Bitlenmişim aşkım Şiiri - Kibar Tavasav

Kibar Tavasav
82

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

Bitlenmişim aşkım

Beynimdeki en güzel şarkısın sen,
Dökülen bulutların suladığı kalbimin pınarı,
Oradamısın? Sesim geliyor mu?
Hani bir şarkımız vardı aşkı yazan,
Seni yazan, beni yazan,
Şimdi sensiz,
Şimdi buruk şarkıların, notaların tadı...

Bitlenmişim aşkım!

Sağanak yağmurun, sert esen güz rüzgarlarıyla hüküm sürdüğü kap kara koca dağların doruklarında üç metre önümüzü göremediğimiz esrarlı bir gecede aklımdasın...

Yürüdük zamanın öte yakasından bu satırları yazdığım gerçeğe doğru, ıslandık, yıkandık, üşüdük, sel oldu aşkımız,...

Okyanuslarda fırtınaya yakalanmış, dört ağaç gövdesinden oluşmuş bir sal gibi, ufukta bilinmeyen fakat var olan zamana doğru sürüklendik hain gecenin içimize yüklediği, hasret kokan şarkıların eşliğinde. Bir bir yalnızlık ve sevda türküleri tutturduk yürüdüğümüz bu ıssız yolculukta, ruhumuzu ve canımızı koltuk altımızda taşıyarak koşuşturduk yanlızlık kokan patikalarda. Sevdamız koştu içimizde coşkuyla. Sen koştun içimde dolu dizgin...

Yanık motor yağını... Boş bir cola kutusunun içine döküp üslübüyü mum ipliği niyetine yağın içine batırıp yakarak taş duvarlarını aydınlattığımız zik zaklar çizen habur çayının yakınlarındaki kayalık bir tepenin eteğinde bulunan beş insanın sığabileceği genişlikte küf kokan, loş karanlık bir mağaradayız. Bodur çalılar kaplamış mağaranın girişini loş ışıkta bedenlerimiz bizden daha büyük yansıyor yarık ve çatlakların yer aldı mağaranın duvarlarına. Bu çatlak ve yarıklarda örümcek ağları yer almakta, bu ağlarda yer yer örümceklerin içlerini yedikleri sinek iskeletleri göze çarpmaktadır. Ağların üstlerinde parmak büyüklüğüne yakın örümcekler avını beklerken hareketsiz durmakta bu çatlak ve yarıklardan içeri dışarı tesbih böcekleri, kırk ayaklar dolanmaktadır.

Şurada taş duvarın dibinde sırt çantam duruyor. Sevda yüklü içi.
Hasret yüklü. Tutam tutam sen yüklüsün... Yoruldum çok, omuzlarımda seni taşıdığım bu yükün altında. Yinede taşıdım ama sen yoksun vay kahpe felek vay! ...

Parkam, uyku pedim, pançom var sevdamın yanında. Çift şarjörlü, dürbünlü, bomba atarlı gece görüşe ayarlı, pointer'li tüfeğim
dayalı durmakta sırt çantama. Biraz önce yağmurdan ıslanan tüfeğimden ıslattığım için özür dileyip bir gelin gibi okşayarak temizledim. Islak mermilerini mendilimle sildim. Şimdi yanık yağın aydınlığında parıldayarak neşeli neşeli bana bakıyor. Bu yağmurda biz buraya sığınıncaya kadar kaç saat yol aldık? Kaç saat yürüdük?
İnan seni düşünürken hiç hatırlamıyorum, yanlız sabah gün ağarmıştı tan sökümünde. Şimdi ortalık karanlık işte bu geçen zaman sürecinde. Sen hep yanımdaydın şu an ise ölümsüz satırlara dökülüyorsun gönlümden. Eline geçtiğinde bu dizeleri okuyacaksın

Biz yürüdük yağmurda... Yağmur yağdı üstümüze,
Biz yürüdük yağmurda... Yağmur yağdı içimize,

Soluksuz, nefessiz, takatsız kaldık ve kilotlarımıza kadarda ıslandık.
Bu sensiz, soğuk, ürperten karanlıklarda iliklerimiz su doldu ve üşüttü beni. Bak keskin kokulu havasız mağaranın şu tarafında, dışarıdan topladığımız yağmur suyu içmiş, ıslak çalıları tutuşturmak için şiir defterimden yırttığım sayfalarla yaktığım yüzümüzü yalayan ateş yanıyor. Yüksekliği yüzellisantimetre olan sadece bir insanın geçebileceği genişlikteki bu rutubetli mağaranın kapısına ateşin ışığının dışarıya yansımaması için battaniyemi gerdim. İşte ben sana bu mektubu sığındığımız bu kasvetli mağarada soğuk taştan duvarları olan kapısındaki battaniyenin parmaklık olduğu bir mahpushaneden yazıyorum. Gönlüm kalem oldu. Sevgim sayfalar.
Dökülüyorum sana, gönlüne. Sana olan sevdam dağların doruklarındaki karı, tek bir nefesimle yere indirecek kadar ve şu an seni çok özlüyorum.

Ateşten çıkan duman mağaranın kapısındaki battaniyeden dışarıya çıkamadan, içeriye dolup gözlerimi yaşartıyor. Bu yaşlar üşümüş yanaklarımdan süzülüp buz gibi soğuyarak boynumdan aşağı inip yanan içimi serinleterek, birazda üşüterek koynuma doluyor. Ben göremiyorum ama arkadaşlarım göz yaşlarımda senin adının yazdığını söylüyor. Ve adın süzüle süzüle soğuk bir esintiyle yağmurdan ıslanmış, yürümekten terlemiş, soğuktan üşümüş içime,
göz yaşlarımın içinde billur billur akıyor aşkım. Sen akıyorsun içime.
Yağ işte, dol gönlüme durma söndür ateşimi, titreyeyim varlığınla.
Sür yüzünü kaç gündür kesemediğim uzamış, içinde beş beyaz teli saklayan sakallarıma, bende doyayım sana...

Sırt çantamda haki renkli kalın kazağım var, havlum, playboy dergisi haziranda izinde aldığım. Yüzümü silip, biraz kadın vücutlarına baktım. En son ne zaman gördüm bir kadını aha vallahi hatırlayamadım. Bırak vücudunu bir yana kadın göremiyorum ki daha ne diyeyim. Belki inanmayacaksın ama izinden gelirken bir kadın kokusu aldım arada sırada çıkarıp kokluyorum. Sırt çantamda bir kaç parça bir şeyler daha var ve... Boydan çekilmiş bir resmin.. gülümsüyorsun resminde, sanki yanımdasın sıcak nefesin vuruyor, resmine bakarken yüzüme. Yağmurdan ıslanmış resmini ateşte kurutmaya çalışıyorum. Kuruturken tutuşuyor saçların. Ben tutuşuyorum. Yanıyorsun. Yanıyorum. Bir tarafından yanık saçlarının kaldığı resmin elimde öylece ortada kala kalıyorum.

Hayal olmuş çıplak bedenin, bir an bile çıkmıyor aklımdan
gitmiyor gözlerimden. Sen ne yaptın böyle bana. Vuruyorum ben de bu sersem başımı mağaranın taş duvarlarına. Niye diye sorma. Anla işte, hafızamı yitirip dağ dağ memelerini unutmak için... Belki hayal olacak ama allı, beyazlı bir gelin gibi yağmur yerine sen dökülsen üstüme tutuşurum işte o an teninde ve... Söndüremez yanık kokuları yayılırken etrafa beni hiç kimse
Yanarım! ...

Midyelerin içinde incileşen kum taneleri gibi efsunlu gözlerle baksan gözlerime dilim, yüreğim, herşeyim efsunkar kalır gözlerinin içinde
Kül olurum! ...
Geçen zamanı kollarken tetikte ben de yürüsem şeytanın ayak izlerinde,
Tutuşurum,
Tutuşurda,
Söndüremez beni tüm bulutların yağmurları inse bile üstüme.

Adına yaşamak dediğimiz feryat dağları delip serhat bile olsak budur işte. Oysa senden önce kaç tane kadın geçti yatağımdan.
Kaç kadına dokundu ateşli vücudum.
Kaç incecik narin kadın parmakları gezindi omuzlarımı.
Kaç batan tırnak kırıldı etimin içinde.
Kaç dudak emdi dudaklarımı ben emdim.
Kaç kadın inledi sabaha kadar.
Kaç kadın beni inletti ateşli gecelerde.
Hepsi senin tenimde doğuşunla bir bıçak gibi kesilerek silinip kazındı. Şimdi yok hafızamda öyle bir girdinki vücuduma sanki aıds'e tutuldum.
Hiç bir zaman silinemeyecek şekilde kanata kanata kalbime kazındın.
Yürü tenimde yürüyebildiğin kadar yürü...
Sana açık, sana özgür vücudumdaki her santimetre kare toprağım
Dokun bana,... Öp, hadi ısır, sustur dilimi. Göm satırlarda konuşan dudaklarıma dudaklarını. Ellerin gezinsin boynumda, aşağılarda
Bende bu başımı dağ dağ memelerine yaslayıp uyuyayım meleklerin benim için kurduğu salıncaklarda.

Biliyormusun kaç gündür hiç uyumadım? Kaç gündür yollardayım. Kaç gündür seni arzulamaktayım. Ayaklarıma giydiğim çoraplar kağıt olmuş parmaklarım çıkmış dışarıya, erimiş altları.
Gözlerim kanlı, altı şişmiş olmuş mos mor kan bardağı.
Yıkadıkça dumandan akan göz yaşlarım, cayır cayır yanıyor, mos mor olmuş gözlerimin altındaki kan bardaklarım, yanıyorum ben acı acı,
Hani ateş basmayı,
Hani kor ateşte yanmayı,
Hani alev alev erimeyi,
Hani yanarken terlemeyi,
Yaşıyorum ben şimdi yudum yudum ah!
Çok zormuş sensiz olmak.
Çok zormuş ağlarken gülmeye çalışmak.
Yani böyle tutuşurcasına yanmak.
Yani böyle ateşlerde kalmak.
Yani yaşarken işte yaşamamak.
Zormuş,
Çok zormuş,...
Bunu şimdi ben çok daha iyi anladım.

Soydum tükenmek bilmeyen derman yüklü bedenimi
iç çamaşırlarıyla kaldım. Şu an terim ıslak ve titriyorum biraz canım.
Derinlerimden bir pınar gibi ne kadar silsemde akıyor debisini hiç kesmeden içimden tekrar terim. Bu terin ıslaklığında üşüyorum
Bir birine vuruyor dişlerim, dudaklarım. Ateşin yanında dizlerime koyduğum, kürkümle, elbiselerimi kurutuyorum. Yürüdükçe beyaz köpüklerden bir harita yapmış terimdeki tuzlarla elbiselerimde bedenim...
İşte Ege, Marmara,
İşte Karadeniz, Akdeniz,
İşte Van gölü,
İşte Trakya, Anadolu,
Çizmiş bir bir tenim misakı-milli hudutlarını fakat ben ne yazık ki dışarıda kaldım.

Elbiselerimden duman olmuş buhar çıkıyor ıslak, terli, çıplak. bedenimden mağaranın tavanına duman duman bir şeyler yükseliyor.
Sevdam yükseliyor. Sevdam buhar olup mağaranın içine doluyor.
Sökemiyorum,
Yakamıyorum,
Atamıyorum içimden seni,
Ne yapacağımı artık çok şaşırdım,
Hangi dağa çıksam,
Hangi ırmakta yıkansam,
Hangi uçurumdan iple insem,
Hangi vadinin patikalarında dolansam,
Kim söker seni bir kerpeden gibi içimden?
Kim dağlar kalbimi?
Kim unutturur seni bana?
Yada hangi kurşunla vurulayım kalbimden Sozsuza kadar yok olman için?
Doçka mı?
Bikeyzi (bcs) mi?
Kanas mı?
Yada bin metreden beni param parça etmek için üstüme üstüme gelen bir repegeonbir (rpg11) roketiyle mi?
Yoksa elektrik fünyeli, beş kiloluk bir tnt kalıbıyla hazırlanmış bubi tuzağıyla yetmişbeş parçaya bölünüp, yetmişbeş akbabanın sivri gagalarının arasında parçalanarak mı?
Söyle allahsız söyle!
Vurma beni ölümden beter edipte,
Sen kalbimde büyüdükçe,
Ben kabul edemeyip isyanlardayım,
Söyle nasıl sakin olayım?
Ya da söyle nasıl kendimi avutayım?
Mor dağları mı indirip yıkayım?
Irmakların yollarını mı değiştireyim?
Dünyadaki tüm zehirleri karıştırıp,
Yetmişlik bir şişenin içinde iki saniyede dibini mi bulayım.
Yada ne yapayım söyle?
Sen hangi zehirsinde içtim ben seni böyle?
Yüreğimi parçalarcasına...

Görüyormusun?
Efkarın kucağında yaktığım sigarayla konuşuyorum bir başıma o bile senin gibi duman olup benden kaçıyor. bu nedir allah aşkına?
Yangınlardayım,
Soyunda gel yanıma,
Sana görünsede sana değil aslında isyanım,
Ben aramızdaki aşamadığım mesafelerle kavgalardayım,
Yıkılsın!
Yıkılayım!
Ellerini tutamadığımdan,
Gözlerine bakamadığımdan,
Seni sevip okşayamadığımdan,
Sana sarılıp dokunamadığımdan,
Dudaklarında yaşayamadığımdandır bu isyanım başka bir şeye değil

Saat gecenin yirmiüç otuzbeşi... Yağmur yağıyor hala, baykuşlar ötmekte dışarıda. Mağaranın köşesinde yanan ateşin üstünde
Fokur fokur bir çaydanlık kaynıyor. Biraz sonra arap çayıyla
Habur kenarında yakalayıpta bıçağımla başını kesip baş ve kuyruk deliklerini çamurla kapatarak ateşte pişmeye bıraktığımız tospağa ile
derisini yüzüp, baş ve kuyruk kısımlarından birer karış kesip çakallara attığımız kalan beş karışını, ateşte kızartıp beş parçaya bölerek paylaştığımız kara yılanla karnımızı doyuracağız. Pişen tospağanın kokusu mis gibi içimizi dolduruyor. ateşte pişen üst kabuğu açılarak nar gibi kızarmış sırt eti açığa çıkıyor.
Yutkunuyorum... Çok açım, ekmeğimiz ıslanmış, ekmeksiz kaldık,
olsun aşkım,...
Yüklü bulutların yeryüzüne serbest bıraktığı bereket dolu yağmurlar yağdı, her yer kurbağa ve solucan kaynıyor, toplayıp on altı litrelik bir yağ tenekesinin, kapağında pişirip tuzlayarak, kurbağanın sadece arka bacaklarını ve ateşte kıkırdak halini alan solucanları
cips olarak yemekten sonra yiyeceğiz...
Baharatımız özlem, sevda oldu. Dostluk, arkadaşlık salatamız
Hadi bebeğim sende bir öpücük verde tam doysun bu gece karnım.

Mağaranın soğuk taştan duvarlarına militanlar '' Gebereceksiniz Türk Ordusu '' yazmışlar. Gülüyorum)))
Bende elime sivri bir kaya parçası alıp '' Bendensiniz, öpücem sizi eşkiyalar '' yazıyorum))) . Belliki onlarda burayı kullanmışlar. Kimbilir belkide çok yakınımızdalar. Hatta belkide bizide görüyorlar. Hadi ulan çıkın ortaya, biz buradayız, siz neredesiniz. Nerede alçak yürekleriniz, sakın azmayın, aklınızı alırım.
BİZ SİZLER VE BU DAĞLARIN EFENDİSİYİZ.

Bitlenmişim aşkım! ... İç çamaşırlarımın dikiş aralarını toprak biti kaplamış tatlı tatlı kaşındırıyorlar. Yemekten sonra arkadaşlarla bisküi kutusunun üstünde marlboro'suna yarıştıracağız.
Yarışa katılacak bitimin koydum sıfırüç osman adınıda. Kahve renkli bir şey başı küçük, karnı şişkince, ayakları kısa, yere yapışık yürüyor ama heybetli, bir sevgilisi var sıfırüç osmanın onunda adını koydum şule sıfıryedi, ne çocuklar doğuracaklar ırklarına. İçlerinden en irileri sıfırüç osman galiba. Vücudumun efendisi. Aynı zamanda onların reisi o. Belliki bileğinin hakkıyla çok kanımı emerek gelmiş bu duruma, yani çok çalışmış. Kim bilir nerelerimde gezindi durdu.
Acaba gözleri var mı? yok galiba bildiğim kadarıyla. Sıfırüç osmanın sırt kısmı şeffaf beyaz. Eğer yarışı kazanırsa sevgilisi şuleyle beraber dört saat koltuğumun altında ödül olarak balayında kalacak sıfırüç osman. Emsinler kanımı emebildikleri kadar. Madem biz evlenemiyoruz, bari onlar evlensin yuva yapmak sevaptır nede olsa.
Helal olsun kanım birinci gelecek sıfırüç osmana.
Osmanlar, şuleler benim alın terim, hizmetlerim. Tanrının ödül olarak bana verdiği bir armağan...

Walkmen radyomun kulaklıkları kulağımda, en çok sevdiğim şarkılar çalıyor şu anda:
Biraz önce Kıraç;
'' Karahisar kalesi yıkılır geliri '' i söyledi,
Şimdide Cem Karaca;
'' Vurun ulan vurun vurun
Ben kolay ölmem
Ocakta küllenmiş aşım var
Kirvem hallarını böyle yaz
Rivayet olur belki
Gül memeler değil bu
Dom dom kurşunu
Param parça ağızındaki '' yi söylüyor bende eriyorum bu şarkılarda,
Bitiyorum...

Hiç bir acı,
Hiç bir yorgunluk,
Hiç bir şey senin yokluğun kadar koymuyor,
Bu tanrının kulu Kibar'a.
Hiç bir mutlu olay,
Senin yanımda olma mutluluğunu,
Hiç bir zaman yaşatmıyor bana.
Yokluğunda mor dağlar,
Sanki üstüme kapaklanıyor.
Hasretim sana,
Hasretim denizin dalgasını andıran saçlarına,
Hasretim beni içine çeken okyanus dudaklarına,

Aşkım! ...
Bir gün namert bir namlunun ağızından çıkan kahpe bir kurşunla vurulupta toprağa düşersem eğer sakın ardımdan ağlama.
Bil ki ben çok mutluyum bu yolda yok olmaktan. Yanlız ne olur
Mezarımı kırmızı beyaz ve kokulu çiçeklerle süsle arada bir gübrele, çapala, sula. Genç, diri bir çınar dik baş ucuma. Kök salsın bu çınar toprağımda, sonra beni unut allah aşkına...
Bu gün denizlerde seninle beraber olamıyoruz belki ama.
Bir gün mutlaka buluşacağız bir tanem ikimiz okyanuslarda...

Mavi ötecek kuşlar mavi umutlara,
Derinden doğacak sevdam yanıbaşında,
Tut ki salkımım dudağının ucunda,
Isırsanda, koparsanda acımaz canım asla! ...

Mektubunun içinde kendinide yolla bana...
Öptüm bal tadındaki dudaklarından!
Hoşçakal!
Sınırkartalı
Kibar

Kibar Tavasav
Kayıt Tarihi : 9.9.2009 18:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Kibar Tavasav