Çok, çok eskilerde bu bastığım yerdeydi evimiz. Solumda, Selçuklulardan kalma damlı, güdük minareli, tarihi Mescit. bitişiğinde Erciyes’in buz gibi suyunun pöğreğinden güldür güldür akıp yalağına döküldüğü, büyük baş hayvanların kana kana içtiği sokak çeşmesi. Önümden on adım ileri de mahalle arasında kalmış mevsimine göre, lahana, pırasa, havuç, turp. marul, domates, biber ve salatalığın yetiştirildiği büyükçe bir sebze bahçesi.
Bu sebze bahçelerinden hemen, hemen her mahalle aralarında vardı. Mübalağasız her evin ahırı, ahırında da, birer büyük baş, yada küçük baş hayvanı olurdu. Sabahları Camız ve inekler harman yeri denen yerde toplanırlar, çobanın ıslık sesiyle otlanmaları için o zamanlar mera olan, şimdilerde yerleşim alanına dönüşen Gaziosmanpaşa Mahallesi, Karpuzatan mevkine götürülür, akşam yine aynı yerden de ıslık sesiyle evlerindeki ahırlarına dağılmaları sağlanırdı. Hayvanlar toplanma yerine kendileri gider kendileri gelirlerdi. Çoban azık bohçasını her gün ayrı hayvanın boğazına bağlardı. Sahibi sabahları hayvanıyla birlikte toplanma yerine gelir, çobanın azığını ve ücretini elden verirdi.
Okullar kapanıp yaz gelince genelde aileler bağ evlerine göçerlerdi. Aile reisleri şehirde kalır ticaretle uğraşır, hafta sonları ya da her akşam canlı vasıtalarıyla bağ evlerine dönerlerdi. Hali vakti yerinde olanlar Talas, Hisarcık, Germir, Mimarsinan. Orta halliler, Eskişehir Bağları, Hacılar ve Mahrumlara göçerlerdi.
Bazı evlerin önünde, “Yaylı “ at arabaları vardı. Romalı gladyatörlerin savaşlarda kullandıklarının benzeri bu arabalar, uyarlanmış lastik tekerlekli iki kişinin bindiği süslü arabalara dönüştürülmüştü. Bu zenginlerin evlerinin ahırında ayrıca atlar için de Musullar vardı. Bahar geldiğinde ahırların tabanı bellenir, kemreleri gübre olsun diye sebze bahçelerine verilirdi. Baharları mahalle araları mayıs kokardı.
O dönemlerde bırakın mahalleleri şehirde sayılıydı otomobiller. Bazı evlerin önünde Tek ya da çift atın çektiği süslü faytonlar vardı, şimdilerde taksilerin yerini tutan. Sokaklar nal sesiyle inlerdi. Dört lastik tekerlekli at arabaları vardı çokça, nakliye işlerinde kamyon gibi kullanılırlardı.
Sokaklarımız taş kaplıydı, öyle sık sık eşelenmez, köstebek gibi delik deşik edilmezdi. Tek tırnaklı hayvanlar gibi hada çift tırnaklı İnek, Öküz gibi hayvanlarda nallanırdı, tırnakları aşınmasın diye. Kadınlar sokak çerçilerinin ne sattıklarını çığlıklarından, hayvanlarının nal sesi ya da kişneme sesinden bilirlerdi. Çerçiler katır ya da atlara çatılmış büyük küfeler içerisinde pazarlarlardı sattıkları ürünleri, sebzeleri. Hele bir çerçi vardı ki yarım asırdan evvel, çığırışıyla sokakları inletirdi. Katır semerine çatılı küfe içerisinde sakatatları satmak için “ Koyun ayağı var Kelle var” diye bağırır inletirdi sokakları. Bir seferinde Düven önünden, Kağnı pazarına doğru giderken, Adem ağanın konağının önünde, o sakatatçı yönünü konağın üst kat penceresine doğru dönüp iki elinin ayasını ağzına dayayarak, yine aynı ses tonuyla “ koyun ayağı var kelle var” diye avazı çıktığı kadar bağırır. Adem Ağa pencereyi açar, önünden geçip giden sakatatçıya “ ne bağırıyonğ lan, benim evden başga ev bulamadınğmı gandıracah, kosnüg der. Sakatatçı uzun boylu, Adem Ağa yaşlarında birisi idi. Biraz komik bir tavırla,bir eli katırının yularındayken, diğer eliyle küfeyeden çıkardığı kelleyi ağaya sallayarak, ne gızıyon ağa, belkim ağanın da canı çeker diyi bağardımdı ” der. Aynı nakaratı bir daha çağırarak uzaklaşırken.” Get lan işine sümsük herif diyi, sokranarak penceresini kapatır, Adem Ağa”
Her mahallenin ev ekmeği pişiren fırını vardı. Ev hanımları hane halkına göre, bir hafta yetecek kadar hamuru akşamdan yoğurur, sıra kapmak için sabah namazını müteakip bakır leğenler içerisindeki hamurlar omuzlarda fırınlara taşınırdı. Ekmek pişiricisinin arkasında bulunan bel hizasında yükseltilmiş tezkerelerin üzerinde sıra sıra. Bu tezkerelerin üzerinde bazen otuza yakın leğen sıralanır, geç kalanların ekmeği öğleden sonraya kalır, komşulardan ödünç alınırdı. Biz çocuklar birkaç gün sonra bayatlayan ev ekmeğinden bıkar, illa ki çarşı ekmeği diye tutturur mızmızlanır hadda bir tonda azar işitirdik ebeveynlerimizden. Yalanda değildi hani. Hamur mayalı o mis gibi kokan somun ekmeğine ve meşhur Şıhaslan Fırınının çıkardığı, kapalı uzunca pidesine doyum olmazdı. O pideler hemen hemen her bakkalda bulunurdu. Bakkalcı bilirdi pidenin yanında çemenin gittiğini. Öğlenleri okul aralarında veya oyun seyrederken. Yirmi beş kuruşa çeyrek, elli kuruşa yarım pide arası çemen ekmeği ne keyif ve iştahla yerdik Bilmezdik ne hamburger ne kola, ne döner, ne ayran. Bilseydik de alamazdık ki.
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta