Bir Yazdan, Bir Ayaza… Mektup!

Ayşe Keskin
39

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Bir Yazdan, Bir Ayaza… Mektup!

“Herkes, içinde bir mektupla doğar. Ama o mektubu okumayı ancak kendine karşı dürüst olanlar başarabiliyor.” Rilke

Sözü edilen mektubu(nu) bulmaya gönüllü olarak yola koyulalım. Bir y/azdan bir ayaza… Geceden gündüze… Geçmişten, geleceğe… Aradıkça, arandıkça bulunacak yere… Zamanla okunabilirliği, zaman içinde solabilirliği, varlıkla yaşayabildiği ancak bu şekilde içe iz olurluğu gerçekliğiyle.

Yaşamın özündeki çelişkileri(ni) , seneler senesi, gülmekle ağlamak arasındaki gelgitleriyle, kâh kıyılarda, kâh açıklarda coşkun ve vurgunsu bir dille yazan Rilke ve Rilke’yi duyanlar, duyumsayanlar onu anlamaya, anlatmaya çalışmışlar bugüne değin. Benim de yapabileceğim duymaya çalışmaktı bu sessiz çığlığı… Bu çığlıkla başlayacak, oluşacak yeni çığlıkların düşünsel ve duygusal zenginliğe kapı aralaması umuduyla… Onun sesiyle sesimi buluşturabilmek için kulaklarımı dört açıp, gözlerimi derine diktim uzunca zamandır. Önce karanlıktan ürken çocukların tedirginliğiyle sonra ışığını bulan pervanenin aşkıyla döne döne okumaya başladım Rilke’nin elime geçen eserlerini.

“Aynı kaderi paylaşan iki insan birbirini çabuk bulur.”

Yazanın kaderi, kaderin yazısı…
Yazın selamsız sabahsız nemi, kışın döşe döşenen ikliminin ilmeği!
… Güzün dökülen hüzünsel birikimi, ilkyazın kıvrak kıskıvrak eden dirilişini! ..
Kim bilebilir kendinden başka kırılmış bir kalemin inlemesini.
Mürekkebin lekesinde aradık o gülden yadigâr kalan dikenin azizliğini.

“Gül, ey saf çelişki
Bütün göz kapaklarının altında
Hiç kimsenin uykusu olamamanın sevinci…”

Kendi mezar taşına yazılması için özellikle seçmiş ve iç mektubunun özeti olmuş bu dizeleri ve duyumsadıkça Rilke’nin duygusal uçurumunu, gözlerimizin etrafında beliren uykusuzluğun hareleri...

Rilke’nin, varlıkla yokluğun o ince çizgisinde, sesini meleklere duyurabilme umudunu içinde taşıdığı dizeler…
ki varlığının derin boyutunu, şiirlerinde yansıttığı Lou Andreas-Salomé’ye olan derin tutkusunu ve bağlılığını, seneler senesi büyük bir titizlikle yazdığı Duino Ağıtları’nda mühürlediğinde, lirizmin doruklarının nasıl olduğu ve düşünsel ve duy(g) usal ustalığını görmek ayrıca etkileyicidir.

-Aşkı ölümsüz kılmak, başka nasıl gerçekleşir ki?

Yüzyıllar sonra bile o ilâhi titreşimi hissedebilmek "Aşk, içimizdeki yangını söndürmeksizin taşımaya çalışmaktır" sözünün gerisinde ancak bizim dile getireceğimiz tek bir sözümüz olabilir.
Yazan insan, ne kadar esir olabilirse kalem efendisin kafesinde, kılıçtan daha keskinlikle o kalemin ucu, parçalar kendi kafesini de.. böyle böyle yazar, taşır taşırır alevini, okuru olur mektubunun.

Nitekim Rilke’nin de şiirleri, sayısız mektubu, hikâyeleri ve tek romanı olan “Malte Laurids Brigge’nin Notları” kalmıştır geride.

Hüznün bir bakıma kültürle de ilintili olduğunu düşünecek olursak insanın hangi milletten ve hangi sınır boyundan olursa olsun bastırılmış duygu edimiyle güçlü ve bir o kadar farklı taşmalar içinde olduğunu da görürüz.

Rilke’ de ki taşımı, şu şekilde adlandırır çağdaşı Robert Musil

“Ne Rilke’den önce, ne de ondan sonra izlenimin bu dingin ve yüksek gerilimine ulaşılmıştır… O, bir gün ortaçağ dinselliğinden hareketle insanlık ülküsünün ötesinde yeni bir dünya imgesine giden yolda, yalnızca büyük bir ozan değil, eşi bulunmaz bir yol gösterici olacaktır.”

Robert Musil’in bu sözü “Rainer Maria Rilke’ nin BütünHikayeleri” ni içine alan İthaki yayınlarından çıkan kitabın girizgâhı olarak da çıkar karşımıza.

Kitabı okumaya başladığınızda karamsarlık ve ölüm temalarının baskınlığını ve bu baskının insan ruhuna verdiği tahribatı yakalamanın ürpertisini de duyarsınız. Girdiğiniz bu zaman boyutunda, başat duygu soluk soluğa hüzün… Parmağına kızıl bir gülün dikeni, doğumunda batmıştır aslında Rilke’nin... Ateşler içindeki ruhunun arayışa dönük ve varlığa sus(ay) an çırpınışları hikâyelerinde de güçlü metaforlara dönüşmüş algılama düzeyinizi tetiklemeye başlamıştır bile.

“Yaşamım damdan düşüp yuvarlanan yağmur tanelerine benziyor.”

Önüme çıkacak ilk kişiyi öldürmek istedim! Yolda giderken sıkça ele geçiriyor bu düşünce beni. Ama önünde sonunda bunu yapacak ne bir silahım oluyor ne de bunu yapacak gücü buluyorum kendimde. Ve yolun ortasında öylece duruyorum; bir şeyler yazmak zorunda olup da kalemini unutmuş salak bir talebe gibi kalakalıyorum…

“sık sık cebimde tabancayla da çıktığım oluyor sokağa. Ama karşıma vurmaya bile iğrendiğim insanlar çıkıyor sadece: Per perişan bir var olma güçleriyle ağına tutunmuş örümcekler gibi yaşama tutunmuş eciş bücüş bedenler. Ya da, yaşama hakkını nasırlı ellerinde ve kaygılı, kirli paslı alınlarında taşıyan gücü kuvveti yerinde işçiler.-

Hiç olmazsa çıldırayım, diyorum; bu, uykusuz geçirdiğim gecelerde okuduğum dua.

- Hayır, çıldırmama da izin yok! Buna bile izin yok.

Olay/ olaysız bir öykü’ de insanı, içinde bulunduğu göksel boşluğun sımsıkı kavradığını ve kavradıkça bir başka göğün açılıp arasında kaldığını anlatır.

Ve insanı; varlığı, var olanı anlamaya ve düşünmeye iten bir gücün üstünlüğüne tanık olmaya tekrar tekrar davet eder.

Olay kahramanı, hayatını “tekdüze, sıradan ve ahmakça” bulur.
“-ve hep böyle oldu”
der
“Ve hep böyle olması da ne korkunç bir şey.”

Öyküde geçen cümleler dokunur ister istemez gözünüze, gönlünüze.

“ Bir başkası olsa bu tekdüze ve heyecansız yaşamdan zevk alabilirdi belki. Gönlünce bir güzel yer içer, kilosuna kilo katar, sindirimden yana şikâyeti olmazdı.

Gelgelelim beni, bir olay için yanıp tutuşan bir dürtüyü çocukluğumdan beri içimde taşıyan benim gibi bir adamı yiyip bitiriyor bu.
Yanaklarım özlemin ateşiyle yanıp tutuşuyor, ama onu söndürebilecek olan o yaşam fırtınası bir türlü esmiyor.”

Öykülerindeki konular, çokça kendi çözü(lü) mü müdür yoksa?

Şu bir gerçektir. Şiirde bir öncü olan Rilke hikâyelerinde de yaşadığı zamanı ve ortamı çok iyi betimler ama önce “ ne yani bu mu şimdi” dedirtir. (En azından bana ilk verdiği duygu buydu.) Sonra bir anda tekrar olay mahalline dönmeye zorlar sizi.. Acımasızca öldürdüğünüz yazarın! Hal-i pür melâlini anlamak üzere… İşte tam burada Rilke’ nin, olaydan çok olay kişisi olduğunu keşfediverirsiniz.. Bir kat daha düşersiniz dünyasının içine. Bir yapıtı yapıt, bir sanatı sanat yapan nedir diye düşündüğünüzde… ve kimliği kimlik yapan şeyin ruh olduğuna inandığınız anda biter çözüm(süzlüğ) ünüz. Duyguların ölümsüzlüğüne inanan yazar bu biçim üzere soluk alır, soluk verir.
Aşkla kurulmuş bir yaşamda, erişilmez gibi görülse de …Tanrıya olan inancı ve mümin olmanın derin huzuru onu hep var olana, aşka doğru yolculuğa çıkarır.

Dinleyene, sadece dinlemek isteyene gönderir mektubunu.

“Tanrı senin gözlerini yaratmak için değerli gökyüzünü ikiye bölmeye karar vermiş.”

Ayşe Keskin
Kayıt Tarihi : 31.1.2015 10:30:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ayşe Keskin