemde hep öyle değil mi? Kimse yeteneğine göre bir meslek seçmez. Anamızın babamızın hayaline, hülyasına; kendi olamadıklarına ya da tesadüflere göredir mesleklerimiz. Onun için de ne bir buluş yapabiliriz, ne de bir yenilik. Okullar mı; adete bir yetenek törpüsü gibi işler hep.. Matematiği iyi olan, bir Anadolu veya fen lisesini kazanan çocuk, zeki; değilse geri zekalıdır…
Hani Evren paşamız da resme başladı ya. Öyle işte. Nerden çıktıysa o içimdeki çocuk doğuverdi kırk beş yaşımdan sonra ve başıma tebelleş oldu. Oysa onu o öğretmenim öldürmüştü aslında.
VİCDANİ REDÇİ
Vicdani retçiyim ben
Vicdanım elvermiyor
Zincir vurulsun sevgiye
Yüreğim götürmez
Midem bulanır riyaya
Kabul etmez bir türlü
Zalimin zulmüne
Desem ki
Seviyorum ben
Acırım celladıma bile
Nefretinden bana ne
Ya öl
Ya öldür derler
Koymazlar vicdanı kendi haline
Desem ki
Şu dünyaya geldim geleli
Ölümüne severim
Her güzeli
Ya çirkine ne demeli
Gereği var mı söyle
‘Ya sev, Ya terk et! ’
Derler yine
Bayrak değil
Toprak değil
Ölüm değil
Özgürlük değil
Diyorlar ki diz çök eğil
Ölmeden öldürüldüğüme yanmam da
Ama sen gel de
Boyun eğ zalimin zulmüne
Bu adamlık değil
Yiğitlik değil
Hoşgörü hiç değil
Sen gel de
Çek çekebilirsen sinene
Sen yalancı
Sen yavşak
Sen gevşek
Sen şeddeli eşşekmişsin bana ne!
Bilirim ne desem boş
Bakmazlar ne dediğine
Kurt olmaya gör
İştahın çekerse kuzuyu
Her şey bahane
Şeytan hükmetmiş bir kere
Sözün geçmez yüreğine
Ne demeli bilmem ki
Vay senin
Edebine
Erkanına
Yuh olsun
Törene
Terbiyene düzenine
Yuh olsun
Dolabına değirmenine
Ona ayar
Ona düzen verene
Hangi vicdana sığar bu
Hangi kitaba hangi dine
Tanrı bile sevmez de kötüyü
Atar cehennem ateşine
Vicdani retçiyim ben
İnsafı kurusun
Şeytanın şahı
Ferman çıkarmış ölümüme
Mahmut NAZİK 21.04.2008
MERSİN
Ha üçüncü sınıf sınıftan beridir solcuyum. Ortaokul öğretmenime göre de vatan hainiydim. Vatandan sürülmem, ipte sallandırılmam gerek.! Nasıl mı?
O dönemde köyden gelip şehirde çocuk olmanın ne demek olduğunu siz bilmezsiniz. Köyden yeni gelmişiz şehre, yoksulluk paçamızdan akıyor. Kör olsan kokusundan anlarsın yanından geçenin ekonomik durumunu hani.
Her yanlarımızdan utanıyoruz. O iyi giyimli, bakımlı, pantolonlu; o zamanki adıyla alaburus tıraşlı şehir çocuklarını gördüğünüzde; hani yazıda unutulmuş sahipsiz sokak köpeği duygusunu yaşarsınız. Gördünüz veya dikkat ettiniz mi bilmem genelde kuyruğunu iki bacağı arasına kıstırıp da gezerler. Ufacık bir çocuğun bile yanından geçmeye korkarlar. Yanından geçerken yan gözle bir yandan da seni kollarlar.
Şimdilerde TV şehri köye getirdiğinden şehire inen çocuklar kendini o kadar kötü hissetmiyor.o kadar kötü, korkak olmuyor.
O psikolojik durumu sokak çocuklarında gözlemliyorum sadece. Genelde bir kaçının bir arada gezmesi de korkularından, sizden ve utandıklarından; korunma, hayatta kalma içgüdüsündendir.Bir de sizlere rahatsızlık verdiklerinden kendilerinden utandıkları içindir. Her neyse...şimdi gelelim vatan hainliğime:
Bizim okul yıllarında öyle kitap kaplığı felan bulunmazdı. Belki de vardı da parası olmadığından annemiz, babamız.alamazdı. En sağlam, en lüks kaplık çimento kağıdıydı, ya da şeker poşetiydi ama o da herkesin eline geçmezdi hani. Nerden bulduysam defterimi vatan adlı bir gazete kağıdıyla kapladığımı hatırlıyorum. şehre ilk defa gelmişiz.Gölgemizden korkuyoruz. Kimsenin yüzüne bakmaya cesaret edemiyoruz.
Allah’ın da bir Muhammedin Resulu olduğunu, sureleri, duaları; elhamdülillah Müslüman olduğumuzu, Ölünce kabire girer girmez sorgucu meleğinin soracakları soruyu, orada ona ne cevap vereceğimizi, zaten ezbere biliyoruz. Hatta Tebbet’in, Rabbiyasır’ın, Sübhan eke duasının Türkçe farklı meallerini; Yani teebet ile tepişmişiz; kulhuvalla ile gülüşmüşüz. Kulya, bizi kurutmuş; Süphan eke süm süm teke
Ala oğlak gır deke. Rbiy yasır
Öte yanından beri asıl, berisinden öye asıl; köyde bir şey yok sen buna bak asıl.… işte bu gibi kuran meallerini, yorumlarını bile biliyoruz.
Bakmayın şimdi bir seksen dört boyum olduğuna. Gıdasızlıktan mıdır, ilk okula beş yaşımda falan başladığımdan mıdır okulun en bücürüyüm. Tam da öğretmen masasının önünde oturuyorum.
Kafamızda Sırmalı, önünde sarı güneş renkli yalbır yalbır yanan meşe dallı, general kepi gibi şapkamızla; üstümüzde en en az üç yıl giyilmek üzere alınmış, zaten ruhen yokken içinde kaybolduğumuz; kendi kalıbımızdan üç beden büyük giysimizle..Daha okul bir, ders bir demişiz.
Kendimizi tanıtıyoruz. Sıra bana geldiğinde, belki korkudan, beklide utandığımdan elimi koyacak yer bulamamaktan mıdır, yoksa belki de bak ne kadar güzel kapladığımı öğretmene göstermek istediğimden midir nedir; adımı, köyümü öğretmanae söyleyip, kendimi tanıtırken defter öğretmenin dikkatini çekmiş olacak ki; birden yerinden fırladı.
Sen misin o gazeteyle defterini kaplayan. 'Siz zaten vatan hainisiniz! Siz zaten din iman düşmanısınız!
''Senin gibileri bu okuldan değil Türkiyeden sürmek lazım! ' Bir ders boyunca, Salih Aydın adında ki İngilizce öğretmenimden takme tokat dayak yediğimi; o kadar öğrencinin gözleri önünde sıraların altında süründüğümü; sanki sana saldıran bir çoban köpeğine taş atarsın da köpek büyük bir kızgınlıkla o taşa atlar da ısırır, çiğner, parçalamaya çalışır ya: işte öylesine defterime saldırıp parça parça ettiğini hatırlıyorum.
Hem de niye dayak yediğimi,vatan hainin ne olduğunu bilmeden. Hem de bir ders boyunca dövülüp gözümden bir damla yaş gelmeden. Şok olmuşum her halde.
Oysa ne de çok özenmiştim, o kıpkırmızı çerçeve içindeki 'Vatan ' yazısını defterimin ön yüzüne çaprazlama getirebilmek için…
Ama anne babamız rabbimizi, peygamerimizi, galü beladan beri Müslüman olduğumuzu, Malımızı haraçtan, başımızı kılıçtan korumak için Müslüman olduğumuzu öğretmiş de bir şeyi öğretmemiş: kitabın vatan gazetesiyle kitap kaplamanın büyük günahlardan olduğunu.
Kaplarsan, fincancı katırını ürküteceğini, bir ton sopa yiyeceğini…
Oysa hiç de kafir değildim: Din düşmanı hiç değil. Hatta beş vakit namazlı dini bütün biri bile sayılabilirdim. Akşamları, Şimdi İslam Yaşar adıyla dini bir gazetede yazı yazan, kitapları olan; o zaman yakın köyden gelip tek göz bir evde ana yook, baba yok, okumaya çalışan; komşu Kızılca Köyünden liseli Seahattin Yaşar ağabeyi vardı. Boş zamanlarında Nur Cam denen bir camcının yanında çalışardı. Kalan zamanlarında da mahallenin odununu kırarak harçlığını çıkarmaya çalışırdı. Bizim ev bir göz odada yedi nüfus kaldığımız, ve derse çalışamadığım için,akşamları yanına gidiyordum. Evinde hem derse çalışıyordum hem de birlikte beş vakit namaz kılıyorduk.
Aileme söyleyememiştim. Öyle ya vatan hainisin, asılacak adamsın; daha doğrusu adam değilsin. Bir arkadaşım söylemiş. Sırtımdaki morlukları anam gördüğünde, kalan yerimi de o morarttı dayaktan.
Şimdi anladınız umarım ülkemin okumuşlarının neden koyun gibi güdüldüğünü. O kadar haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, namussuzluk olduğu halde gıklarının çıkmadığını, yada sopası olanın yanında yer aldıklarını.
Sınıfımın en başarılı öğrencisi olduğum halde yıllarca vatan haini olduğumun aşağılık duygusu, utancıyla yaşadım. Ama neden ''VATAN HAİNİ! '' olduğumu bir türlü bilemedim.
Ta ki lise son sınıfta sınava gittiğimde Ankara garında o 'VATAN' yazısını ikinci defa görüp de Vatan gazetesini alıp, okuyana kadar. Ama dokuz sene bunu hiç unutmadım... Hatta sesim oldukça güzeldi. Okul korosuna seçilmiştim. Sene sonunda vatanla ilgili türküler, şarkıları söylemekten utandığım için, okul gecesinden kaçtığımı, bir zılgıtta müzikçiden yediğimi hiç unutmam.
O güne Lanet olsun! Çünki o gazeteyi ikinci görüşümdü Ankara garı. O gazeteyi gördüm ya birden o günü hatırlatmış olacak ki yine bir şeyler olacağından korkmama rağmen, merakımdan bir gazete aldım. Okudum ama doğrusunu söylüyeyim mi hala da o gazeteyi okumakla, vatan haini olmak arasında bir bağ kurabilmiş değilim.. Çünki Kemalist çizgide, anti emperyalist, eşitlikten, özgürlükten yana bir şeyler yazıyordu, bir de Ankarada ellerinde, kırmızı zenin üzerine sarıyla yazılmış ‘Kahrolsun Amerikan emperyalizmi! , Yaşasın tam bağımsız Türkiye! ‘’ vb. pankart taşıyan öğrenci, işçi resimleri vardı..
Gazete dedim de bu arada bir kaç kerede abimden azar işittim o güne kadar. Bir keresinde beni Tercüman almaya gönderdiğinde; ben de gazete gazetedir deyip Cumhuriyet almıştım. Kadostro memuru olan yakışıklı abim: ' Git ulan, eşek oğlu eşek! Sen gomanist misin! ; Bu gazeteyi senin Sağır ismetine okut! '' deyip; Anamur’un o ağustos sıcağında, beni izimin üstüne 5 kilometre yere gazeteyi değiştirmeye göndermişti,. Eh, bir de gominisr olmuştum, Ziya agam sayesinde. (Bizim köyde ağa biyi değil aga derler.)
Yanlış hatırlamıyorsam, Anadol veya Murat taksi için kupon topluyordu abim. Amma yaşı yetmişe geldi, ne taksi sahibi olabildi, ne de bir bisikleti olabildi. Ama her ne kadar Cumhuriyet gazetesini sevmese de kadostro müdürlüğü felan yaptı yıllarca, onun arkadaşlarından bir çoğu ‘nerden buldular! ’ bilmem. Yat kat sahibi oldular, bir evi bile olamadı, Ziya agam hala kirada oturur. Haram bir çay içmediğini dürüstlüğünü anlatıp durur. Ancak asla kimseye, bize, çocuklarına bile anlatamadı keriz veya domuz olmayıp, dürüst olduğunu.
Bizim Anamur’da laf çok; ‘Oğlum senin akranların ilimonota oldu da istanbollarda içilir, sen hala olamadın da, turunç olmanın faziletlerinden bahsediyorsun’ diye dalga geçiyorlar. Onu gören de yine borç isteyecek diye görmezden geliyorlar..Yani sizin anlayacağınız:
Hayatı yalayıp geçti hani.
Sahiden ben lise ikinci sınıfa kadar bütün gazeteleri aynı sanıyordum. Zaten Anamur’da bir tek gazeteci vardı. o zamanlar, hergün gazete nerden gelecek:ülke gündemini iki gün geriden takip ederdik. Varıp sadece gazete ver derdim. O da ne verirse alır okurdum. Zaten ne okumaya fırsatımız, ne de gazete alacak paramız vardı. Okuldan gel tarlada çalış; kazmadan,kürekten çık okula git.. Dünyamız bu kadardı.
Annemin bir gün ağabeyime:’ Ay oğluşum, a çocuğum; hergün gazete alacağına, gittiğinde bir eşek yükü aslanda bir sene okusana! ’ dediğini hatırlıyorum. Hani bizi gazete almaya gönderiyorya, işten kalıyoruz annemin sıkıntısı da o.
Haa unutmadan, Ankara'dan o gazeteyi -Vatan'ı'- aldığımda boynumda bir ''Bozkurt'' kolyesini taşıyordum şerefle şanla. Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman bir gençtim.
Oradan bakanla görüşmeye gittim ''Halıma bakmadan! ''. Nereden bilirdim o kolyenin ve Tanrı dağı kadar Türk olmanın Ankara'da bir halta yaramadığını. Ankara'dan müzmin bir grip, bir de tuttuğunda beş dakika devam eden, otuz yıldır yakamı bırakmayan bir öksürükle döndüm evime. Hem de beş parasız. Çünki son kalan paramı da ön dişinde altı tane altın, diğer dişleri kalaylı ablaya verdim.; Ne yapıyım kadının hastası varmış, Garibanız, gariban halinden anlarız: Kocası hastahaneden çıkmış. Kars'a gidecek parası yokmuş. Siz olsanız vermez miydiniz?
İki sene sonra tayin için gittiğimde, yine aynı kadın benden tekrar Kars’a gitmek için para istedi!
Diyeceksiniz ki: Nasıl hatırladın, aynı kadın olduğunu? Öylesine zor durumdaki kadın unutulur mu hiç. Hatta ta ikinci defa yani iki sene sonra tekrar görene kadar kaç defa rüyama bile girdi. Kadına rüyamda taciz ediyorlardı otogarda. Bir türlü gücüm yetmiyordu ki zavallı teyzemi ellerinden Ankara'nın tacizcilerine, kurtaram.
İkincisi halamın kızına Kirez abama o kadar benziyordu ki! Gurbetlik bu ya, nerdeyse ellerine sarılacak Kucağına al da beni okşa, ısıt; yüreğime çöken hasreti söndür diyecektim..
Ankara'da kırmızı basma şalvarlı, esmer, ortaboylu,altın dişli bir kadın sizden para isterse,o benim halamın kızına benzeyen kadındır.Yardım edin ne olur. Belki de daha eşi hastahaneden çıkamamıştır; Kim bilir? Çünki kaç kere ankaraya gittiysem hep karşılaşmış, saflığıma gülmüşümdür..
Ama pişman değilim inanını, Bir daha olsa yine yapardım..
KERİZLİĞİ ARDINDAN GÖRÜNÜR
Bir üçüncüsü: kırk kişiyle gider olsak ve bir dilenci gelse önce benim yakama yapışır nedense. Bilmiyorum alnımda ne yazıyor.
Hatta geçenlerde arkadaşlarla mersin otogarındayız. Arkadaşlara bu olayı anlattım. Karşıdan bir dilenci çıktı. Yanımdaki arkadaşlarla, bu dilenci önce kimden para isteyecek diye bahse girişmişim. Dedim ki bakın bu dilenci önce kimden para isterse hepimiz ona 30 ytl verecek. Kabul ettiler. Adam sanki on ikiden hedef almış gibi o kadar kişinin içinde direk bana gelmez mi. İlk defe bir yararı olmuş, verdiklerimin azıcığı çıkardım dört kişiden. Ama ben dilencinin yakasına yapıştım. Dedim oğlum söyle nerden bildin benim keriz olduğumu. Neremde yazıyor. Hadi söyle. Adamcağız gidecek ben yakasına yapışmışım elli yılın merakı var, sorusu var bırakır mıyım.. Yahu abi, ık mık diyor. Adamcağız. Ben diyorum: hayır söylemezsen bırakmam. Adam gene bize tıraş kesmeye sen delikanlıya benziyorsun(yani kerize mi) .. Yok oğlum yemezler.
Elimdeki parayı gösterdim. Hadi söyle yarısı senin. Ama adam o kadar olmuşki. Abi Allah aşkına ben sana vereyim yakamı bırak diyor. Arkadaşlar kırılıyor gülmekten. Derken polis geldi. Ne oluyor beyler. Baktım o da bir öğrenci velimin babası..Durumu bilmiyor ya. Sandı ki dilenci bana askıntı olmuş. Oysa tam tersi. O sırada İnzibat Gönül Hanım (komşum) geldi. Ne oldu Mahmut abi.
Vel hasıl adam polis gücüyle zor kurtuldu elimden. Polise, gönül ablaya anlattım. Gülmekten ekonomik krizi mırizi unuttular, bir hal oldular….
AHLAK DERSİ
Yetmiş dörtte birkaç arkadaş yetmiş km yolu tepip Kıbrıs savaşı gönüllüsü olduk. Ancak bizi almadılar. Daha şeyiniz küçük dediler. bizde soramadık neyimizin küçük olduğunu. Hala merak eder dururum. Biz şehre gönüllü olmaya giderken, Kıprıs’ta atılan top seslerini duyan Anamurlu zenginlerin çoğu korkusundan Konya’ ya yada yaylaya kaçıyorlardı..
Ortaokulu Anamur orta okulunda birincilikle _en azından matematik ve fende birinci- bitirdim. Ama Lise birinci sınıfın birinci döneminde sekiz zayıfım vardı. Diyeceksiniz ki niye? Sanırım, hem yaşıtlarımla ekonomik yönden belki de uyum sorunum vardı, birde o kırmızı gömlekli kız yok mu, aşık olmuştum.
Lisede ahlak dersinin çıktığı sene idi, Erbakan, VE ARKADAŞLARININ henüz kayıp trilyon davasından yargılanırken, arkadaşlarının kimisinin millet vekili olduğu için yargılanamadığı; Meclis dışı kalan Erbakan hocamın dolayı hüküm giyip sayfiye yerindeki villasında cezasını çekmeden; Yani ülkemde değişim rüzgarları esmeden önce; Yani Yani bir rehberi Vaşinton’da beyaz saraya yüz sürüp ‘BİZİ DELİĞE SÜPÜRMEYİN KULLANIN’ demeden önce.. ‘Rahmetli Ecevit ve Erbakan'ın hükümet olduĞU; Halka yalakalık, pardon halkın ahlakını düzeltmek, ahlaklı nesiller yetiştirmek için ahlak dersi yeni konulmuştu müfredata. İyi ki kon muş değilse bu kadar ahlaklı, namuslu, vatanını seven insan lar yetiştirip; bu kadar adil, adaletli, yemeyen, götürmeyen hükümetlerimiz olmayacak, her bireyin ortalama yıllık geliri on bin dolar yani 15-16 milyar eski lira olamayacaktı. İşsizlikte, hırsızlıkta dünya sıralamasında ikincilik ödülü alamayacaktık.
Uzun lafın kısası verme çobana kızı Ahlaktan tek ders ikmale kaldım, otuz kırk solcu ve solcu sandıkları ve benim gibi bir kaç ta sağcıyla beraber.
Hep suç benim, biliyor musunuz. Kendim sağcıydım güya Zati ülkemizde herkes doğuştan sağcı ve elham dülillah Hıra dağı kadar müslümandır değil mi ki? Nasıl olmasın: Besmeleyle tohumu atılıyor. Doğar doğmaz kulağına ezan okunuyor. Arabi isim. Namaz kılmasa bile beş vakit ezan sesiyle- hem de hoparlörden kaç desibel kuvvetinde sesle- yatarken kalkarken, öğle, ikindi, ve günbatarken hatırlatılır. Olur ya unutursa. Evlenirken, karını severken… kapıdan çıkarken, yemek yerken… Kurtuluşu var mı? Hırsızdır, arsızdır, namussuzdur, rüşvetçidir, katildir, kahpedir, gavattır ama yine de ‘Elham Dülillah Müslüman’dır. Kimse bunlara bir şey demez. Hatta bu kutsal dava için katil ol, yakalanman, hapise girmen, söz konusu olmayabilir. Yıllarca dolaşır durursun nedense bir türlü yakayamazlar seni. Sanırım Rabbül Alemin yardım ediyor da görünmezliğe bürünüyorsun.
Kimi gariban katiller (pardon) ’katli vacipleri! ’ öldürenler, çok aleni ayıp etmiş de yakalanmışsa, ispatlanamadığı, hapisten çıkarken tezahüratlarla karşılandığı, makamlar, mekanlar verildiği çok görülmüştür.
Ama ezberlerin dışında bir soru sormaya görsün. Yandı yavrum keten helva. Ömür boyu çolun çocuğunun süründüğünün imzasını atmışsındır.
Eh, kimileri, sonradan kitap mitap okuyor; Sonradan şeytan şaşırıp solcu oluyorlar.
Ama Neyse, arkadaş arasında ayrım yapmamanın kurbanı olduğum için ikmale kaldım. İkmale kalmak bir şey değil, ahlaktan kalmışım, kimseye anlatamazsın ahlaklı, namuslu olduğunu. Tescil edildi bir kere, rapor bozuk çıktı.
O zamanlarda sene sonunda sanırım bir aylıktı okul kapandıktan sonra kurs vardı. Kulakları çınlasın öğretmenimin soy adı Mert'ti. Hergün o gelmeden tahtayı ‘Gazi MERT; namert’’ yazısıyla dolduruyorduk. Bir aylık kurs boyunca en az on kere disipline verildik. Böylece öğretmenimizin ahlaksız diye sınıfta koymasını haklı çıkardık. Ahlaksız olduğumuzu ispat etmiş oldu öğretmenimiz de Vicdanen rahattı artık. Bir ay kurstan sonra ahlakımız düzeldi ve biz de bir üst sınıfa geçmeyi hak ettik.
Sahi şu işini sağlam yapan; rüşvetin, namussuzluğun en az olduğu; Riyaya, göre değil de liyakatın övülüp, ödüllendirildiği, mesela vekillerin tayinle, tertiple uğraşacak zaman bulamadığı yani riyakat madalyası değil liyakat madalyalarının verildiği ülkelerde ahlak bilgisi diye bir ders var mıdır acep.
ANKARA ANKARA GÜZEL ANKARA
SANA GİTMEK İSTER HER BAHTI KARA
Vekil dedim de; yıl seksenli, doksanlı yıllar. SSCB'nin dağılmadığı, eğitimin, sağlığın, kültür giderlerini, bedava, işçilerin günde sadece altı saat çalıştığı; namusunun, arının olduğu; kadınlarının kızlarının; doktorlarının çalıştığı; herkesin lüks olmasa da işinin,aşının, orospuluk yapmak için yurt dışında pazarlanmadığı, yani Gorbeçev tencere satmazdan, reklama çıkmazdan, AMERİKADAN ÖDÜL almazdan az önce mi desem,yoksa o zaman mı desem.
Türkiyemizde,Devri iktidar Özal'lı yıllar. Semra Özalın papatyaları nın kabak çiçeği gibi açıldığı; kızına bir iş adamının Jaguar araba hediye ettiği,ve sonra gazetelerin baskısına dayanamayıp geri verdiği, Yine Semra Hanıma takılar vb. hediyelerin verildiği, oğlu Ahmet'in 'bir dikili ağacının bile olmadığı' Megiç boks muydu adını tam hatırlayamayacağım -şimdiki Star TV.'nin evelliyatı herhalde- bilmem kaç trilona aldığı,güçlü arıların zayıf kovanları yağma ettiği zaman. Yani bir güz günü.
Neyse lafı uzatıp, başınızı ağrıtmayalım; enseyi karartmayalım. Özal'ın ''Benim memurum işini bilir! kooperatif demiryolu da ney imiş komünist işi! '' dediği devirde.
1923'ten oyıllara kadar 16 milyar (1980) dolar borç alınmış. Bu prayla2. dünya harbine rağmen, onca yol, fabrika,okul vb. hizmet gitmiş. Osmanlı'nın borcu ödenmiş.
Allah rahmet eylesin, Sümerbank, çimento, şeker, aliminyum, bakır, dokuma, Araba, uçak, buğday ofisi, demir çelik, SEKA, demir yolu, baraj, yol köprü yapılmış yurt sathına. Özal'ın aldığı borç 45-50 milyar dolar. O zamanın gazetelerinde öyle yazmıştı aklımda öyle kalmış yanlışım varsa doğrusunu yazın düzelteyim lütfen.
Bu dönemde borç ne oldu altı yılda 180-200 milyar dolardan 500 küsür milyar dolara çıktı. Yaklaşık yuvarlak 300 milyar dolar diyelim. Yani, 1923-1983; 60 yılda alınanın 12, 13 katı.
Bu dönemde yapılan fabrika, yol, vb. hizmetler kaç katı? Ya da kaç tane? BU HESABIN SAĞLAMASINI YAPIN DA YAZIN AKLINIZIN KÖŞESİNE!
Kastamonu, İnebolu, Atabeyli köyünde çalışıyorum. Bir televizyonun beş altı öğretmen maaşı kadar olduğu öyle bir zaman. Eşimin sağlık kontrolü için Ankara'ya gelmişiz. Öğretmen Evinde yer aradık yok. Aslında var da bizim gibi vekil, vali vb. adamı olmayanlar için yok. Üç günde bizim maaş suyunu çekti. Gece öğretmen evinde oturuyoruz. Tokatlı bir öğretmen bayanla tanıştık. 140 cm boyunda. Gördüğüm en minyon tipli öğretmendi.Çay kahve içti tabi ki bizden. Köyden geldik ya misafirperveriz. Bayan Öğretmenevinde kalıyor. Öğretmen hanıma sordum öğretmen evinden nasıl yer alabildiniz?
EL CEVAP:
-AYOL BİZ BAKAN BEYE TELEFON AÇIYORUZ, GELDİĞİMİZDE ODAMIZ HAZIR OLUYOR! ! !
Ha o vekil aynı zamanda bakandı da.
Meğer biz o zamanlarda millet vekili değil respsiyon memuru seçermişiz de haberimiz yokmuş!
Şok olmuştum. Birden, ver paramı şerfsiz karı! diye bağırmışım. Şok olma sırası ondaydı. O şaşkınlıkla, 'Ne parası? ' diye mahçup mahçup sordu. Ben: İçtiğin çayın parası,deyince ikinci bir şok yaşadı. Elleri titreyerek baya bir para verdi üstünü almadan, 'Köy öğretmeni ne olacak, esas bunları öğretmen edende suç! ' diye söylene söylene yanımızdan uzaklaştı.
Böylece bakanın adamından paramı tahsil ettim. Hem de nemasıyla.
Şimdi adını bile hatırlamıyorum. Eğer bu yazımı okursa sanırım beni anlar.
En çok da okuyamadığım kitaplara
Bir de helalleşemediklerime üzülürüm. Bir özür borcum ona biliyor musunuz..Bilemezdim beterin beteri olacağını. Nerden bilirdim Deniz feneri dosyasının almanyadan türkiyeye 3-4 ayda gelip tercümesinin 3- 4 ay gçtiği halde bitemeyeceğini. (Her halde Hititçe, veya nesli tükenmiş dilde yazılmış olmalı ki, üstünde tarihçiler, dilbilimciler çalışıyor olmalı, haydi hayırlısı)
O sabah erkenden gelip sıra alabilmek için, gece sabaha kadar ayazda bekledik dört öğretmen. İstasyonun orada ortasında havuzu olan banklarda yattık. Sırf erkenden gidip birinci sırayı alabilmek için. Birisi İzmir'de Müzik öğretmeniydi.
'Hocam hayırdır senin ne işin var burda? ' diye sorduğumda: ''Dört öğrencimi getirdim Gazi 'ye, yetenek sınavlarına girecekler.'' demişti. Peki öğrencilerin nerede, diye merakımdan sordum.’ Birisini yurda yerleştirdim, diğer üçü de Dedeman Otelinde, ben de DDY ayazpalasta! ’ diye cevap vermişti. Gülüşmüştük ama şaşırmadım, çünki ben de öğretmendim.
Ha Kastamonu da yirmi gün önce ameliyat olmuşum. Bevliyeci damarı bağlayacağı yerde yanlışlıkla böbrekten mesaneye gelen idrar borusunu bağlamış. Böbrek şişmiş beni kurtarın diye de bağırıyor. Ama nedense bir türlü hata yapabileceği aklına gelmediğinden senin sorunun psikolojik deyip beni köye yollamış. İnanmayacaksınız ama gerçek. 20 günde ağrıdan 18 kilo vermişim. Cahillik ‘ bir de kendimi türk hekimlerine emanet ettiğimden onlara olan güvenin verdiği yanılgının sonucu Bu arada ağrıdan kıvır kıvır kıvranıyorum Ankarada.
Ah gözünü sevdiğim Ankara neler kadir değil. O gece ağrım şip diye kesildi. Sekiz sene sonra öğrendim ki meğer o anda böbreğimin içi tamamen çürüdüğü için ağrı kesilmiş.
Neyse sabah erkenden kalktım Birinci sırayı aldım. Karslı bir resepsiyon memuru: 'Hocam yer yok.' Nasıl olur daha şimdi on kişi ayrıldı, deyince; önüme bir liste uzattı. Bir sürü bürokrat, vekil ismi karşısında da bir başka isim.
-Hocam zaten sürgün geldim. Lütfen beni zor durumda bırakma. Önce bunlar yerleşecek kalırsa söz.
Saat onda tekrar geldiğimde koskoca bir bey efendiyle tartıştık. Adam resepsiyon memuruna: ''illaki bu beye bir yer ayarlayacaksın! '' diye baskı yapıyordu. R. memuru ''Beyim şu anda hiç yerimiz yok:'', deyip bana gösterdiği listeyi adama uzattı. 'Hangisini listeden silebilirim, beni buradan atarlar. ' gibi cevap veriyorsa da adam yüksek yerden, yoktan anlamıyor, belki de kendisinine değer verilmediğini düşünüyor. Kasıla kasıla gelmiş oraya. Bu sefer 'Bu benim akrabam hemşerim, mutlaka bulacaksın, arkadaşım zor durumda..' gibi duygu sömürüsüne yapmaya kalkıştı. 'Bana bak arkadaş, madem köylüsüymüş, akrabasıymış evinde misafir etsin; birinci sırada ben varım, sakın önüme kimseyi almayasın, yoksa cıngar çıkar'' dedim. Siniren sitresten sesimin kontrol düğmesi bozulmuş. Yanındaki korumaları:
- 'Bu kim biliyor musun; bilmem ne müdürü, aslanım sen belanı mı arıyorsun! ' diye bana göz dağı vermeye kalktılar. Zaten cinim tepemde, sinirlerim laçka olmuş. Kolay mı yirmi gün yemeden içmeden, uyku yüzü görmeden günde 4-5 jokain yiyerek ağrı çekmek, Millet uyurken sen Ilgaz dağlarında şeytan gibi kıvranarak tahtacı katırı gibi tayır tayır dolaşıyorsun. Ne dua fayda ediyor, ne ayet, ne de gözünü sevdiğim Allahım yakarışını duyuyor.
-
''Ben kim miyim! Ben kim miyim! ? Ulan, ben de İnebolu İlçesi, Atabeyli Köyü İlkokulu Müdürüyüm! '', deyince kızılca kıyamet koptu. Meğersem adam koskoca bir bürokratmış. Ne bileyim ben. Kimin aklına gelir koskoca bir bürokratın yakınine otel odası ayırmak için şahsen ve bizzat ilgileneceğini.
Kaybedeceğim bir şeyim yoktu. Olsa olsa karakolluk olurdum.Tren garında yatmaktan da iyi ya..Cıngar çıkınca benim gibi sıra bekleyen diğer öğretmenler imdadıma yetişti. Benim çıkışımdan cesaret aldılar, yiyecekler bürokratı. Baktılar ki olay çıkacak. Adam yanındaki çakalları ve korumalarıyla anasının kırığına bakar gibi ters ters bakarak, 'Görürsün sen! ' anlamında bir suratla uzaklaştı.
Tabi birinci sırada olmama ve gözümün önünde en az 30 kişi otelden ayrılmasına rağmen bakandan müsteşar misafirlerinden bize sıra gelmedi. Görevli açık açık lilisteyi gösterip misfirin adını, vekimin misafiri olduğunu önümde okudu. hocam durum bu. Ben yeni sürgün geldim. Bir daha sürülmemi istiyorsan bunların birinin yerine sizi alayım. Ama söz saat onda gel bunlardan biri gelmese seni aylım, dedi.
Yeni yapılan öğretmen evine gittik. Zaten lükslüğünü görünce kendimizi o lükse layık görüp yakıştıramadık. Kuyruğumuzu kıstırıp söve söve geri döndük. İyi ki bir sövmeyi öğrenmişiz değilse dağa çıkmak, cinnet geçirmek an meselesi. Eşimizin felan yanında; şairin dediği gibi bir sitem! yolluyoruz Allaha da rahatlıyoruz biraz. Ve erkekliği kurtarıyoruz! Zaten orayı da Azarbeycan mı nereden gelen bir gurup sporcu,işgal etmiş gidenler de boş döndü.
Saat onda geldim. Adam müjdeyi verdi. Hanım ve ben 15 yıldır a,idatını ödediğimiz ‘’öğretmen evinde’’ bir haftalığına yer ayırttık.
Yer bulamayıp dışarıda kalan kanser hastası bir bayan öğretmen ablamızı o gece kaçak olarak bizim odaya aldık. Hanımla ona kendi yatağımı verdim. Ben yine battaniye ile yerde yattım..
AY İNANMADINIZ DEĞİL Mİ. NAMUSUMA HEPSİ GERÇEK.
ENGİN TECRÜBELERİME DAYANARAK DİYORUM Kİ:
Ankarar'ya giden öğretmenlere nasihatimdir
1- Gitmeden önce bulunduğunuz ilçeden bir delege bulun.
2-Delleğe, pardon delegeye telefon ettirin ki öğretmen evinizden! siz yer ayırtsın,
3 -Yalaka olmuş, şakşakçı olmuş galitesi hiç önemli değil.
5- Mümkünse en galitesizini bulun delegenin; o işlere genelde onlar tenezzül eder.
6- Şayet Evvel Allah sonra delege ve Angara'daki yardım eder de yerleşebilirseniz, üç gün kalacaksanız on günlük yer ayırtın. Olaki bir gariban arkadaşınız geldi; sizin odanızı ona devredin. Kimsenin, ruhu bile duymaz.
7-Bakanlıkta bir işiniz var degil mi? Korkmayın; içeride vekilinizce çok iyi karşılanacağınızdan, halinizin hatırınızın sorulacağından, ayak ayak üstüne atıp çayınızı yudumlayacağınızdan, vekilinizce sizin için size özel bir çok yerlere telefon edileceğinden, -ancak telefonun öbür ucunda kim var hep şühelenmişimdir- hatta vekilinizden bazı yemin şart edip sizi mahçup edeceğinden; Yani fare gibi girip aslanlar gibi kasılarak çıkacağınızdan, ve de o işinizin olmayacağından emin olabilirsiniz
Haydi evela Allah sonra vekilniz ve dahi delegeniz yardımcınız, gazanız mübarek ola.
MADENİ HAS, DELİKLİ TEMAS, SIKI İLTİMAS
Anlmını çözebildiniz mi? Bu sözü ben Ankara'da öğrendim.
Bir sabahçı kahvesinde oturuyorum. On sekiz senede dört vilayet gezmişim. O köy senin bu köy benim bayrağın dalgalandığı her yerde çalışmışım. Tamamen köylüleştik. Silikleştik, hödükleştik. Şehire insek bizi herks kandırır oldu.Okuyoruz ama yetmiyor. Serde devrimcilik, eski köy enstitülü ağabeylerimizin kitaplarından öğrendiğimiz, köyün kara tavuğunu ak yapabilme gibi ideallerimiz var. Ee öyleyse köylüye yakın olmalı, bütünleşmeli. Bu yüzden kaç kere dedikodudan kulağımızdan gunnacı olduk.Ama köylüler o Atamın dediği gibi pek de efendi değiller. Her türlü kaypaklık mevcut. Aşağı mahalleye birazcık yakın dur, yukarı mahalle hemen bir dedikodu çıkarır. Ya da karşı geçeye 'Selanın aleyküm! ', de; öbür geçe 'Verahme tullahi ve berakatü! ' ister. Delikanlıysan verme. Hele oniki eylül bir alem. Muhtarlara öğretmeni takip görevi verilmiş. Hakkımızda her hafta karakol kumandanına.rapor veriyor
Öğretmen potansiyel suçlu. Hala silemedik o lekeyi sırtınmızdan. Hitlerin yahudisi, düzenin günah keçisi olmuşuz. Ankara da cumhurbaşkanı seçilememiş sebebi hoce. Akaryakıta zam gelmiş sebebi müsbbibi öğretmen. Adam bankaları iç etmiş ‘ Ah şu muallimler yok mu! ’ Bir namussuz rüşvet mi yedi; ‘ Vay senin muallimini, marif müdürünü! ’ diye başlar küfür. İşin ilginç yanı o namussuz da aynı şeyi der.
'' Ulan hangi öğretmenin namussuz ol diye öğütledi, hangi marif müdürün çal çırp, ülkeyi iç et dedi, Hangi ilkokul öğretmenin Mısırın % 70 olan vergisini %20 indir. Sonra oğluna tüyo ver. Oğlun milyonlarca ton mısırı stok ettirdikten sonra tekrar % ithal mısırın vergisini% 70 e çıkar. Ve kafadan oğluna %50 kazandır. Hangi öğretmenin matematik dersinde böyle bir namussuzluğun hesabını, aritmetiğini öğretti?
gavat! , diyemezsin.
ADALET DESTANI
Küfretmişsek namussuza
Neyi suç bunun hakim bey
Yalancıya namussuza
Neyi suç bunun savcı bey
İt kapınca hoşt demişiz
At tepince höst demişiz
Namussuza puşt demişiz
Neyi suç bunun savcı bey
Yoksulu soyan değiliz
Haramla doyan değiliz
Bire bin koyan değiliz
Neyi suç bunun savcı bey
Bilime iman etmişiz
Yüreği umman etmişiz
Zulümden aman etmişiz
Neyi suç bunun savcı bey
Üretelim gülüşelim
Kardeş kardeş bölüşelim
Doğru neyse buluşalım
Neyi suç bunun savcı bey
Malımız hak yolumuz hak
Dilimiz hak halımız pak
Çalmadık ki yüzümüz ak
Nesi suç bunun savcı bey
Hak’ka doğrudur özümüz
Halka doğrudur sözümüz
Haramda yoktur gözümüz
Neyi suç bunun savcı bey
Camiyi pazarlamadık
Güzeli nazarlamadık
Yoksulu azarlamadık
Neyi suç bunun savcı bey
Biz halkı havel etmedik
Malını düvel etmedik
İslamı değel etmedik
Neyi suç bunun savcı bey
Derdini Gadanı alam
Ayağının tozu olam
Saçım kalmadı ki yolam
Bunun neyi suç savcı bey
Eğilmedik bükülmedik
Direndik de sökülmedik
Yozlaşıp da dökülmedik
Neyi suç bunun savcı bey
Kalleşe kalleş demişsek
Mazluma kardeş demişsek
İllaki barış demişsek
Neyi suç bunun savcı bey
Yoksulluktan hırsız olduk
Hak aradık arsız olduk
Yaralandık yarsız olduk
Nesi suç bunun savcı bey
Kimi yılan kimi çıyan
Onlar altımızı oyan
Dediğimiz ey halk uyan
Neyi suç bunun savcı bey
Kimseleri sömürmedik
Çuval dibi kemirmedik
Haram rüşvet semirmedik
Neyi suç bunun savcı bey
Biz gencinden gocasına
Ateistten hocasına
Ortak olduk acısına
Nesi suç bunun savcı bey
Dandiklere dantel dedik
Kofiklere entel dedik
Ne yatarsın hantal dedik
Neyi suç bunun savcı bey
Ülkeyi satan değiliz
Haramla yatan değiliz
Yoksula çatan değiliz
Neyi suç bunun savcı bey
Fidanlar solmasın dedik
Umutlar ölmesin dedik
Zalimler gülmesin dedik
Neyi suç bunun savcı bey
Kalmışız öyle biçare
Bizler nere eller nere
Yuh olsun böyle kadere
Dedik bir çare kedere
Neyi suç bunun savcı bey
Taş bağlı köpekler salgın
Aydınları bitap yorgun
Bu halk bu düzene kırgın
Nesi suç bunun savcı bey
Nasıl yapı nasıl kapı
Nideyim ki bizden sapı
Hak aratma kapı kapı
Nesi suç bunun savcı bey
Medet hâkim beyim medet
Nedamet eyle merhamet
İstediğimiz adalet
Nesi suç bunun hâkim bey
Hani kuşu hani kurdu
Önünde secde dururdu
İblis gelip yere vurdu
Suç diyorsan bu hâkim bey
Sürü olduk cehaletten
Ar ederiz sefaletten
Umar yok mu adaletten
Suç diyorsa bu hâkim bey
Halini ağlamak yasak
Dersin ‘asi! ’ hemen asak
Gurban dağlara mı çıkak
Suç diyorsan bu hâkim bey
Her yan riyadan geçilmez
Mümin münafık seçilmez
Neden bundan söz açılmaz
Suç diyorsan bu hâkim bey
Ne kitap bilir ne Allah
Kardeşi verse eyvallah
Neler bilirler maşallah
Suç diyorsan bu hâkim bey
Dinleri paranın dini
Paranınsa yok imanı
Hangi kitap yazar bunu
Suç diyorsan bu hâkim bey
Kimi Mekke’nin tüccarı
Hazine malı icarı
Bunlar zamane deccalı
Suç diyorsan bu hâkim bey
Bırakmazlar mangalda kül
Edebiyatta hiç fakül
Çok şükür tespihte püskül
Suç diyorsan bu hâkim bey
Devlet sırrı mevlet sırrı
Akladılar onca kiri
Yok mu soracağın soru
Suç değil mi bu hâkim bey
Tersinden okur kitabı
Çevirir her tür dolabı
Kalmamış edep adabı
Suç diyorsan bu hakim bey
Kan kusuyor hep antenler
İhanettedir enteller
Bilmen mi nerede eller
Suç değil mi bu hâkim bey
Kimi gıcık kimi kaçık
Ekranlar hep vıcık vıcık
Konuşalım açık açık
Suç diyorsan bu hâkim bey
Bu ülkenin ayıları
Yağmalarlar kıyıları
Hükümette dayıları
Bu suç değil mi hâkim bey
Ülkeyi mal edip satan
Deveyi hamutla yutan
Bir yalana bini katan
Bu suç değil mi hâkim bey
Hastane posta hane
Her şey olmuş bir kerhane
Beyimin keyfi şahane
Suç diyorsan bu hâkim bey
Ülkem ova ülkem deniz
Ne de rahat soyar domuz
Sen de verme hine omuz
Bu suç değil mi hâkim bey
Hain gezer sere serpe
Ar etmez utanmaz kahpe
Haklıya kurulur sehpa
Suç diyorsan bu hakim bey
Borçlanmak marifet oldu
Yozlaşmak zarafet oldu
Alın teri külfet oldu
Suç diyorsan bu hâkim bey
Çöplüğe döndü nehirler
Bir karmaşada şehirler
Hain gençleri zehirler
Suç diyorsan bu hâkim bey
‘İdris suretinde iblis’
Tam münafık hem de halis
Namusluysan adın keriz
Suç diyorsan bu hâkim bey
Sokaklarda magandalar
Sağda solda her yandalar
Yer yer doymaz ki mandalar
Suç diyorsan bu hâkim bey
Yüksek makamda hırsızlar
Meydanda gezer arsızlar
Yalakalar namussuzlar
Suç diyorsan bu hâkim bey
Halk yalanla uyutulur
Ninnilerle büyütülür
Bu düzende öğütülür
Suç değil mi bu hâkim bey
Evliyaymış hizuşşeytan
İblise ruhunu satan
Karanlıktaki göz atan
Efendisi amerikan
Suç diyorsan bu hâkim bey
Hayır desek kafir olduk
Aynı kökten tekfur olduk
Bu nasıl iş sefil olduk
Suç diyorsan bu hakim bey
Sanırsın bir yiğit kişi
Görünmüyor zehir dişi
Her sözünde riya işi
Suç diyorsan bu hakim bey
Şu eşkiya dediğinden
Az mı suçlu rüşvet yiyen
Az mı borçlu halkı soyan
Suç diyorsan bu hakim bey
Vilayete düştü yolum
Elim verdim gitti kolum
Ne bu çile ne bu zulüm
Bu suç değil mi hâkim bey
Seni hor görmek mi dersin
İpe un sermek mi dersin
Başa çorap örmek mi dersin
Bu suç değil mi hâkim bey
Ülke yoksul ülke harp
Çevirirler onca dolap
Ne der okuduğun kitap
Bu suç değil mi hâkim bey
Yattığı arpa sekisi
Çaldığı AB türküsü
Nerde devrimin öyküsü
Suç diyorsan bu hâkim bey
Aklım gider cehaletten
Ülkem gider ihanetten
Utanırım sefaletten
Suç diyorsan bu hâkim bey
Ninnilerle uyuduk biz
Yalanlarla büyüdük biz
Boş vaatlere doyduk biz
Suç diyorsan bu hâkim bey
Sevda kutsanır kan ile
Borç ödenir mi can ile
Gerçek bulunmaz san ile
Suç diyorsan bu hâkim bey
Cehalet olmuş diz boyu
Yobazlık zifirden koyu
Sürüden olmaz kamuoyu
Suç diyorsan bu hakim bey
Yoksulluk ölümden beter
Kız kardeşim kendin satar
Yeter hâkim beyim yeter
Suç diyorsan bu hakim bey
Aydınlarım bitap yorgun
Yoldaşından yemiş vurgun
Taş bağlı da köpek salgın
Suç diyorsan bu hâkim bey
Bankalar hep iç edildi
Değerlerim hiç edildi
Ekinimiz piç edildi
Suç değil mi bu hâkim bey
Kim bilir ne der Nasreddin
Şeyh Bedrettin Celalettin
Çöpe atıldı tarihin
Suç diyorsan bu hâkim bey
Adam sandık bakıp sözüne
At izi karışmış it izine
Kar yağdı der tükürsen yüzüne
Suç değil mi bu hâkim bey
Sömürüden saltanatı
Yalanlarla büyür tahtı
Bindiği şirk şehvet atı
Suç diyorsan bu hakim bey
Medet hâkim beyim medet
Zalımda olmaz merhamet
Tek isteğim adalet
Neyi suç bunun hâkim bey
Adalet bizlere gülmez
Ya geç gelir ya hiç gelmez
Geç gelen adalet olmaz
İşin özü bu hakim bey
Nasıl yazgı nasıl kader
Düşündükçe derdim artar
Bu terazi nasıl tartar
Suç değil mi bu hâkim bey
Halkımı havel ettiler
Malını düvel ettiler
İslamı değel ettiler
Suç diyorsan bu hâkim bey
Evliya olup şeytana
Bela olmuşlar insana
Riya karışmış sevdana
Suç diyorsan bu hakim bey
Sağcıyı ettiler sağır
Solcu didişmekten soğur
Halk sağılan dişi sığır
Suç diyorsan bu hakim bey
Diyorlar ki diz çök eğil
Eğilmek yiğitlik değil
Yarın ne derler be oğul
Suç diyorsan bu hakim bey
Bunca haksızlık şahtandır
Haksıza susan şeytandır
Duyarsızlar mı insandır
Suç diyorsan bu hakim bey
Söyle ben susmalı mıyım
Susup sesim kısmalı mıyım
Tavuk olup pısmalı mıyım
Bu suç değil mi hâkim bey
Söylemezsek kaz olunur
Bildirmemiz farz olunur
Hallerimiz arz olunur
Saygılarımla hâkim bey
Mahmut Nazik.(ÖĞRETMEN)
Bunu bildik bunu bellettik.
Öğretmensin dişini sıkacaksın, dökülene kadar; kıvranacaksın eski beş gibi bükülene kadar. Ya da o namussuza anlatacaksın yok olana, tükenene kadar. Sussan ölürsün, susmasan öldürürler.
Bizim köyün cahil muhtarına desem ki, muhtar şu ihtiyacım var. ''Bak Xoce benden bir şey isteme. vellah seni Apoçi diye bildirirsem cehennem azabına şükredersin.'' Allah razı olsun ondan da Allah’tan da; iyi ki bizden rızkını, rüşvetini,evinin ununu biberini, karısının donunu, oğlunun şalvarını almamızı istemiyor.. ‘suuss! ’ payını istemiyor.
Şehire insek arabanın muavinine abi diyoruz. kahveci çırağına kardaş diyoruz. Gel de sen düşün ötesini, gayrısını. Bir yandan da garnizon komutanı. Aynı zamanda oranın mülki amiri. Allah'tan çok ondan korkuyoruz; Allaha olan borcumuzu ertleriz ammaa onun borcu her şeyden eftal. Basıyor fırçayı, şöyle oyarım böyle kayarım, adamın neresine ney koyarım; altı ay bulanık işersiniz. ‘Bilmez ki önündeki adamın hadım olduğunu! ’
Bir keresinde memleketten gelirken yolda bir asker arabayı durdurdu kimlik kontrolü yapıyor.
O boyla nasıl astsubay oldu bilmem. 150-160 santim boyunda bir astsubaydı sanırım. Benim boyum oldukça uzun olunca kompleks mi yaptı nedir parmağının ucunda dikelerek; bana, Ne iş yaptığımı, sordu. Ben de, demez olaydım 'Öğretmenim', dedim. Şöyle tepeden şuna, ‘’şu hıyara, vatan hainine bak’ pozisyonunda süzdü, süzdü....''Öğretmenmiş! '' dedi. O günden sonradır ki hiç bir zaman sorduklarında öğretmenim demedim. En makbulü ''oduncuyum '' demek.
Şimdilerde sorana, hortumcuyum diyorum. Duyan gülerek, yol veriyor. ‘’Savulun hortumcu geliyor! ’’
Ne yapsın? Ne nasırından ne basurundan, ne de apoçiden çekmemiş hortumcudan çektiği kadar. Ne çekmişse, hırsızdan, hortumcudan çekmiş bu memeleket. Aslında dağlarda can veren Memetçiğin de apocunun da ilaçsızlıktan, işsizlikten kıvranan emminin dayının da ve onların ağlayan analarının da, esas nedeni bunlar değil mi? Memeleketi bırak, yüreğindeki imanına, yurt sevgine kadar, paraya çevirmiyorlar mı? Yıllarca din iman vatan millet deyip soyulmadıkmı. Sadece seçimden seçime adam sayılmadık mı?
Emekli oldum; geçen kazara bir trafik hatası yaptım. Kırmızı ışığı bir metre geçip de durdum. Minibüste kırılcak inşaat malzemesi vardı. Güya ani frenden kaçındım.Ama araba normal yerinden bir metre ilerde durdu. Polis megafonla küfrederek geldi:
-Eliyet, ruhsat! ''
-Suçumuz ne?
-Yerin de durmadın.
Bulunduğumuz yer bir yerleşim yeri değil, Yaya geçidi felen da yok şehirin dışı sayılır. Durumu, nedenini anlattım; haklı olduğunu ancak çapraz yola daha en az yedi metre var. Trafiği tehlikeye de sokmadım.
El cevap:
- Sen sokmadın ama biz şimdi kaç lira sokacağımızı biliyoruz Haci.
Gel de bunca zulmün, bunca haksızlığa isyanından aşına aşına, incecik kalan ar damarın yırtılmasın. Gel de cin- şeytan olma. Ama yine de saygıyı elden bırakmayarak.
Dedim ki:
-Memur bey, affedersin cezamız kaç para?
-Cezan çook ya haci!
Sakalım yok; bıyığım yok; başımda fesim püskülüm yok. Ama yeni bir sıfatımız oldu. Hemde Mekke’yi, medine’yi,hem de kabeyi tavaf etmeden.’’Haci! ’ Yanımda on iki yaşındaki oğlum da var. Onun yanında deyim yerindeyse hıcıl olduk. Karizma yerle bir.. En kötüsü polise olan güveni tükenecek..
-Bak Kardeş ben bir emekli öğretmenim, zaten devletin verdiği zam yüzde iki, on lira eder. Gurban olam yapma ya.
- Haa öğretmen mi! Tamam zaten biz polisler öğretmene gıcığız.
Lafa bak sen
-Yakalamışım seni bırakı mıyım hocam!
- Vay hocam, hocam; (Bilmem ne hocam,
İster istemez kızdım:Yanımda çocuğum var. Polisin işi bitti yüreğinde de Benimkine de kabir kazıyor.. Zevahiri kurtarmam lazım.
-Ne yaptı öğretmen babanı mı öldürdü? Ananı mı.....diyecekim amma Allahtanki ağzımdan baba çıktı...
Oğlumun bakışına inanın bir ışık geldi.
- Bak hoca sınavda bize hiç yardımcı olmadınız.
-Ne sınavı yahu. o ben değildim.
Ne sınavı olacak; iki yıllık yüksek okul için açık öğretim sınavında yardım etmedikleri gibi, kopya da çektirmediler p...ler
-Yahu kardeş o ben değildim, gurban olam ne sınavı.
-Hepiniz aynı b.....sunuz. Biz polisler karar aldık. Asla öğretmene acıma yok.
Köylerde sürünmekten evlenmeye vakit bula bilseydim ondan büyük oğlum olurdu.
Vurun ulan vurun. Zaten ne zaman sırtımızdan sopayı eksik ettiniz ki
O zaman, öğretmenliğimde gelen velilerimi nasıl karşıladığım, geldiklerinde ısmarladığım çaylar, döktüğüm diller geldi aklıma. Bir çoğu da polisti. Nasıl da yumuşaktılar çocuklarının durumunu sorarken. Nasıl da güzel adamlardı. Oturup rhberlik yaptığında, anne baba öğretmanlik konusunda eğitmeye çalışırken, ayran budalası gibi nasıl da ağzının içine bakıyorlardı.. Ne oluyor bunlara bu güzel insanlarıma böyle.
Hele bir tanesi vardı. ‘Bak hocam, benim kızımdan asla şikayet istemiyorum, Bir kabahatı olursa vurduğun yerden kan çıksın. Asla şikayet etmem.’
Yahu kardeş ben polis miyim? Senin kızın zaten gölgesinden korkuyor, anadan kork, babadan kork, cinden kork, şeytandan kork, Allahtan kork…. Bırak da öğretmeninden bari korkmasın. Gerçekten de kızcağızın adını söylesen kalbinin atışını görebilirdin heycandan.
Ne diller döktüm rica minnet. Sicil karalanmış bir kere. Günahkarsın. Cehennemliksin. Adama kopya vermemişsin.
Sen kimsin oğlum belinde tabancan? Yok. Elinde mavzerin var mı? O da yok. Karadenizle akdeniz’in arasında bir karış toprağın var mı? Ne gezer. ölsen garipler köyüne misafir ederler. Şansın varsa bir iki yıl yerin belli olur. Yoksa daha tenin toprak olmadan kucağına bir garibi getirip bunu eğle derler. Talihin kıyamete kadar onunla da kavga et.
Zaten beynamazın tekisin Allahı’da küstürmüşsün. O halde senin gönün kaç para ki vatandaşım, adamım diye dolanıp duruyorsun. Allah’ın bir öğretmenisin…. Kıçtan geride bir kuyruk. Sallanmasını bilirsen bir yerin olur belki. Eh bu yapı sen de varken. Ne kuyruğunu dikip durursun..
Biz Öğretmenler dirgen yiye yiye; ipten saptan kurtula kurtula, pratiğimiz, savunma mekanizmamız o kadar gelişmiş ki. O kadar icatlarımız, buluşlarımız varki. Ben hep mobilete benzetirim. Taşıyacağımız bir kişi ama kamyondan çok sesimiz vardır. Allah’tan ki normal hayatta aklımıza bile getirmeyiz.
Öğretmenini birini müfettiş sınıfta rakı içerken yakalamış; ne yapıyorsun dediğinde.’çocuklara içkinin zararlarını öğretiyorum, demiş.
Cebimle gururum arasında sıkıştım kaldım.
Amma Ev yaptırıyorum, Meteliğe kurşun atıyoruz. Yoktan eli milyon ceza da çok para benim için. O anda aklıma geldi; Tabii ki yerse!
-Bak evlat ben de senin gibi bir polis babasıyım.Bunu söylemek istemedim. Kırmızı ışıkta geçmiş olsaydım, ya da trafiği tehlikeye atmış olsaydım sana yinede demeyecektim. Kuzu kuzu cezamı verip gidecektim ama burada cealık bir durum yok.
Ve bunu sana söylediğimi Komiser Ahmet'e anlatsam inan bana müthiş kızar.
Zavallı Allahın yer yüzündeki gölgesi, Komiser sözcüğünü duyunca yüzündeki değişimleri bir görmeliydiniz. Birden o yağız delikanlı sarardı, soldu, elleri titremeye başladı. Yüzüne bir ‘Ahhh! ’; gözlerine bir ‘acı bana, ne olur yapma’ bakışı, gelip oturdu.
Kurtlar yesin bu yüreği gel de acıma.. Gelde o aslanın nasıl fareleştiğini görüp de üzülme.
-Ya baba önce söyle sene.Başım gözüm üstünde yerin var.
Lütfen kusurumuzu bağışla. Baba, hiç bir polise öğretmenim deme. Gerçekten gıcık almışız. Bize hiç yardım etmediler.
Zavallı delikanlının halini görüp; Gelde feleğin çarkına, bu dünyanın narkına düzenine, düzen verenine …..
-Bak evlat onlar doğrusunu yapmış. Madem ki diploma alacaksınız. Ben de sınava girdim. Meslektaşım olmasına rağmen ben de yardım almadım. Zaten o soruları onlar bilemez. Polisin öğretmenin gıcık alma gibi bir hakkı yok, unutma. Bak komşum, Mersin emniyet müdür yardımcısı aynı zamanda.Burası doğruydu. Amma daha bir selam verdiğini görmedim. Belli ki o da gıcık belki.
Sadece eşi, çocuğunu kaydettiriken evimize gelip bir çay içti. Okula kaydı için yardımcı olmamı istedi. Zaten de işi yasaldı ama böyle bu memeleketin işleri. Çocuğunu ilköğretime kaydettirirken istediğim öğretmenin okutması için bile araya adam koyuyorsun.
Çünki diğer mesleklerde olduğu gibi bizde de o kadar, salla başı al maşı tipler var ki.
Güler misin ağlar mısın. Bir memur hangi baskılar, korkular altında görev yapıyor. Bu ülke böylesi tohumu nerden getirip de ekti bu güzel insanların yüreğine..
Yüzünün aldığı durumu bir görmeliydiniz memurun. O sırada gideceğim yöndeki trafiği durdurdu yol açtı bana.Eskortluk yaparak beni bir hayli takip etti. Allah razi olsun ondan mı demliyim. Üzülmeli miyim. Yoksa oğlumun yanında söylediğim yalana mı yanmalıyım; böylesi hakkı,merhameti; insan hakkı nedir bilmeyen eğitimsiz adamların kabasına bir tabanca takıp; ‘kendini Hi Men sananmasının nedenlerine mi üzülmeliyim. Gel de çık işin içinden.
Bir kersinde de denizden geliyorum kafam iyi. Üstümde de sadece mayo var. Aşırı hızdan yakalandım. Tam o anda ezan okunmaz mı.
-Bırakın beni tutmayın. Ben imamım. Ezana yetişmek zorundayım, deyince öyle kurtulmuştum cezadan.
Allah onlardan da, Allaht'an da razi olsun.
Ne diyordum?
''Derdimi söylesem derin dereye
Dereler doldurur sel olur gider''
Şimdi yine öğretmenim demiyorum artık. Yeni mesleğimin adı hortumculuk. Çok geçerli meslek. Denenmiştir ve garantilidir. Kimse karışmıyor hortumcuya.
Hem izzet ikram da görüyorsun. Hele kadınlar ilk etapta müthiş ilgi gösteriyorlar. Gerçeği öğrenince gör hallerini.
Müthiş eğleniyorum müthiş. Sahiden ülkemin en hızlı hortumcusu, ya da hortumu en uzun ve de kalın olanı kim?
TEKRAR DELİKLİ TEMAS
Şimdi gelelim delikli temas meselesine. Beş yıldır Şeytan dağlarının başında anamız ağlamış. Tayin için Ankaraya geldik. Bakan beyle görüşüp durumumu arz edeceğim. Elimde bir iki tane 'Yakınimdir, ' mektubu. Yedi gündür bekliyorum bir türlü görüştürmüyorlar. Her gün iki saat sekreterin yanında oturuyorum. Bakanın sekreteri Gül Hanım'la ahbap olduk. Gözlerim sekreterin yanının daki meşin kaplı, kendinden düğmeli kapıda. Biliyorum bakan her gün geliyor, ama o kapı bir türlü bana açılmıyor. Aklıma Talip Apaydın'ın Köy Enstitüsü yılları kitabındaki valinin yakasına yapışan öğrencinin durumu geliyor. Ama nerde bizde o enstütülülerdeki yürek. Susturmuşlar, pıstırmışlar. Başımızı keke keke kel etmişler.(Sanmıyorum ya merak edenler,Talip apaydının ‘’Köyenstütülü Yılları’ adlı anılarını anlattığı kitabını okusun.
En sononda Gül Hanım pes etmiş olacakk ki 'Seni yarın görüştüreceğim.' dedi
Param suyunu çekmiş. Bir sabahçı kahvesinde sabahladım. Akşam kahvede nöbet değişimi oldu. Demir kır saçlı, esmer, mavi gözlü. Bıyıklarından adam assan asılır. Halinden tavrından görüp geçirdiği belli. Türk filmlerinde olur ya hani....Şu türküdeki Pala Remzi gibi bir adam. Babacan birine benziyor. Ben gazetelerin reklamlarını bile on kere okudum. Arpacı kumrusu gibi düşünüyorum.
Derken yanıma geldi.
-Hayırdır evlat bir sıkıntın var galiba!
Ben babamı bulmuş gibi tüm acımı derdimi boca edip,döküverdim adamın eteğine.
Adam sadece dinledi. Bazen gülümsedi, bazen de acıyarak baktı halıma.
Gitti ocaktan okkalı iki kahve getirdi, Hem de tarzı hususi.Kahvesini önce şöyle bir kokladı. Kokusunu içine çekerken ıslık çalar gibi beş farklı sesin birleşimi bir zemheri poyrazı esti geçti sanki. Aldığı bütün kokuları yaklaşık on beş saniye içinde tutup bıraktı, Rüzgar tersine esmeye başladı. Ancak daha kalın bir ıslık sesi ve karlı bir ormanı yalıyormuşçasına. Ve kahveyi tabağına içmeden geri bıraktı.
Cebinden bir tabaka çıkardı. Önceden özenle sarılmış kaçak tütünden bir tane ağzının kenarına özenle yerleştirdi. Diğer cebinden çıkardığı bir ipek kesenin bağını çözdü, İçnden süslü bir büyük ‘D’ harfine veya sanki küçük ve kalın yay biçimindeki bir cemir çıkarıp masanın üstüne koydu. Sonra bir parça koyu kahve rengi ile sarı arası renkli bir parça kav çıkarıp bir yanını özenle didiklemeye başaldı. İyice pamuk gibi veya ipek tespih püskülü gibi yumşattı. Kesesinden çıkardıpı ince yası dir çakmak taşının altına yerleştirip, sol baş parmağı ile yumruk yaptığı avucunun arasına sıkıştırdı. Sağ eline aldığı demirin düz tarafıyla çakmak taşına yalatarak vurmaya başladı. Her vuruşunda demirden bir tutam yalım kopup aşağı doğru kayan yıldız gibi saçılıyordu. Birden alttaki kavdan duman çıkmaya başladı. Sanki bir ayinmişçesine dikkatle ve saygıyla yapıyordu işini. Çakmağı, taşı masanın üzerine koyup kavın ateşini hafifçe üfledi. Yanan kavdan garip,hoş ve baharatlı bir koku yayıldı ortalığa.
Sigarasını özenle bu ateşle yaktı. Ancak yanan sarma tütünden de bir karanfil kokusu yayıldı. Her davranışı şaşkınlık uyandırdı bende. Sanki malını pazarlıyor. İşte adam dediğin, herif dediğin benim gibi olmalı der gibiydi. Her hareketi saygıyı hak ediyordu bu adamın. Öğrencilerime zaralarını durmadan tekrarladığım sigaranın kötülüğü, zararları ile ilgili düşüncelerimi yerle bir etti. Adam bir dervişsel bir saygı uyandı yüreğimde. Sanki içtiği tütün denen ve içinde kaç yüz zararlı, kansorejen madde bulunan zıkkım değil, bir ayinin doğal parçası olan bir şeydi.
-kahveyle tütünün iki sevgil olduğunu biliyor muydun?
- Yok be baba, ancak seni bizim öğrenciler görmesin, öyle bir şekilde yapıyorsun ki, hiç içmeyenin içesi geliyor.
-Yok evlat ben öyle tiryaki değilim aslında, günde en fazla beşi geçmez içtiğim. Sokakta, felan öyle ne yaptığını bilmeden iş olsun diye içenlere de çok kızarım.
Yani kaç fincan kahve o kadar sigara. Ben bu iki sevgiliyi biribirinden ayırmaya hiç kıyamam. Ve dudağımda seviştiririm bu kara gün dostlarımı.
Kahvesinden höpürdeterek bir yudum aldı, yaptığı işin bende saygı uyandırdığını sezmişti. Buyur sen de diyerek tabakayı önüme doğru sürdü. Ben teşekkür edip, kullanmadığımı söyleyince. Öyle yürekten bir aferin aldım..
Bunca yaşantımda bir bu Pala Remzimsi babanın duman ayinine, bir de bizim evdeki ineğin yonca yiyişine hayran kaldım..
-Evlat madeni hasın var mı?
- Anlamadım baba o da ne?
-Para evlat para.
-Ne gezer baba bizde para, olsa otelde olurdum şimdi.
-Sıkı iltimasın var mı?
Adete bilmece gibi konuşuyordu ama o kadar da saf değilim canım. Lafın gelişinden ve iltimas sözcüğünden çıkardım demek istediğini. Elimdeki kartı uzattım. Evirdi çevirdi:
- Evlat bu yazı galp senin işini görmez.
Kalp para duymuştum da, referans yazısı -pardon - iltimas mektubunun kalpını da yeni duyuyorum.
Gözümün önüne garip babama bu kartı veren Anamur’un ileri gelenlerinden olan o adam geldi. Ve babamın bu kartı alırkenki sevinci, adama nasıl teşekkür edeceğini bilemeyişi, duyduğu güven, Sağolları duaları,.. ağa derkenki sesinin titreyişi geldi bir an.
-Nerden anladın baba bunun geçersiz olduğunu?
-Bak evlat bu alelade bir mektup.
-Nasıl yani?
-Nasılı var mı; Üzerinde parti mühürü olacak, amblemli olacak, bu mektubu veren p....gin parti amblemli özel kartı olacak ya da... Madem yarın randevu almışsın bunu gösterme bari. Belki haline acır da işin olur.
Yıkılmıştım o yazıyı alabilmek için zavallı babam kaç defa gitti geldi o... yanına her varışında bakan bey şöyle olmuş, böyle olmuş; bu gün görüştüm, şura gitmiş; yarın şurada deyip sallıyor, babamı da tarlasında en az beş saat maraba gibi çalıştırıyordu.
Adam ya bana bir ders vermek istiyor, ya da dalga geçiyor olacak ki:
-Senin delikli temasın da yoktur şimdi.
Kafamın önünden binlerce delik geçti. Anahtar deliği, İğne yurdusu, şu köydeki değirmen taşının deliği, ziyaret taşlarının deliği, delik, delik. delik... Girdiğim delik, çıktığım delik, ziyaretteki içinden geçenin günahlarının olamdıığına inanılan,kiminin korkarak da olsa içinden geçmeye çalıştığı, kimi günahkarlarınsa kendine güvenemediklerinden yanına bile uğramaya korkup, bir de batıldır felan gibi bilgiçlik tasladığı ziyaret delikleri; evdeki el değirmenin sübek deliği; deldiğim delik; görüp dokunduğum delikler; duyduğum bütün delikler, dizilmiş gözümün önüne. Üstüme üstüme geliyor.
Genelde deliğe bakınca arkası aydınlık görünür değil mi? Oysa benim deliklerimin hepsi zifiri karanlık görünüyor. Sanki uzaydaki kara delik,beni yutacak. Başım dönüyor, midem bulanıyor.
Temaslı delik olsa işi çözeceğim ama delikli temas deyince iş karışıyor. Nerde görülmüş temasın deliklisi. Kusacağım, Delireceğim nerdeyse
Derin bir soluk alıp:
-Yahu baba sen de bilmece gibi konuşuyorsun; Temasın da deliklisi mi olur.
Oğlum güzel ve.... bir kadın demek.
Tokat yemiş gibi oldum.
Hiç eşekten düştünüz mü siz? Eşeğe binersiniz, ufak tefektir düşeceğiniz hiç aklınıza gelmez. Ama kimileri huysuzdur. Öyle bir göt atar ki, nasıl olduğunu bilemezsiniz. Cin çarpmışa dönersiniz. Sizi yere atar, bu yetmezmiş gibi siz düşerken suratınızı nişan alıp, bir de zarta çeker. O kadar utanırsınız ki, eğer yanınızda birileri varsa utancınızdan yere geçersiniz. Pişmiş kelle gibi mi deseem; yoksa hemoroit muayenesinden çıkmış kabadayı gibi mi; İşte, Suratımın coğrafyası, onun gibi. Hele böyle kelli felli, baba dediğim bir adamdan bunu duymuş olmak....
-Az önce baba dediğime bin pişman:
-Ne demek amca, sen beni p...k mi sanıyorsun deyip çıkıştım.
Amca bana gülerek:
-Bire oğlum, medeni hasın yok, delikli temasın yok, sıkı iltimasın yok; o halde guşum diye ne dolanıyorsun havada.
Baba gözümden düşmüştü. Bizim köyün K. O. su var ona inmişti kıymeti değeri; mertebesi.
Ben kalkmaya yeltenirken;
-Otur deli kanlı otur.Seni sevdim. Öğretmensin ama daha öğrenecek çok şeyin var.’ deyip, beni oturttu. Bir çay söyleyip, başladı taşradan gelen bir mütahidin nasıl bir ay baklediğini, bir pavyon kadını kiralayıp takıp takıştırarak yukarı çıktıklarını, açılmayan kapıların nasıl ardına kadar açıldığını ve ihale aldığının hikayesini anlatmaya.Sonra bir otele telefon etti: ‘Misafirimi gönderiyorum. Bak yarın bir şikayetini duymayaım ha.’ gibilerinden şakayla karışık sıkı bir tembihte bulundu.
Bunu yazmamada bir sakınca yok sanırım. Olay geçeli en az yirmi otuz sene oldu. Zaman aşımına uğramıştır herhal. Elin oğlu dünyaları götürüyor, bir bakmışsın zaman aşımından çıkmış. Bir gün bile ceza almamış. Ya da vekil olup, kimse dokunamaz olmuş.
Kim bilir belki de o üç anahtarın biri ya da hepisi vardır elinde. Gerçi bir söz vardır: Yapan tevrü taze, gören (söyleyen) kepaze, derler hani. Belki de yarın hapse düşeriz bunu yazdığım için kim bilir.
ÜLKEMDE SEÇİM VAR
Adını söylemeyeyim, güneyde bir köyde çalışıyorum. Köy şehre on onbeş km, her yarım satte minübüs var.Köyde üç öğretmen kalıyoruz. Diğerleri şehre gidiş geliş yapıyor.Köyde muhtarlık seçimi var. Adını bir hayvandan alan halihazırdaki muhtar adeta ekibiyle adına yaraşır bir krallık ilan etmiş köyde. Elinde bir dosya üzeride en az on puntoluk harflerle ''VATAN BÖLÜNMEZ, EZAN SUSMAZ''. Su borusu patlamış hemen bir karar çıkarılır,herkes yüz milyon verecek, oysa sadece yüz milyona yapılır. Köy büyük köy. Yüz milyonu en az üç yüz haneyle çarpın, görürsünüz haracın ne olduğunu. Okul pardon dilim sürçtü -, okula kim bakar,okulda ne! , okul harebe gibi; sıralar 1940'lardan kalma, dört tahtayı çakmışlar adına sıra demişler; her tarafı kırık dökük. Pecereler kapılar çürümüş, zeminde köpek yatağı gibi çukurlar oluşmuş. Suyu köydeki bir cemaat yurdundan parayla satın alıyoruz. Yurt adeta saray yavrusu, her taraf lambiri, kaloriferle ısınıyorlar. Tuvalet banyo boydan boya fayans. Allah verir. Yeterki sen Allh'la bir ol.''
Herneyse cami badana edilecek bir salma köye, herkes yüz elli milyon verecek.Kimse soramaz bu para nereye gider. 12 Eylül geride kalmış ama köylü kendi eliyle muhtar seçerim diye NEMRUT! 'u başına bela etmiş.
Köyde okey oynamak, içki içmek yasak. Akşam olunca köy boşalır. Yakın köylere muhtar da dahil oyun oynamaya giderler. Madem oynayacaksınız; bari paranız köyünüzde kalsın diyemezsin. Hassas konu. Benim derdim çocuklar. Babalarına hasretler.
Köyde su yok. Sondajla su çıkarıp köye dağıtmışlar. Ancak kuyunun biraz altına da cemmat yurdu kuyu vurunca, köyün suyu kurumuş. Hassas konu. Kimse bi şey diyemiyor. Başlarına Allah tarafından bir musibet geleceğinden korkuyorlar. Ben bazı şeyleri değiştirmeye çalıştım, anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Amma Allah tarafından değil. Allahım beni çok sever biliyorum. Köylü tarafından. Şimdi suyu yurttan tanker hesabı parayla alıyorlar.
Yanıma geldiklerinde bir dinle, bin ah işit, ama nedense sindirilmiş.
Gıkları çıkmıyor.
Üç yüz dört yüz hane, iki bin küsür nüfuslu köyde üç lise mezunu vebir öğretmen var. O da yıllar evvelden kalmış bir eğitimci.
Allah var çok güzel bir cami yaptırmış muhtar. Sultanahmet’ten görkemli.
Dedim ya köyde seçim var. Ben sandık kurulu başkanıyım. Üç aday çıktı. Biri eski muhtar, Karşısında Mustafa diye birisi.
Köyde İlhami adında bir şahıs var. Dürüst mü dürüst. Namazında niyazında birisi. Çok kitap okur. Bizlerle konuşur tartışır; daha doğrusu dinleyicidir. Günlük gazeteleri genelde okur. Biz öğretmenler İlhami’ye sen de aday ol, bunların karşısında sen kazanırsın. Bak herkes menmun olmadığını söylüyor. Hiç olmazsa okula felan faydan olur dedik. Diğer öğretmenler de aynı şeyi telkin etti felan derken cebren ve hile ilede olsa, gönülsüz gönülsüz İlhami de aday oldu. Ama muhtar biliyor bizden oy alamayacağını. Çünki ben gelmeden köye haberim gelmiş. Daha ilk günden okulun durumundan dolayı tartıştık. Beni siyasi yapımdan dolayı tehdit etti. Ve soğuk duruyor.
Mustafa mı. Onun da muhtardan farkı yok. Hani bir Arnavut fıkrası vardır: Adamın biri arnavuda kızgınlıkla ‘Git ordan ulan gavat! ’ demiş de; Arnavut anlamayınca adama ‘Gavat ne demek’ diye sormuş. Adamda bakarki Arnavut çam yarması gibi bir şey. Korkusundan tehlikenin farkına varır: ‘ Yiğit, kahraman, çalışkan demektir.’ Demiş. Arnavut’un bu övgü karşısında omuzları kabarmış ve adama: ‘Sana bir şey deyim mi usta? Benim aga, benim rahmetli baba benden daha da gavattı.’ demiş. Velhasıl, halihazırdaki muhtarala, Mustafanın ikisi de arnavudun dediği gibi. Biri birinden beter. Ama Mustafa oldukça varlıklı.
Seçim arifesindeyiz. Muhtarlık yarışı tam kızışmış. Bir ilhami sessiz duruyor. Akşam üzeri kahvede toplanmışız.
Biz öğretmenler kahvenin bir köşesine oturmuşuz hem gazete okuyoruz, hem de muhtar adaylarının atışmasını izliyoruz ibretle.
Bakmayın siz köylünün saf olur diye adının çıktığına. İnsanları biri birine tutuşturmayı çok severler. Hele bir dillerine düşmeye gör.
Yandın. Ama senle bir işleri varsa dünyanın en mülayim adamı pozundadırlar. Tabi böyle bir genelleme yapmak yanlış olur. İçlerinde İlhami gibileri de var.
İlhami gelip yanımıza oturdu. Gazeteleri okuyor. Derken köylüler Muhtarla Mustafa’yı, öyle biri birine düşürdüler ki: Ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor. Derken başladılar belden aşağı vurmaya.
Bizim hayvandan ad alan muhtar efendi, Mustafa'nın yakasına yapışıp: ''Sen kimsin ulan! Köyde ki Şey yaptığım kadınlar bana oy verse yeter! '' diye rakibinin üzerine yürümez mi? Köylü adete gülmekten kırılıyor.
Ben İlhami'nin dizine vurup:
-Tamam İlhami; muhtar kendini harcadı. Saf dışı.
-Yok hoca sen bu köyü tanımıyorsun
-Tanıması mı var be kardeş. Adamım propagandasına bak sana. Düpedüz ben köyü becerdim diyor.
Öyle mi sanıyorsun. Bak göreceksin Yarın yine muhtar bu pzv...
Neyse ertesi gün sandıklar açıldı. Sayım başladı.
Köylü neler koymamış ki zarfın içine. ''Ben eski muhtarı anasını diye başlayan küfürler. Felenın karısına şunu yaptı diye yazanlar.
Ben işi şova sokmuşum. Her yazıyı sesli okudukça, sanırsın ki köylü M: Ali Erbilin şovunu izliyor. Muhatabı olmayanlar gülmekten yıkılıyor. Hele de belden aşağı laflara. İşin garibi bu yazıyı yazanların bir çoğu İlhami'nin veya Mustafa'nın adamı. Tabi ki OY İPTAL:
Sonuç ne oldu dersiniz? Bizim aday oyun yüzde yirmisini, Mustafa yüzde yirmibeşini, mutar yüzde ellibeşini alarak tekrar seçildi. Hem de iki cami, bir mescit, bir de kuran kursu olan köyde. Hem de ben hepinizin...... propagandasını yaparak.
Muhtar cumhurbaşkanı seçilmişcesine ayağa kalktı ve bana ''Aldın mı.............ğımın öğretmeni'' dergibi:
-NASIL HOCA, DEDİ
Ne derdin yıkılmıştık. Bozuntuya vermemek için ki zaten yenilmeye alışmışız hayatımız boyunca. Tuttuğumuz takım beşiktaş, siyasi yapımız emekten, emekçiden, köylüden, yurdumun ezileninden yana, üstüne üstlük birde öğretmensin.
Bu ülkede acı çekmek istemiyorsan Beşiktaşlı bir de solcu olmayacaksın. Bir sütlü inek ol daha güzel yaşarsın. Hiç olmazsa sağarlar ama bari yemini de verirler. Oysa sağılmışız yıllarca. Hem de milletçe sağılmışız ama inek kadar sevilmedik hiç. Hep dövülerek hırpalanarak sağıldık. Oda yetmedi işkenceler, hapisler, o da yetmedi kimimizi sürdüler, kimimiz faili meçhullere karıştık.
Öyle sebepsiz kaybolanlara bizim köyde evliyaya karıştı derler. Kim bilir belki de o kaybolanlar evliyaydı da haberimiz yok.
- Ne diyim muhtar beline kuvvet. Ama bir sorum var. Bunun yarısı kadın anladık, şu geriye kalanlar kim bana onlar lazım.
Ama köylü mest oluyor, bir gülüşme, bir kahkaha ki sorma.
Kim demiş: ‘Türk köylüsü espriden anlamaz! ’ diye
Atatürk boşuna dememiş 'Köylü, milletin efendisidir!
Hani Bektaşi ilk defa dalında zeytin görüp; hani
zeytin ağacından tüm kutsal kitaplar söz eder. Tevrat ve İncil'deKuran da Nahl suresinde cennet meyvesidir diye bahseder ya..
Bektaşi de tadına bakmış. Ama zehir zıkkım gibi acı..Baba erenler şaşırmış tabii.
-Bire Tanrım, sen bunun tadına baktın da mı söylediin, yoksa bilmeden mi? demiş.
Sanırım Atamız da hiç köylü görmemiş veya o zaman köylü efendiymiş.
Onu bunu bilemem ama çalıştığım bütün köylerin muhtarının uçkuru gevşekti nedense. Galiba kaleyi içten fet ediyorlar.
Haa lise sonda üniversite sınavını kazananların, okulda şu derece yapanların yarısı, o ahlaktan ikmale kalanlardı.Kimisi de on iki eylül'de idamla yargılandı, örgütçü olarak. Mamak ceza evinden tünel kazıp kaçanların lideriydi birisi. Mesela Ali Çam arkadaş, Çok yoksul olmasına, annesinin amelelik parasıyla okumasına rağmen liseyi birinci veye ikinci olarak bitirdi. Hangi okul bilmiyorum ama ya ODTÜ veye Hacettepe'de okurken, On İki Eylül'de aşırı solculuktan içeri alındı ve Mamak ceza evinden yirmi otuz arkadaşıyla beraber tünel kazıp kaçmışlar. Tabi M. Ali Ağca gibi dayıları yoktu garibanların ki ellerini kollarını sallayarak kaçabilsinler. Oysa onlar hiç bir öldürme vb olaylara karışmamışlardı. Şimdi yurt dışında yaşıyor. Allahtan ki solculuğun içini boşaltıp şimdi serbest bıraktılar solcu olmayı! Bu serbestlik de birilerine yaradı galiba. durum onu gösteriyor.
O zaman Ali'ye sordum. Sen niye solcu oldun, diye de,şu cevabı verince tokat yemiş gibi oldum.
- Annem kırk yaşında apentistten öldü. Çünkü annemi tedevi attirecek para bulmadık.
Annesi annemin teyze kızıydı. Çok zeki çocuklardı. Her sene takdirleri vardı.Abisi de Anamur Lisesinde ilk öğretmen döverek okuldan atılan öğrenci. Anamur'dan Silifke'ye sürüldü. Okulun bitmesine çok az bir zaman var. On dokuz Mayıs gösterilerine hazırlanıyoruz. Bedeneğitimi öğretmeni tutturmuş illaki spor ayakkabı alacaksınız diye. Öğrencilerin çoğunun günlük ayakkabısı yok ki spor aykkabısı alabilsin. Bizim köylü öksüz yetim birisini o kadar öğrencinin içinde dövünce Mustafa abi dur mur dese de
öğretmen durmak bilmiyor vur allah vur. O zamanlar Anamurluların bizim köylüye karşı antipatisi vardı. Hatta Kıbrıs harbinde Dereköylüyü Rumlardan yana sanıyorlardı. Çocuk babasına sormuş:
-Baba dereliler bizden yana mı Rumlardan yana mı?
-Bizden yana oğlum.
-Tamam öyleyse kesin Rum gavurunu biz yeneriz.
Sebebi de o yıllarda ne olduysa bizim ve yakın köylerde iki üç sene de kırk elli adam öldürdüler. Kaynanasına kızan gelin kaynanasın, köpeğine kızan komşusunu vurdu. Kadının gızın çoluğun çocuğun arkasında bir ondörtlü sarkmaya başladı.
Ama bana göre suç nohutta. Nasıl olur demeyin. O yıllar da nohut çok para etti. Sanırım kilosu bugünkü parayla üç dört dolar. Ömründe üç kuruşu bir arada göremeyen köylü biraz para yüzü görünce yaza çıkmış danalara döndüler. Çünki baharın yağışlı, hasılatın çok olduğu dönemlerde ölümler daha fazla.
Köy bir senede boşaldı. Kimi Anamur'a,kimi Mersin'e Kimi de Bozyazıya göçtü. Onun için hem korkarlar hem de sevmezlerdi. Bu yıllarca sürdü. Bir keresinde paramla tatlı bile vermedi tatlıcı namussuz. Anamurun Kürdüyüz o zamanlar. Hani şu Toros Canavarı var ya.Babasını dokuz yaşında öldürüp dokuz sene yattı çıktı. Çıkınca da babsını kim vur demişse anasını,dayısını, anneannesini öküzünü camızını kedisini köpeğini hepsini temizledi. YIllarca köylü dağda sakladı, vermedi cendermeye. Birisi sekiz Bir başkası on mu on iki mi kişiyi vurdu.
Birer ikişer vurulanlar hariç. İşte onun için kasabanın hepsi bize tavır almış. Yalnız bulsalar hemen başımıza çullanıyorlar. onun için kış kurtları gibi hep birlikte gezeriz.Allahtan ki iyi taş atıyoruz. Şehirliler taştan anlamıyor. Bizimki kurşundan beter.Mermimiz de bitmiyor..Her birimiz beş yaşında başlamışız keçi gütmeye. Sapanımızı kendimiz öreriz keçi kılından
Neyse sözü uzatmayalım beden hocası köye de hakarete başlayınca ne oldu bilmiyorum, Mustafa abi hocaya bir kere vurunca hocanın ağzı burnu birbirine karıştı. Şorul şorul kan akıyor. Hoca bayıldı. Mustafa da Silifkeye sürüldü. Orada da bitirme sınavlarında birinci ama sicili bozuk. Neyse,o sene tıpı kazandı, Şimdi Adana' dadoktor. On iki eylü'den o da aldı nasibini.4-5 sene içerde yattı.Suçu saz çalmak pardon solcu olmak. İşkence gördü. Sanırım berat etti ama devlette görev alamadı. Özel çalışıyor ve fakirlere muayene beleş, Adana kebap da yanında promosyon... veriyormuş. Herkes seviyor. Kardeşi Ali de mahpustan kaçınca İsviçreye gitti. Galiba şimdi doğu avrupa ülkelerinin birinde domuz çiftliğivar. ODTÜ elektrik mühendisliğinde okuyordu, bitirip bitirmediğini bilmiyorum.
Şu bizim köylülere şaşırmışımdır hep. Hayatı, yoksulluğu birde ölümü türkü söyleyerek karşılarlar. Öyle yaşamları var ki karadeniz fıkralarına taş çıkartırlar. Bakmayın öyle vahşiliklerine. Haksızlığa,tahakküme tahammülleri yok; eğilmek nedir bilmezler de ondan.
Herşeyde bir hayır vardır derler hani. O vahşeti gören ana babalarımız, çocuk okutma yarışına girdi.O köyden ikiyüz öğretmen, ikiyüz elli üç yüz başka meslek gurubu, onbeş yirmi doktor hakim vs. çıktı şimdi. Çok şükür okumuş yazmış idamlık mahkumdan, başbakan danışmanınna kadar adamımız! var. Pek adi mahkum çıkmaz bizim köyden eskisi gibi. Genelde kaliteli mahkum olunca aftan yararlanamadılar.
Lise ve üstü okuyan yüzde doksanbeş desem abartı olmaz. Müsteşar, Başbakan danışmnı felen oldu da henüz millet vekili çıkaramadık. O içimizde dert. Sanırım giden Kamer GENÇ tarzında olur.
Bir şey daha Türkiyenin birçok şehriyle akrabayız şimdi. Dört eniştemin herbiri başka şehirden. Tesadüf bu ya üçünün adı da Mustafa:Birinin ki de Muhammet Mustafa. Benim eşim de Antepli.
KÖYÜM GURBET
GURBET YURDUM OLMUŞ
GELEMEM GAYRI
Köyün gurbet olmuş dönemem gayrı
Gurbet sılam olmuş gelemem gayrı
Bu hali gördüm ya gülemem gayrı
Yüreğim dayanmaz özü kalmamış
Elvan elvan kokar idi mor dağlar
Çevliği yıkılmış bozulmuş bağlar
Elleri koynunda kalmış da ağlar
Kalanların tadı tuzu kalmamış
Yaylasında koyun kuzu melerdi
Ayva çiçek açar bülbül öterdi
Lale sümbül mor menekşeler biterdi
Koyunlu kuzulu yazı kalmamış
Bülbül öter idi tanda seherde
Söğütler burçlanır idi baharda
Hani güzellerin göçtüğü yerde
Yaylasında koyun kuzu kalmamış
Herkes birbirinin yükün bölerdi
Gece gündüz hayır dua dilerdi
Kadınlar damlarda bulgur elerdi
Değirmen yıkılmış taşı kalmamış
Haneler yıkılmış olmuş virane
Giden gitmiş kalan sanki divane
Guguk öter de tuz basar yarana
Kırılmış telleri sazı kalmamış
Şurası okuldu evim şurası
Yürekte duruyor yârin yarası
Adını yazdığım kömür karası
Aradım taradım izi kalmamış
Çiğdemler açıyor aynı menevşe
Kahrından çürümüş o koca meşe
Yol aynı yol ama kalmamış neşe
Gelip giden gelin kızı kalmamış
Bahar ile kör dereler çağlardı
Taşların dibinden sular ağlardı
Güzeller önünde başın bağlardı
Pınarlar kurumuş gözü kalmamış
Mezar taşlarının boynu bükülmüş
Kimisi kaybolmuş kimi dökülmüş
Türküler susmuş da yakım yakılmış
Gayrı söyleyecek sözü kalmamış
Bacalar yıkılmış tütmez dumanı
Ne ağılı kalmış ne de harmanı
Şurda yatan kırk yiğidin cananı
Susmuş şeyda bülbül dili kalmamış
Değirmenin suyu çağlıyor yine
Köprüsü köyleri bağlıyor yine
Dilkiciğin suyu ağlıyor yine
Emminin dayının tozu kalmamış
Büyük sürü küçük oğlak güderdi
Üç nesil birlikte bayram ederdi
Dede torun aynı yoldan giderdi
O düzen dağılmış birlik kalmamış
Yaylasında koyun kuzu melerdi
Keklikler öter de bağrım delerdi
Yoksul olunsa da herkes gülerdi
Ağlaya ağlaya gözü kalmamış
Utan bire kıraç toprak sen utan
Hiç huzur görmedi şurada yatan
Senin kızın idi kendini satan
Gayrı bakılacak yüzü kalmamış
Eğil sumak dağı utan da eğil
İnsanlığı öldü paraya meyil
Giden gelir ama eskisi değil
Gidenlerin doğru düzü kalmamış
Gayrı ağlayacak gözü kalmamış
Mahmut.NAZİK 14.09.2007 Mersin
HOYRAT VURMUŞ KÖYÜ
YOLLAR PERİŞAN
Guguklar ötünce açar söğütler
Gocalar oturup genci öğütler
Türküler susmuş da yanar ağıtlar
Hoyrat vurmuş köyü yollar perişan
Bebeği beler sallama beşiğe
Ana yürür baba biner eşeğe
Konu komşu gideridi keşiğe
Keşik unutulmuş bağlar perişan
İnlik çınlık basmaz olmuş eşiğe
Bunlar dert olmaz mı seven aşığa
Yiğitler muhtaç olmuşta düşüğe
Kalmış taş başında ağlar perişan
Eskiler kalmamış göçüp gitmişler
Yalayıp yaşamı geçip gitmişler
İyi kötü yolu geçip gitmişler
Bir tahtası kalmış sallar perişan
Kördikene bakıp bilir zamanı
Gün vurunca olur öğle zamanı
Taşa tutun bu yazıyı yazanı
Beter olsun kader kullar perişan
Koca köyde üç beş ihtiyar kalmış
Bentler yıkılmış bükleri sel almış
O koca çınarda birkaç dal kalmış
Çürümüş gövdesi dallar perişan
Yiğitler gezerdi kara sevdalı
Güzelleri vardı eli kınalı
Haydi söyler gençler kara sevdalı
Kimi Kerem oldu kimi de Aslı
Haydi’si kalmış da Aslı perişan
(Ay doğar bacaya bağdaş kurardı)
Bedir ay bacaya bağdaş kurardı
Şavkı vurup yolu beli sarardı
Ayna gibi gökten yıldız yağardı
Yıldızlarda hüzün yeller perişan
Bahar ile burada kuşlar uçardı
Başımızdan kavak yeli geçerdi
Laleler sümbüller güller açardı
Hoyrat vurmuş bağı güller perişan
Ülker’le kalkar da evin gelini
Tarabulus kuşak sarar belini
Kınalar elini tatlar dilini
Kınası solmuş da eller perişan
Kime ne ettik ki bu kimin ahtı
Kapanmış talihi bağlanmış bahtı
Viraneler imiş baykuşun tahtı
Kervan geçmez olmuş beller perişan
M. NAZİK 14.09.2007
****t
YOKSULLUK SENİ HARAÇ
MEZAT SATMALI
Netmeli yoksulluk seni netmeli
Isız koyaklarda taşa tutmalı
Olmazsa suyuna zehir katmalı
Bir soğana muhtaç hallere döndük
Netmeli yoksulluk seni netmeli
İndirime çıkarıp da satmalı
Seni dipsiz kuyulara atmalı
Rezil rüsva ettin dillere düştük
Yoksulu görünce kaçar kardeşi
Yolun değiştirir eski yoldaşı
Gizli gizli gözyaşıdır sırdaşı
Yarimin yanında ellere döndük
Yoksulun herkese boynu bükülür
Fukaralık her yanından dökülür
Arkasından baksan bile görülür
Sokağa atılan güllere döndük
Kime neyledik ki bu kimin ahtı
Kapanmış talihi bağlanmış bahtı
Kurulmuş köşeye tepremez (kurmuş da) tahtı
Kervanı kırılmış yollara döndük
Nasıl düzen kimse bakmaz amele
Varsıl isen herkes sana kul köle
Aynı suçtan yoksul düşer de dile
Yoksuluz geçmez kalp pullara döndük
Cehalet üstüne lök gibi çöker
Yoksullar yoksulun kanını döker
Neden hep tersine döner bu teker
Yellerde savrulan küllere döndük
Bir soğana muhtaç ettin sen beni
Köle pazarında sattın sen beni
Bilmez bulmazlara kattın sen beni
Palanın altında çullara döndük
Her nereye çıksam kesilir yolum
Elimi verince gidiyor kolum
Doğruyu söylesem kesilir dilim
Talihi kırılmış kullara döndük
Mahmut NAZİK 14.09.2007 MERSİN
DEVAM EDECEK
Kayıt Tarihi : 24.4.2009 13:25:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mahmut Nazik](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/04/24/biyografi-17.jpg)
Esen kalın.
Şimdi ben dikkafalı olmakla, kişileri anlamamakla, ön yargılıymışım gibi algılanırım... Hiç düşünmezler ki ayakta kalmanın çözümü neydi..Birde erkek okullarında okumanın zorluğu... Eeee ileriki yıllarada kişilik olarak yansıyacak bunlar.
Hocam,
şiir yazıyoruz ya, yaşamlarımıza anlam katıyoruz ya valla ötesi...Benimde yazmaya gereksinimim varmış. Sayenizde yazmış oldum....saygılar
TÜM YORUMLAR (5)