Yıl: 1993
Kuzey Irak haftanin bölgesi
İçimde bin dokuz yüz otuz sekiz’in sızısı
Kan tükürüyor geçen yıllar döşüme
Ben senin için buradayım
Sen toprakta
Kalk Allah aşkına Atam bana yalvartma
Aşkım
Bu sana yazdığım kaçıncı mektup
Sorma bilemiyorum
Sorma ne yazdığımı da bilmiyorum
Bildiğim tek şey sen ve TÜRKİYE
Ancak bunu diyebiliyorum
Bu gün on kasım
Ölüm yıl dönümü Atamızın ve ben sana yazıyor
Özlüyor ve sizleri seviyorum
Bitlenmişim aşkım
Sağanak yağmurun, sert esen güz rüzgarlarıyla hüküm sürdüğü kap kara koca dağların doruklarında üç metre önümüzü göremediğimiz esrarlı bir gecede aklımdasın...
Yürüdük zamanın öte yakasından bu satırları yazdığım gerçeğe doğru
Islandık,
Yıkandık,
Üşüdük,
Sel oldu aşkımız,...
Okyanuslarda fırtınaya yakalanmış dört ağaç gövdesinden oluşmuş bir sal gibi ufukta bilinmeyen fakat var olan zamana doğru sürüklendik hain gecenin içimize yüklediği hasret kokan şarkıların eşliğinde. Bir,bir yalnızlık ve sevda türküleri tutturduk yürüdüğümüz bu ıssız yolculukta. Ruhumuzu ve canımızı koltuk altımızda taşıyarak koşuşturduk yalnız lık kokan patikalarda.
Sevdamız koştu içimizde coşkuyla
Sen koştun içimde dolu dizgin
Yanık motor yağını boş bir kola kutusunun içine döküp üslübüyü mum ipliği niyetine yağın içine batırıp yakarak
Taş duvarlarını aydınlattığımız zik zaklar çizen habur çayının yakınlarındaki kayalık bir tepenin eteğinde bulunan beş insanın sığabileceği genişlikte, küf kokan, loş karanlık bir mağaradayız. Bodur çalılar kaplamış mağaranın girişini. Loş ışıkta bedenlerimiz bizden daha büyük yansıyor, yarık ve çatlakların yer aldığı mağaranın duvarlarında örümcek ağları yer almakta. Bu ağlarda yer, yer örümceklerin içlerini yedikleri sinek iskeletleri göze çarpmaktadır. Ağların üstlerinde parmak büyüklüğüne yakın örümcekler avını beklerken hareketsiz durmakta
Bu çatlak ve yarıklardan içeri dışarı tesbih böcekleri, kırk ayaklar dolanmaktadır.
Şurada taş duvarın dibinde
Sırt çantam duruyor
Sevda yüklü içi
Hasret yüklü tutam, tutam
Sen yüklüsün...
Yoruldum çok, omuzlarımda
Seni taşıdığım bu yükün altında
Yinede taşıdım ama sen yoksun
Vay kahpe felek vay! ...
Parkam, pedim, pançom var sevdamın yanında, çift şarjörlü, dürbünlü, bomba atarlı gece görüşe ayarlı, pointer'li tüfeğim dayalı durmakta sırt çantama. Biraz önce yağmurdan ıslanan tüfeğimden, ıslattığım için özür dileyip
Bir gelin gibi okşayarak temizledim. Islak mermilerini mendilimle sildim.
Şimdi yanık yağın aydınlığında parıldayarak neşeli, neşeli bana bakıyor.
Bu yağmurda biz buraya sığınıncaya kadar
Kaç saat yol aldık,
Kaç saat yürüdük,
İnan seni düşünürken hiç hatırlamıyorum. yalnız sabah gün ağarmıştı tan sökümünde, şimdi ortalık karanlık.
İşte bu geçen zaman sürecinde sen hep yanımdaydın. Şu an ise ölümsüz satırlara dökülüyorsun gönlümden
Eline geçtiğinde bu dizeleri okuyacaksın
Biz yürüdük yağmurda...
Yağmur yağdı üstümüze
Biz yürüdük yağmurda...
Yağmur yağdı içimize, soluksuz, nefessiz, ta katsız kaldık ve kilotlarımıza kadarda ıslandık.
Bu sensiz, soğuk, ürperten karanlıklarda İliklerimiz su doldu ve üşüttü beni
Bak keskin kokulu havasız mağaranın şu tarafında, dışarıdan topladığımız yağmur suyu içmiş, ıslak çalıları tutuşturmak için şiir defterimden yırttığım sayfalarla yaktığım yüzümüzü yalayan ateş yanıyor.
Yüksekliği yüz elli santimetre olan sadece bir insanın geçebileceği genişlikteki bu rutubetli mağaranın kapısına ateşin ışığının dışarıya yansımaması için battaniyemi gerdim.
İşte ben sana bu mektubu sığındığımız bu kasvetli mağarada soğuk taştan duvarları olan kapısındaki battaniyenin parmaklık olduğu bir mahpushaneden yazıyorum.
Gönlüm kalem oldu,
Sevgim sayfalar,
Dökülüyorum sana, gönlüne
Sana olan sevdam dağların doruklarındaki karı
Tek bir nefesimle yere indirecek kadar
ve şu an seni çok özlüyorum
Ateşten çıkan duman mağaranın kapısındaki battaniyeden dışarıya çıkamadan, içeriye dolup gözlerimi yaşartıyor.
Bu yaşlar üşümüş yanaklarımdan süzülüp buz gibi soğuyarak boynumdan aşağı inip yanan içimi serinleterek, birazda üşüterek koynuma doluyor.
Ben göremiyorum ama arkadaşlarım göz yaşlarımda senin adının yazdığını söylüyor.
Adın süzüle, süzüle soğuk bir esintiyle
Yağmurdan ıslanmış,
Yürümekten terlemiş,
Soğuktan üşümüş içime,
Göz yaşlarımın içinde billur, billur akıyor aşkım
Sen akıyorsun içime
Yağ işte, dol gönlüme durma
Söndür ateşimi, titreyeyim varlığınla
Sür yüzünü kaç gündür kesemediğim
Uzamış, içinde beş beyaz teli saklayan sakallarıma
Bende doyayım sana
Sırt çantamda haki renkli kalın kazağım var. Havlum, playboy dergisi haziranda izinde aldığım. Yüzümü silip, biraz kadın vücutlarına baktım. En son ne zaman gördüm bir kadını aha vallahi hatırlayamadım.
Bırak vücudunu bir yana kadın göremiyorum ki daha ne diyeyim.
Belki inanmayacaksın ama izinden gelirken bir kadın kokusu aldım.
Arada sırada çıkarıp kokluyorum
Sırt çantamda bir kaç parça bir şeyler daha var ve...
Boydan çekilmiş bir resmin
Gülümsüyorsun resminde, sanki yanımdasın
Sıcak nefesin vuruyor, resmine bakarken yüzüme
Yağmurdan ıslanmış resmini ateşte kurutmaya çalışıyorum
Kuruturken tutuşuyor saçların
Ben tutuşuyorum
Yanıyorsun
Yanıyorum
Bir tarafından yanık saçlarının kaldığı
Resmin elimde öylece ortada kala kalıyorum
Hayal olmuş çıplak bedenin bir an bile çıkmıyor aklımdan, gitmiyor gözlerimden.
Sen ne yaptın böyle bana
Vuruyorum ben de bu sersem başımı mağaranın taş duvarlarına
Niye diye sorma bana, anla işte
Hafızamı yitirip dağ, dağ memelerini unutmak için
Belki hayal olacak ama allı, beyazlı bir gelin gibi yağmur yerine sen dökülsen üstüme tutuşurum işte o an teninde ve...
Söndüremez yanık kokuları yayılırken etrafa beni hiç kimse
Yanarım! ...
Midyelerin içinde incileşen kum taneleri gibi
Efsunlu gözlerle baksan gözlerime dilim, yüreğim, her şeyim efsunkar kalır gözlerinin içinde
Kül olurum! ...
Geçen zamanı kollarken tetikte ben de yürüsem şeytanın ayak izlerinde
Tutuşurum
Tutuşurda söndüremez beni tüm bulutların yağmurları inse bile üstüme
Adına yaşamak dediğimiz feryat dağları delip serhat bile olsak budur işte
Oysa senden önce kaç tane kadın geçti yatağımdan
Kaç kadına dokundu ateşli vücuduma
Kaç incecik narin kadın parmakları gezindi omuzlarımı
Kaç batan tırnak kırıldı etimin içinde
Kaç dudak emdi dudaklarımı ve ben emdim
Kaç kadın inledi sabaha kadar
Kaç kadın beni inletti ateşli gecelerde
Evet hepsi senin tenimde doğuşunla bir bıçak gibi kesilerek silinip kazındı şimdi yok hafızamda
Öyle bir girdin ki vücuduma sanki aıds'e tutuldum.
Hiç bir zaman silinemeyecek şekilde kanata, kanata kalbime kazındın
Yürü tenimde yürüyebildiğin kadar
Yürü...
Sana açık,
Sana özgür vücudumdaki her santimetre kare toprağım
Dokun bana,...
Öp,
Hadi ısır, sustur dilimi
Göm satırlarda konuşan dudaklarıma dudaklarını
Ellerin gezinsin boynumda, aşağılarda
Bende bu başımı dağ dağ memelerine yaslayıp uyuyayım meleklerin benim için kurduğu salıncaklarda
Ne olur meleğim uyuyayım
Biliyor musun kaç gündür hiç uyumadım?
Kaç gündür yollardayım
Kaç gündür seni arzulamaktayım
Ayaklarıma giydiğim çoraplar kağıt olmuş parmaklarım çıkmış dışarıya, erimiş altları
Gözlerim kanlı, altı şişmiş olmuş mosmor kan bardağı, yıkadıkça dumandan akan göz yaşlarım cayır, cayır yanıyor mosmor olmuş gözlerimin altındaki kan bardaklarım.
Yanıyorum ben acı acı,
Hani ateş basmayı,
Hani kor ateşte yanmayı,
Hani alev, alev erimeyi,
Hani yanarken terlemeyi yaşıyorum ben yudum, yudum ah!
Çok zormuş sensiz olmak
Çok zormuş ağlarken gülmeye çalışmak, böyle tutuşurcasına yanmak
Yani böyle ateşlerde kalmak, yaşarken işte yaşamamak zormuş,
Çok zormuş,...
Bunu şimdi ben çok daha iyi anladım
Soydum tükenmek bilmeyen derman yüklü bedenimi iç çamaşırlarıyla kaldım terim ıslak ve titriyorum biraz canım
Derinlerimden bir pınar gibi ne kadar silsem de akıyor debisini hiç kesmeden içimden tekrar terim.
Bu terin ıslaklığında üşüyorum bir birine vuruyor dişlerim, dudaklarım,
Ateşin yanında dizlerime koyduğum kürkümle, elbiselerimi kurutuyorum
Yürüdükçe beyaz köpüklerden bir harita yapmış terimdeki tuzlarla elbiselerimde bedenim.
İşte Ege, Marmara
İşte Karadeniz, Akdeniz
İşte Van gölü
İşte Trakya, Anadolu
Çizmiş bir bir tenim misakı-milli hudutlarını ama ben ne yazık ki dışarıda kaldım.
Elbiselerimden duman olmuş buhar çıkıyor.
Islak, terli, çıplak bedenimden mağaranın tavanına duman, duman bir şeyler yükseliyor
Sevdam yükseliyor
Sevdam buhar olup mağaranın içine doluyor
Sökemiyorum
Yakamıyorum
Atamıyorum içimden seni
Ne yapacağımı artık çok şaşırdım
Hangi dağa çıksam
Hangi ırmakta yıkansam
Hangi uçurumdan iple insem
Hangi vadinin patikalarında dolansam
Kim söker seni bir kerpeden gibi içimden
Kim dağlar kalbimi
Kim unutturur seni bana
Yada hangi kurşunla vurulayım kalbimden sonsuza kadar yok olman için
Doçka mı?
Bikeyzi mi?
Kanas mı?
Yada bin metreden beni param parça etmek için üstüme, üstüme gelen bir re pe ge on bir roketiyle mi?
Yoksa elektrik fünyeli, beş kiloluk bir tnt kalıbıyla hazırlanmış bubi tuzağıyla
Yetmiş beş parçaya bölünüp
Yetmiş beş akbabanın sivri gagalarının arasında parçalanarak mı?
Söyle Allahsız söyle!
Vurma beni ölümden beter edipte
Sen kalbimde büyüdükçe
Ben kabul edemeyip isyanlardayım
Söyle nasıl sakin olayım?
Ya da söyle nasıl kendimi avutayım?
Mor dağları mı indirip yıkayım?
Irmakların yollarını mı değiştireyim?
Dünyadaki tüm zehirleri karıştırıp
Yetmişlik bir şişenin içinde iki saniyede dibini mi bulayım
Yada ne yapayım söyle?
Sen hangi zehirsinde içtim ben seni böyle?
Yüreğimi parçalarcasına... Allah kahretsin
Görüyor musun? Efkarın kucağında yaktığım sigarayla konuşuyorum bir başıma o bile senin gibi duman olup benden kaçıyor.
Bu nedir Allah aşkına
Yangınlardayım
Soyunda gel yanıma
Sana görünse de sana değil aslında isyanım
Ben aramızdaki aşamadığım mesafelerle kavgalardayım
Yıkılsın!
Yıkılayım!
Ellerini tutamadığımdan
Gözlerine bakamadığımdan
Seni sevip okşayamadığımdan
Sana sarılıp dokunamadığımdan
Dudaklarında yaşayamadığımdandır bu isyanım
Başka bir şeye değil
Saat gecenin yirmi üç otuz beş i... yağmur yağıyor hala, baykuşlar ötmekte dışarıda
Mağaranın köşesinde yanan ateşin üstünde fokur, fokur bir çaydanlık kaynıyor
Biraz sonra arap çayıyla habur kenarında yakalayıp ta bıçağımla başını kesip baş ve kuyruk deliklerini çamurla kapatarak ateşte pişmeye bıraktığımız tospağa ile derisini yüzüp, baş ve kuyruk kısımlarından birer karış kesip çakallara attığımız, kalan beş karışını da ateşte kızartıp, beş parçaya bölerek paylaştığımız kara yılanla karnımızı doyuracağız.
Pişen tospağanın kokusu mis gibi içimizi dolduruyor
Ateşte pişen üst kabuğu açılarak nar gibi kızarmış sırt eti açığa çıkıyor
Yutkunuyorum...
Çok açım,
Ama ekmeğimiz ıslanmış, yani ekmeksiz kaldık,
Olsun aşkım,...
Yüklü bulutların yeryüzüne serbest bıraktığı bereket dolu yağmurlar yağdı her yer kurbağa ve solucan kaynıyor.
Toplayıp on altı litrelik bir yağ tenekesinin kapağında pişirip tuzlayarak kurbağanın sadece arka bacaklarını ve ateşte kıkırdak halini alan solucanları cips olarak yemekten sonra yiyeceğiz.
Baharatımız özlem, sevda oldu
Dostluk, arkadaşlık salatamız
Hadi bebeğim sende bir öpücük ver de
Tam doysun bu gece karnım
Mağaranın soğuk taştan duvarlarına militanlar '' Gebereceksiniz Türk Ordusu '' yazmışlar
Gülüyorum)))
Bende elime sivri bir kaya parçası alıp
'' Bendensiniz, öpeceğim sizi eşkıya lar '' yazıyorum)))
Belli ki onlarda burayı kullanmışlar, kim bilir belki de çok yakınımızdalar, hatta belki de bizi de görüyorlar.
Hadi ulan çıkın ortaya, biz buradayız, siz neredesiniz?
Nerede alçak yürekleriniz, sakın azmayın, aklınızı alırım
Biz sizlerin ve bu dağların efendisiyiz
Bitlenmişim aşkım! ...
İç çamaşırlarımın dikiş aralarını toprak biti kaplamış tatlı, tatlı kaşındırıyorlar.
Yemekten sonra arkadaşlarla bisküi kutusunun üstünde sigarasına yarıştıracağız
Yarışa katılacak bitimin koydum sıfır üç Osman adını da
Kahve renkli bir şey başı küçük, karnı şişkince ayakları kısa, yere yapışık yürüyor ama heybetli
Bir sevgilisi var sıfır üç Osman ın, onunda adını koydum şule sıfır yedi, ne çocuklar doğuracaklar ırklarına
İçlerinden en irileri sıfır üç Osman galiba vücudumun efendisi aynı zamanda onların reisi o
Belli ki bileğinin hakkıyla çok kanımı emerek gelmiş bu duruma, çok çalışmış,kim bilir nerelerimde gezindi
Acaba gözleri var mı? Yok galiba bildiğim kadarıyla
Sıfır üç Osman ın sırt kısmı şeffaf beyaz
yarışı kazanırsa sevgilisi şuleyle beraber dört saat koltuğumun altında ödül olarak balayında kalacak sıfır üç Osman
Emsinler kanımı emebildikleri kadar
Madem biz evlenemiyoruz onlar evlensin
Yuva yapmak sevaptır nede olsa
Helal olsun kanım birinci gelecek sıfır üç Osman a
Osmanlar, şuleler benim alın terim, hizmetlerim
Tanrının ödül olarak bana verdiği bir armağan
Wolkmen radyomun kulaklıkları kulağımda en çok sevdiğim şarkılar çalıyor şu anda
Biraz önce Kıraç;
'' Kara hisar kalesi yıkılır geliri '' i söyledi
Şimdide Cem Karaca;
'' Vurun ulan vurun, vurun
Ben kolay ölmem
Ocakta küllenmiş aşım var
Kirvem hallarını böyle yaz
Rivayet olur belki
Gül memeler değil bu domdom kurşunu
Param parça ağızındaki '' yi söylüyor
Bende eriyorum bu şarkılarda,
Bitiyorum...
Hiç bir acı
Hiç bir yorgunluk
Hiç bir şey senin yokluğun kadar koymuyor bu Tanrının kulu Kibar'a
Hiç bir mutlu olay senin yanımda olma mutluluğunu
Hiç bir zaman yaşatmıyor bana
Yokluğunda mor dağlar sanki üstüme kapaklanıyor
Hasretim sana
Hasretim denizin dalgasını andıran saçlarına
Hasretim beni içine çeken okyanus dudaklarına
Aşkım
Bir gün namert bir namlunun ağzından çıkan kahpe bir kurşunla vurulup ta toprağa düşersem eğer sakın ardımdan ağlama
Bil ki ben çok mutluyum bu yolda yok olmaktan
Yalnız ne olur mezarımı kırmızı beyaz ve kokulu çiçeklerle süsle
Arada bir gübrele, çapala, sula
Genç, diri bir çınar dik baş ucuma kök salsın toprağımda
Sonra beni unut Allah aşkına
Bu gün denizlerde seninle beraber olamıyoruz belki ama
Bir gün mutlaka buluşacağız bir tanem ikimiz okyanuslarda
Öptüm bal tadındaki dudaklarından
Hoş çakal
Sınır kartalı
Kibar
Kayıt Tarihi : 11.10.2003 17:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)