Biri Beni Gözetliyor Şiiri - Feride Özmat

Feride Özmat
25

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Biri Beni Gözetliyor

İçimdeki 'gözetleniyormuşum' hissini bir türlü engelleyemiyordum.

Oysaki evde yalnızdım. Dışarıya bakıyordum; ortalıkta tek bir canlı bile yoktu. Kışın doğalgaz çalışmaları için kazılıp daha hala asfaltlanmamış sokakta, rüzgârla uçuşan toprağın dışında bir şey görünmüyordu. Karşı panjurlar, kışın yorgunluğunu üzerlerinden atamamış gibi toz içindeydi. Yol kenarlarını ve bahçelerin dört bir köşesini yabanî otlar, dikenler bürümüştü. Yazlıkçılar hala gelmemişti ya, Ada kimsesizdi ve bu görüntüsüyle bana, eski kovboy filmlerindeki terk edilmiş kasabaları hatırlatıyordu.

Yine de Ada’nın bu halini seviyordum. İnsan böyle ortamlarda kendisiyle baş başa kalabiliyor, sessizliğin ve tek başınalığın tadına doyasıya varabiliyordu. Hem herkesin dönem dönem yalnız kalmaya ihtiyacı olduğu bir gerçek değil miydi? Kişinin kendi içine dönmesi; bazen yarınla ilgili planlar yapması, bazen de geçmişini ya da bugününü sorgulaması için buradan daha uygun bir yer olamazdı.

Tepeleri aşıp Karadeniz'den buralara kadar ulaşan keskin rüzgâr, mevsime göre oldukça serin esiyor; pencere aralıklarından bile girerek insanın içine işliyordu. Ada'lıların deyimiyle bu, yaz boyunca soluk aldıran, kışın ise göz yaşartan 'eşek poyrazı'ydı.

Madem kapıdan burnumu bile çıkartamıyordum, en iyisi evde keyif yapmak diye düşünmüş; camın önüne çektiğim koltuğa kurulup şalıma sıkıca sarınmıştım. Elimde Yılmaz Odabaşı'nın Feride’si; bir yandan kahvemi yudumlarken, bir yandan da Joy FM’de çalan şarkılara eşlik ediyordum.

Biraz şiir... Biraz müzik... Beraberinde de uçuşur gibi görünen, serin mi serin, huzur dolu bir manzara... Epeyce sıkıntılı geçirdiğim kış aylarından sonra, özlemini duyduğum sükûnete kavuşmuştum işte! Hayattan o an için başka hiçbir isteğim, beklentim yoktu. Tek arzum, sağlıklı ve huzurlu olmanın tadını doyasıya çıkarmaktı. Çıkarıyordum da...

Peki, bu 'gözetleniyormuşum' hissi nedendi?

Sebebini, bir fincan daha kahve almak için dalgın dalgın mutfağa yöneldiğim anda anladım. Bir çift yemyeşil göz ve iki sivri kulak, tam karşımdaki arka balkon camına yapışmış duruyordu. İkimiz de öylece, hiç kıpırdamadan, birkaç saniye boyunca kaldık. Kahveyi unutup koridordan arka kapıya hızla yürüdüm. Ben yaklaştıkça, camdaki gözlerin yanına iki tane de tekir pati eklendi. Ardından küçük pembe bir burun... Sonra kırılmış beyaz bıyıklar... Balkon kapısını açtığım anda tanıdım onu: Jojo!

“Bebeğim! Sen misin? Yaşıyor musun sen? ”
“Mırrrk...”
“Gel bakayım kucağıma. Tatlı kızım mısın sen benim; akıllı kızım mısın; güzel kızım mısın? Özledin mi beni? Ben çok özledim biriciğimi; çok...”

Evet, oydu. Birkaç yazdır arka bahçede beslediğim, üç öğün yemeğimi paylaştığım, gecelerini balkonumdaki paspasın üzerinde kıvrılıp uyuyarak geçiren, yavrularını yalnızca bana gösterip yalnızca benim okşamama izin veren, kış boyunca sık sık düşündüğüm ve tüm zor şartlara rağmen ayakta kalabilmesini umduğum kedi; Jojo... Nasıl da zayıflamıştı; nasıl da bakımsız görünüyordu. Ama yaşıyordu işte! Yaşıyordu!

Kızımı hemen içeriye alıp karnını doyurmak için doğru mutfağa götürdüm. Biraz kuru mama, biraz ton balığı... Biraz da kaşar peynir? Ya cips? Suyunu da eksik etmemeliydim; kuru mamalar çok tuzlu oluyordu çünkü. Doğru dürüst yemeyeli, temiz su içmeyeli kim bilir ne uzun zaman olmuştu!

Önüne koyduğum yiyecekleri, bakışlarını benden ayırmadan, hızla yedi bitirdi. Ardından, sanki bir an önce yapıp bu mecburiyetinden kurtulmak istermişçesine aceleyle, baştan savma yalanıp temizlendi. Sonra kuyruğunu havaya kaldırıp bana yanaştı. Onu sevgi ve özlemle sarıp kanepeye oturdum. Yıpranmış, kısmen dökülmüş tüylerini okşarken Jojo da, boğazından şiddetle yükselen o zevk dolu mırıltıyla, başını elime, boynuma, göğsüme sürtüp duruyordu. Yapabilse sanki içime, ta yüreğime girecek ve oraya kıvrılıp hep orada yaşayacaktı. Ama zaten öyle değil miydi?

“Ben artık buradayım bebeğim; hiç merak etme. Sana her gün mama vereceğim. Göbeğin yine büyüyecek, tekir tüylerin yine pırıl pırıl uzayacak. Sonra yavruların olacak. Onları da okşayıp seveceğim, besleyeceğim.”
“Mırrrrk...”
“Sen bebeklerini büyütene kadar buradan gitmeyeceğim. Söz veriyorum sana tatlı kızım.”
“Mırrrrrk...”
“Hem kışın gitsem de, seneye geri geleceğim. Biliyorsun, değil mi Jojikom? ”

Yaz boyu beslenen, tombullaşan, güzelleşen bu kedileri bir sonraki sene tekrar görüp göremeyeceğimi bilemeden, yüreğimi Ada’da bırakıp her sonbahar şehre taşınmak içimi nasıl da acıtıyordu! Ben yokken kimin bacaklarına sürtünüp yemek isteyeceklerdi? Yağmurda, karda kimin evine, balkonuna sığınacaklardı? Ya sevgiye ihtiyaç duyduklarında kim okşayacaktı, kim konuşacaktı onlarla? Mahallede yaz-kış yaşayan o kadar az insan vardı ki! Sokak kedilerinin hangi birini doyurabilirlerdi? Bu zavallıcıkların kış boyunca da beslenebilmesinin bir çözümü var mıydı? Varsa neydi? Biliyordum, bazı örgütler vardı ama yeterli miydi? Hiç sanmıyordum. Hayvanseverlerin gönüllü olarak çalıştığı bu örgütler belli ki gerektiği kadar destek bulamıyordu. Peki, ne yapılabilirdi? Ben ne yapmalıydım?

Yanıtları bulamamaktan ve belki de seneye onu tekrar kucaklayamayacak olma düşüncesinden dolayı yüreğim buruk, endişeyle sordum Jojo'ya:

“Önümüzdeki yaz geldiğimde burada olacaksın; hala yaşıyor olacaksın... Dayanacaksın; değil mi tatlı kızım? Dayanacaksın! ”

Radyodaki şarkı, Jojo’mun mırıltısına eşlik ederek, “I will survive! ” dedi. “Evet, sebebim var yaşamı sevmek için... Zorlukların üstesinden gelebilmek için...”

ADALI Dergisi / Haziran 2007

Yitik Ada Günceleri
Adalı Yayınları / Eylül 2009

Feride Özmat
Kayıt Tarihi : 31.8.2006 11:07:00
Feride Özmat