Niye yalan söyleyeyim o yirmi üç nisanda ağabeyimle öğretmenlerden fırça yiyecegimizi bile bile törene gitmedik.Bir gün öncesinden hazırlık yapıp sabah haydi rast gele,doğru Keban Barajı'na, balığa. Zaten bu balık işini hep yapardık az tutarsak ilçede çok tutarsak şehirde satar parayı bir güzel yerdik.
Sinema garanti bir de kebap...Gel keyfim gel. O zaman su beleş,garson sürahiyi masanın ortasına koyardı,En çok kızdığımsa değişik yemekler söylemişsek yemeklerimizin aynı anda gelmemesiydi,onun yemeği önce gelse ağzımın suyu aka aka bakardım,biraz alsam vermez.
Benim yemeğim önce gelse bitirip seyret ağabeyi bir tane daha söylesem olmaz. Ya arkadaş beraber getirsene hala gıcık oluyorum bu işe.
Neyse o yirmi üç nisan günü dokuz on kadar sazan tuttuk.Yol uzak insana göre biz küçük balığa göre onlar büyük zor taşıyoruz.
Jandarma karakolunun önünden geçerken omuzunda yıldızı olan iki adam biri elini arkadan bağlamış mağrur bir duruş...Askerlere de balık satardık ama yıldızlısı hiç denk gelmemişti. Ne sorduğunu hatırlamıyorum,bizi sorgudan geçirdi sonra askerlerine emir verir bir edayla solungaçlarından olta ipi geçirip tespih tanesi gibi dizdiğimiz balıkların en büyüğünü gösterdi
Şunu çıkarın...
Daha ilçeye girmeden siftah yapacağız,hadi ağabey bu gün işler iyi,zaten on balıkla şehre gidilmez minibüs parasını kurtarmaz.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla