(yazılarım)bir yolcu, iki bilet, üçüncü ...

Fehmi Gildiroğlu
170

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

(yazılarım)bir yolcu, iki bilet, üçüncü bir yol...

Adam bavulunu geceden hazırladı; Arkeolojik bir kazı yapmak için gerekli alet, edevat ve eşyaları hazırlar gibi titizlikle elbise ve şahsi eşyalarını tek tek yerleştirmişti bavuluna.
Her şey kusursuz bir şekilde ayarlanmış ve düşünülmüştü, çıkmak için her şey hazırdı.
Sabah henüz olmamış, güneşin doğma vakti de yaklaşmıştı. Yıllardır kahrını çeken fedakâr eşi, huzurlu bir şekilde uyuyor, çocukları da geç vakte kadar sohbet edip oyun oynadıktan sonra, her şeyi olduğu yerde bırakıp odalarına çekilmiş sere serpe yatıyorlardı. Evin içinde belki on, belki daha fazla adımlar atarak hem onları süzüyor, hem de eksik bir şeyler kalmasın diye bavulunu kontrol ediyordu. En nihayet aile bireylerinin tuvalete gitme ve buzdolabından bir şeyler kontrol edip aşırma ve su içip yatma ihtimalleri ortadan kalkmıştı. Evde derin bir sessizlik hâkim olup, öğleye kadar kimsenin gittiğinden haberinin olması mümkün değildi. Ayrılış vaktinin gelmesi onda daha önceki ayrılıklarda hiç yaşamadığı bir duygunun bir hüznün oluşmasına sebep oldu. Çaydanlığın delinen ibriğinden ince ince süzülerek akan çay gibi yaş süzüldü gözlerinden. Akan yaşların, ince bir leke bıraktığını hissetti yanaklarında. Lavaboya gidip yüzünü yıkamayı denedi sonra vaz geçti. Ya o esnada kırk yıldır aynı yastığa baş koyduğu sevgili eşiyle karşılaşsaydı, o zaman her şey boşa giderdi. Kararını değiştirmekten korktu ve bavulunu alıp süratle evden çıktı. Kapıyı kapatıp kapatmadığından bile emin değildi artık, kafada bir sürü düşünceler. Evin önündeki arabaya yöneldi sonra vazgeçti, zaten anahtarı alıp almadığından bile emin değildi. Sonra arabayla nereye gidecekti ki, nereye bırakacaktı arabayı, arabayı da eşi kullanmıyor muydu?

Cadde boyunca yürüdü, sağa sola bakarak gidiyordu, ne güzel bir mahalle diye düşündü. Çocukluğu, anne ve babası, kardeşleri bir bir gözünün önünden geçti sonra sevdiği kız, yani şimdiki eşi sonra da gülümsedi ne güzel bir hayatı vardı.

Her gördüğü nokta onda bir başka hatırayı canlandırıyordu. Sanki daha önce okuduğu güzel kitaplardan hikâyeler vardı içlerinde, konular konuları takip ediyor, ondan ona geçiyordu.
Zaman nasıl geçti anlayamadı, nihayet dolmuş son durağına gelebilmişti. Dolmuşu görünce biraz daha hızlandı, onu da kaçırmaktan korkuyordu. Zaten hayatında hep böyle olmamış mıydı?
Dolmuşa bindi, oh be! En güzel yerde boşmuş diye mırıldandı. Bavulunu ayaklarıyla güzelce düzeltti. Gideceği yeri ve yapacaklarını düşündü. Yüzünde tuhaf bir mutluluk oluştu birden kendisini; ipini koparan taya benzetti yâda çocukluğunda oynadığı kuzulara, çayır çimene dalacak, sıçraya sıçraya oradan oraya koşacaktı nerdeyse.

Nihayet bir ses ''gidelim mi artık gelecek olan gelirdi şimdiye kadar, dünde kimse yoktu neyse bu hafta nöbet bende''
“Tamam, kaptan” diyebildi adam. Sağına soluna baktı hakikaten de kendisinden başka kimsede yoktu dolmuşta. Bavulunu boşa sıkıştırmıştı yanına, az ileri iteledi sonra tekrar geri çekti. Sonra da “günaydın kaptan” diyebildi.
Konuşacak birini bulan kaptan; “günaydınlar efendim” dedi uzatarak. Sonra hikâyeler, “İki gündür uyku yok, üç gün daha böyle, kahvaltı bile yapamıyorum dokuza kadar, sonra bir çay bir simit. Arabayı öğlen teslim ediyorum, akşama kadar yat yatabilirsen çocuklar okulda hanımın arkadaşları, kapı zillerinden uyuyabilirsen ne ala. Hemşerim pardon başını ağrıttım bu saatte yolculuk ne tarafa? sizi pek göremezdim durakta, hele bu saatte neyse özür. Buyurun geldik otogardayız”
Adam şaşırdı, sağa sola baktı havaalanına gidecektim ya. Neyse deyip indi arabadan. Şaşkın şaşkın yürüyor bir taraftan da düşünüyordu ki, sesler onu kendine getirdi;

-Adana var mı? Adana kalkıyor
-İstanbul, İstanbul hemen gidiyor.
-Hemşerim nereye yolculuk? Gel gel bir iyilik yaparız.
-Adana kırk olur sana bak, bu saatte hiç bir yerde İstanbul bulamazsın.
-Gel abim gel gel, abime bir İstanbul ver pencere kenarı olsun.
Adam çaresiz, denileni yapacak, yapmak zorunda, adamı zorla İstanbul’a gönderecekler gibi, otuz beş liraya İstanbul biletini aldı.
-Abi şu beş lira sizin hayırlı yolculuklar.
Saat daha yediye gelmemiş, bilet dokuzda, çaresiz bekleme salonuna doğru yol aldı, boş bir yer
Buldu oturdu, gerçi akşamdan kalanlardan, evsiz yurtsuz olup ta buralarda barınanlardan yer bulmakta pek kolay olmadı. Her tarafta bunlardan çok insanlar vardı, en kötüsü de kokudan durmak mesele. Kendi kendine buraya nasıl geldiğini, bu duruma nasıl düştüğünü hatırlamaya çalıştı.
Nihayet adamın kendine sattığı bilet aklına geldi, isim kendisine ait yolculuk İstanbul’a ne alakası varsa, sonra cüzdandaki uçak biletini hatırladı, eline alıp uzun uzun baktı, üzerinde yine kendi adı yazıyordu, İstanbul Atatürk Havalimanı-Sydney Kingsford Smith Havalimanı, sonra kendi kendine güldü belki de kaderin cilvesi buydu.

Zaman nasıl geçti bilinmez, tatlı bir uyku geldi gözlerine, az bir kestirmek her halde iyi gelecekti, Bir rüya, bir gülümseme yüzünde...

Bir temizlik görevlisi koşarak polis noktasına vardı.
-Memur bey, memur bey şurada iki gündür uzanmış yatan bir adam var, adamda soluk ve canlılık emaresi gözükmüyor.
Polis otogarın sağlık ekibini çağırdı birlikte adamın yanına gittiler.
Doktor ''Bu adam öleli çok olmuş, bir ambulans çağıralım üzerinde hiç bir belge tanıtıcı kimlikte yok, elinde sadece iki adet bilet var, ikisi de aynı isme ait, başka da hiç bir eşya yok”
Ambulans geldi, adamı en yakın hastaneye götürdüler. Acil doktoru, tutanakları istedi, İki üç eşyasını bir torbaya doldurup, cenazenin yan tarafına koydu. Cenazeyi inceleme yapmak ve savcıyı beklemek üzere bir odaya aldılar.

Savcı, doktorlarla beraber cenazeyi incelemeye başladı. Adamın yüzü açılınca, savcı bir tuhaf oldu, bir sandalyeye oturdu bir su rica edim diyebildi. Savcı suyu içince biraz kendine gelebildi. Savcının bu hareketleri orada bulunan herkesin dikkatini çekmişti. Sonra biraz rahatlayınca,
-Doktor hanım kimlik bilgileri falan yok muydu bu vatandaşın?
Sonra raporları istedi; Otogarda ve Hastanede düzenlenen raporları inceledikten sonra telefonunu eline aldı birkaç isim mırıldandıktan sonra “en iyisi yengemi aramak” diye düşündü.
-Günaydın yenge, abim evde mi?
Kısa bir suskunluk
-Üç gündür yok mu?
-Nereye gider! Bu hafta izinliyim demişti bana.
Fazlada konuşamadan, “yenge sonra görüşürüz” deyip telefonu kapattı.

Torbadaki belgelerden başka bir şey de yoktu ama abisi olduğu da kesindi artık. Görevi gereği metin olmak zorunda olduğunu düşündü. Havaalanını aradı, Emekli kurmay albay pilot abisi, Kamuran Polat'ın bu hafta uçuşu yokmuş ve bir ay izin almış. Tatil planlarını anlatmış arkadaşlarına. Yıllardır operasyonlardan, Ülkemizdeki ve çevremizdeki olaylardan çok sıkılmış strese girmiş, Dinlenmeye ihtiyacım var demiş, abisinin çok hassas bir ruha sahip olduğunu biliyordu ama bunları kendisi ile hiç paylaşmadığı için çok üzüldü.

Bir kaç dakika müsaade istedi yanındaki ekipten, biraz yalnız kalmak ona iyi gelecekti. Sonra durumu nasıl olsa anlatacaktı yengesine, yeğenlerine.
Kendini toparladı,
-Yenge seni Gazi Hastanesinde bekliyorum,
-Hayırdır!
-Gelince görüşelim.

Hayat iki bilet, üç yol, tek yolcu
Sevdiklerinizi ihmal etmeyin...

Fehmi Gildiroğlu
Kayıt Tarihi : 7.10.2016 10:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fehmi Gildiroğlu