İşveyle, fısıltıyla, gülüşle
Olmuş sebi sevda yine bihap
Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükçe semadan yere mehtap...
Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler neler israp! ...
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Devamını Oku
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
tebrikler kutlarım
FISTIK (!) GİBİ BİR YAZI
Fıstık deyince aklıma neler gelmiyor ki…
Çeşit çeşit fıstık var...
Kavrulmuşunun tuzlusu, tuzsuzu…
Kabuklarının yarılmış aralığından “beni ye” diye cezbeden iri, parlak kabuklusu…
Pürüzlü kabuklarının iki parmak arasında çatırdayanı ve ikiz tazeliğin enfes tadı…
Tazesinin yeterince tuz atılarak haşlanmışı…
Reçinesinden yapış yapış olan elleri kapkara renge boyayan helva veya pilav katkısı çam fıstığının cilvelisi…
Ve “fıstık gibi ………….” Noktalı yere ne koyarsan koy, hepsi için uyar, tıpkı başlıkta olduğu gibi…
Bilmem, bunların tek tek adını söylemeye gerek var mı?
Yer FISTIĞI,
Antep FISTIĞI,
Çam FISTIĞI
ve bildiğimiz FISTIK (çok güzel, genç kız veya her şey)
Türkçede bir kelimeye istediğin kadar mecazi anlam yükleyebilirsin. Yan anlamalar da yükleyebilirsin. Bu da yetmez, yeni anlamlar da yükleyebilirsin. Benzetmeler (teşbihler), istiareler de işin cabası.
İster ağaçta yetişsin, ister toprağın altında, ister bir ana-babanın himayesinde…
Bunların hepsinin genel adı FISTIK değil mi sanki.
Ne fark eder tadı - tuzu, şekli - şemali, iriliği – ufaklığı…
İsteyen istediğini tercih eder. Duruma ve zamana da bağlıdır aslında bu tercih ediş.
Rindler sofrasında bir başka haz verir FISTIK insana…
Sohbette, yürüyüşte, çay yanında bir başka haz… Sinemada, kafede, parkta – bahçede yar elinden bambaşka bir zevktir o sıcaklığa yansıyan FISTIK’ın lezzeti…
Elbette herkesin kendine göre bir tercihi olacak, dedik ya…
Ben FISTIK’ın her çeşidini severim. Ayş u işretten pek anlamadığım için tadına vara vara yerim. Güç kuvvet verecekse gücüm yettiğince yerim. Yar elinden, ağyar elinden yerim.
Özellikle FISTIK gibi şarkıların, türkülerin, nağmelere karıştığı anlarda daha başka sever ve yerim.
Siz nasıl seversiniz bilmem, ama gönüllerin şiirlerle bütünleştiği anlarda da bir başka olur hani FISTIK’ın tadı.
Yani FISTIK şiir gibi geliyor bana.
Kahramanlık, aşk, hasret, vatan, milet, bayrak, ana, tabiat, güzellikler - çirkinlikler, her şey, her şey…
Ben hepsi olamam ki…
Ben her alanda şiir yazamam ki…
Üzümde kiraz, kayısıda şeftali, erikte portakal, fındıkta ceviz olur mu hiç?..
Öyle ya, ceviz ağacında kabak yetişseydi, vay halimize derdik. Serinliğinde oturmak yerine, gölgesinden bile kaçardık.
Ben sen değilim ki…
Herkesin düşüncesi – duygusu, eğrisi – doğrusu kendine…
Tıpkı rakı içmeye kalkıp da rakı bulamayınca ispir-to’ya fit olan çaylak içiciler gibi acemilik, toyluk olur benim işretim.
Bırakın şiirimi de, fıstığımı da ben seçeyim.
Hangi konuda, nasıl yazacağıma ben karar vereyim. Tıpkı bizden öncekilerin yaptığı gibi…
İster aheste çekerim kürekleri…
İster ağır ağır çıkarım merdivenleri…
Kime ne, kime ne!..
Hikmet ÇİFTÇİ
20.09.2010
Bakın gelin somuta inelim. Bu günün şiiri altında yorum yaptım… Ne sizin ne de başkasının yorumuna değil estedik ve ideolojik boyutlarda görüşümü ilettim… Siz tuttunuz bu genel olan yerde, sonradan Kemal İspir'e diyerek, benim görüşümüde içine alan küfürlü, otlu ..hayvanlı benzetmeler yaptınız.. Bunlara tek küfürlü söz söylemeden ironi boyutlu hak ettiğinize inandığım cevap verdim.. Siz tuttunuz İsmet Őzel’e olan Denememden, işinize gelen bölümü alıntı yaparak yine buraya astınız.. İsmet Őzel’e olan o denemem fol yok yumurta yok iken yazılmadı ki. Onun farklı inançta olanlara dedikleri, basın yayın tv yoluyla milyonlarca insana akıl, mantık almaz ve yürek kabullenemez itiraf ve saçmalıkları ve elinde hiç bir bilimsel kanıt olmadan zırvalamaları evet milyonlarca insanın büyük tepkisini aldı.., Onun bu çıkışına ne demeliydik ki..Aynı hınzır zihniyetinin kelle uçurması deri yüzmesi gibi mazlum mazlum boyun mu eğmeliydik.. ondan çıkışlı ‘aksiyon’ oldu ve hak ettiğinden/dediklerinden onlarca daha hafif ‘reaksiyon’ aldı. Denememi o boyuta degerlendirmelisiniz.. ve denemenin altında ki onun dediklerini de iyi okumalısınız.. Bu birincisi..
İkincisi burada bu didişme ve sizin küfürlerinizle ne size ne de bana haklılık, üstünlük ya da edebi olmaya, saygılı davranmaya katkı vermez…Siz burada, yanılmıyorsam, değişik değişik rumuzlarla olsa da pek çok katılmadığım yorumlarınız oldu, ama katıldığım yorumlarınız da oldu… Şu ana değin şahsınızla bir alıp-veremediğim oldu mu? Şahsınıza bir saygısızlık etiksizliğim oldu mu? Varsa çıkartın onları özür erdemliktir..çekinmem..
Hadi buyrun biraz olsa da edebiliğe şimdi ve burada bu demelerimle ve somutluğuyla hodri meydan..Hadi siz de bir deneyin..sizin edebiliğinizi deyin, dinleyeyim, buyrun. Ama bunu yaparsanız başım üstüne..Yok hala hırsınızı yenemiyorsanız artık burayı işgal etmeyelim, en azından ben burda bu didişmeye son nokta koydum.. Bilesiniz!…
Ve o denememden gocundunsanIz evet sözüm aynen size de ve aynen İsmet Őzel’le vurgulanan konuda aynı düşüncede olanlara da...
Şunlara ne demeli… Sadece o yazlanlarda hangi insan kendini bulabilir ki… hakaretler hep sahiplerin..Diyebilirim..en geniş edebi yanıtı bunlara verebilirim.. Kendimle ilğili ne, neci olduğumda en az sizin adınızda siz kendinize ne kadar eminseniz ben de o kadar kendimden eminim.. Ama şahsım üzerinden inancında temiz hiç bir sunniye gerici diyemezsiniz… O İsmet Őzel konusunda ise sözüm sadece ve sadece İsmet Őzel’edir.. Onun başka inançta olan insanlara dediklerinin yanında ona verilecek en az ağırlıkta bir denemedir..
Şiir biliriz ki, fikirden ziyade duygunun itkisiyle start (başlama) alır.Bu şu demek değildir. Yani,fikir ve duygu salt ayrı gerçeklikler veya fenomenlerdir.Elbet her fikrin duyguya açılan bir kapısı ve her duygunun fikre açılan bir kapısı vardır.Bana ve okuduğum bir çok bilimsel disipline göre fikirler yapıları itibarıyla hislerden sağlamdır.
İyi doğru ve güzel veya bunların zıddı olan kötü yanlış ve çirkin fikir aleminde kesin çizgilere kesin sınırlara kavuşmuştur veya kavuşacağı kesinlik için bir hipotezi, bir ön tasavvuru vardır.
Oysa duygular bu konuda fikirler kadar kesinlik arzetmezler..Duygular şehrin uzaktan görünen lambalarının göz kırpmasına benzer bir frekans özelliği içinde bir yanıp sönmenin, bir gidip gelmenin alacakaranlığına denk düşerler. Duygularda ümit ve korkunun salınımlı ürpertisi geçişken olarak hep vardır..
Bunu Nazım şöyle söylüyordu ''Seni Düşünürüm'' isimli şiirinde;
Ben bir şaşkın seyircisiyim, gülüm
Alaca karanlığımda oynadığım dramın
Duyguların sanatı, fikirlerin ise bilgiyi ortaya koyan organlarımız olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin kulağımızla duyarız ve gözümüzle görürüz.Ancak bu iki duyu beyinde birbirine geçişir ve biz bunların harmonisi ile davranırız.
Bu yüzden,her bilginin başlangıcında sanat vardır..Çünkü her bilgi bir temel kabul ile başlar ve temel kabuller daima nedensizlikten yani duygulardan ve duyguların ana kaynağı olan sezgilerden start alır.
Şairlik duygu ile olur dedik.Fikirsiz olur demedik ama ana eleman duygudur dedik...Eleştirmenliğin ise esas elemanı fikirdir..Duygusuz olur demedik ama esas elemanı fikirdir dedik..
Kısır bilgimle şunu söyleyebilirim tanınmış ve itibar görmüş edebiyat eleştirmenlerinin ağırlıklı çoğunluğu sanatçı olmayan veya sanatı başaramamış kişilerden oluşuyor.
Ancak şairlerin aslında şiir sanatına bir kendi penceresinden bakış sayılabilecek poetik metinleri elbette eleştirmenlik mesleğine çok zengin bakış açıları ilave ediyor. Hatta şairlerin poetik metinler dışında yazdıkları eleştiri yazıları da eleştirmenlik mesleğine önemli katkılar sağlıyor..Ancak şair yani ürün veren insan elbette bir biçim ve biçemi seçmiş olduğundan veya keşfetmiş olduğundan ve hatta yaratmış olduğundan onun eleştirisi eninde sonunda bu öznellik (sübjektivite) içine hapsoluyor.
Şiir duyguyla start alır dedik en başında sözümüze başlarken ama buna şunu da ilave etmek gerekir..her duygu yumağının aslında bir kimliği vardır
Bu kimlik,genetik, aile, zamanın ruhunun etkisi, içinde bulunduğu toplumun mayör veya minör ögesi olması hatta ismine ister kader diyelim ister şans diyelim şairin bizzat kendisinin tanımlayamadığı onu aşan ondan aşkın değerlerin bir bileşkesidir. Bu saydıklarım veya şu anda atlamış olduğum parametrelerle birlikte, şair bileşkesini oluşturan vektörel güçlerin analizinden geçer şiirin eleştirisi
eleştirmenin ortaya koyduğu eleştiri metninin üç şekilde tezahür ettiğini düşünüyorum..
eleştirmen ya şairi esas alıyor şairi önceliyor veya metni esas alıyor ve metni önceleyor veya bizzat kendisini esas alıyor ve eleştiri metni veya eleştirmenin kendisi şairden de şiir metninden de öne geçiyor..
Bu üç durum olmadan elbet bir eleştiri yazısı ortaya çıkamaz..Bunlar kaçınılmazdır ama bir eleştiri yazısının kalitesinin bunların rahatsız etmeyen bir altın oranından geçtiği söylenebilir..
Edebiyat eleştirisi bir sanat eseri değilidir. Nesnel olmayı çabasının başına koyacaktır edebiyat eleştirisi ve nesnel bağlantılarını akli olarak ele alacaktır..Edebiyat eleştiri metnine bir turnusol batırıldığında hakim (galip) bileşenin akli olması gerektiği sonucuna varılabilir buradan..
Gibi şeyler geldi aklıma bugünkü yorum yazılarını okuduğumda...
Doğru vur patlasın, çal oynasın.. Hiç bir şey dediğimiz yok ki.. Tabii estedikle, güzellik ve çiçiçekle, doğanın cırıl-çıplaklığıyla yaşam da insansız mümkün mü, şairsiz olanaklı mı? Değil. Ancak siz tek benim estediğim odaklı şairlerimiz.. Biraz az uçun havalarda.. Yer çekimi yasasıyla o estediğe, güzelliğe ve çiçeklere erişmeye muhtaçsınız…Ayağınız yere bassın biraz da.. Odaktan sapıp insana, şaire ki o da sadece başka tip/farklı şiir ve sanatı içseleştirmiş diye ot sunmak.. Ben tamamen insanlık nitelik ve yeteneklerimle giydiğim donu çıkartıp bülbül ya da öküz donu giyiyorum demeye geliyor… Bülbüle, öküze ve insana anlayış ve saygı yerine, farklılığı kabullenme yerine ..işte aykırılık edebi dışılık malesef bunlarla doğuyor..
Biz ise Haşim’in ve Haşimi seven ondan etkilenen şairlerin, kendi dalında şairlik boyutunu takdir ve Kabul ediyoruz…
Sayın insan soylu şairim konuyu işte hep böyle özünden saptırıp eşşeğinize ot verme ile insana saygı sunar su vermeyi bir birine karıştırıyorsunuz… Ve dönüyor..dönüyor yine kendinizi havada uçar buluyorsunuz..Lüfen rüyanızdan uyanın biraz, gerçeğe sunun bir demet gül ..kokusundan mest olup..bülbülmüyüm diye ötünüz. .. Yemlik, kuzu kulağı ya da madımak yer misiniz? Aman dikkat onları inekler, boğalar, koyunların da yediği gibi insanlar da yer..Sakin olurya bir misafirlikte önünüze sürülürse kendinizden şüpelenmeyin..
Saygıyla,
Nadir Sayın
İnsanın bütün çabası tatmin olma isteğidir.Ne yapıp edip kendini memnun etme peşindedir.Kendine şairim diyen kimse dönüp baksın kendi iç aynasına göreceği şey yaptığından memnun olmuş, gülümseyen bir yüzdür.Bu duyumsamaktır, farkındalıktır.Kişisel kanaatım Ahmet Haşim dibine kadar şair bir adamdı.Hep aynalardan kaçmış biri olduğu söylenir.OysaAhmet Haşim anlatma ve anlaşılma peşinde değil kendini duyurma isteğindedir.Şiir yazarken şarkı mırıldanma isteğindedir şöyle hafif hafif utangaç.Benimde beğenilecek bunum var deme isteğidir ondaki.Başka türlü yapamaz insan Evet kendini tipsiz çirkin bir adam olarak görmüştür.Fakat küllü münayip görmemiştir.Başım şiiri bu fikri destekler niteliktedir ve şahanedir.
BAŞIM
Bî haber gövdeme gelmiş, konmuş
Müteheyyic, mütekallis bir baş,
Ayırır sanki bu baştan etimi,
Ömr–i ehrama muâdil bir yaş!
Ürkerim kendi hayalâtımdan,
Sanki kandır şakağımdan akıyor.
Bir kızıl çehrede âteş gözler
Bana gûya ki içimden bakıyor.
Bu cehennemde yetişmiş kafaya
Kanlı bir lokmadır ancak mihenim,
Ah Yarabbi, nasıl birleşti/
Bu çetin başla bu suçsuz bedenim”…
Yusuf Ziya Ortaç ‘’Ahmet Haşim’in büyük fırlak bir alnı,çukur çenesi, Halep çıbanlarının insafsızca kemirdiği kırmızı etli bir yüzü vardır’’ der.Yakup Kadri’ye şöyle dediği rivayet olunur kendisinin’’ Mon cher, dün gece, bu suratımın hali uykumu kaçırdı. Onu şöyle hayalimde bir tashih edeyim, dedim. Mesela alnımı daha muntazam bir şekle soktum. Kafamı lepiska saçlarla örttüm. Yanağımdaki Halep çıbanını sildim. Ağzımı ufalttım, çenemi incelttim. Gene bir şeye benzemedi. Anladım ki bu kafayı kökünden söküp atmaktan başka çare yok.”Kendisini beğenmez ve hayatı boyunca bir kadının kendisini sevemeyeceğini düşünürmüş.Yanlış bilmiyorsam ömrünün son bir kaç senesinde mirası birisine kalsın diye, hem de vefa borcu hissettiğinden olsa gerek, kendisine bakan hemşiresi ile nikah kıymış.
Onun yalnız ve gizli saklı yaşamı bütün hayatı boyunca yazdığı toru topu seksen kadar şiirleri şairliğinin en iyi ıspatıdır.Şiir konusunda da edebiyatımızda en bilgili insanlardan birisiydi kendi devrinde.Ancak tek handikapı sadece yaşadığı çağın şairi olabilmesidir.Zaten halet-i ruhiyesi, çok zeki bilge bir adam ve büyük bir şair olmasına rağmen onun yaşadığı çağı aşmasına izin vermemiştir.Dili de o yüzden kendi devrinin dilidir.Her şeyin çok hızlı üretildiği ve tüketildiği çağda yaşıyoruz.Bu gün mide ya da aşkazanı dediğimiz organa yarın yeni yetmeler sindirgeç derse şaşırmamak lazım.Hayatımızdaki hızlı değişim doğal olarak dile de yansıyor.Dili eski diye yüzyıl geriden geldiğini söylemek ya da modası geçmiş görmek doğru değildir.
Şiirlerini biraz dondurucuya konulmuş kışın çıkarılıp yenecek yemekler gibi düşünmek lazım.Her ne kadar kendi devrinin şairi desek te örneğin bir merdiven şiiri ölümsüz bir eserdir.Her devre ve çağa sunduğu bir anlam ve anlayan herkesin dimağında iz olabilecek derinliğe sahiptir.Aklıma gelenlerden Bahçe, havuz, piyale gibi şiirleri de aynı derinliği taşır.Takılıp kalmamak lazım ama Türk şirini öğrenmek isteyenlerin kesinlikle bilip tanıması gereken bir şairdir dahası batı şiirini iyi tanır ve tanıtmıştır.Ruhu şad olsun.
Gece yarılarını seviyorum
Bizi özgürleştiren
Seni bana getiren
Kentler susuyor biz çoğalıyoruz
Biliyorum tam şimdi
Evet tam şimdi bana koşuyorsun
Benim koştuğum gibi
Bir mahpusun tahliye heyecanı gibi
Bir otogarın her otobüsünde seni aramak gibi..
...
.................
Evet...Sevgili Binboğa, Ne demişti Haşim.
Melâli anlamayan nesle aşina değiliz..
Orhan Pamuk nobel almasına vesile asıl kitabı olan ''İstanbul Hatıralar ve Şehir'' de aslında üç kelimenin peşine düşer..
Melâl , hüzün ve melankoli...
Bu üç kelimenin ruhu tanzimat sonrası istanbulun kederine ait tonlardır..Esasen üçünde de batıyı tanımadan sonra ruhlarda oluşan bir basınç fakına işaret eder..Mutlulukla keder arasındaki tonlarıyla bu üç kelime bu basınç farkıdır ruhlardaki...
Elin sezar Vallejo su bile acının varoluş kadar derin bir duygu olduğunu ve mutlak acının bütün sebepler dünyasından vesileler dünyasından önce ruhta var olduğunu farketmiş..Ne diyelim..Darısı bizimkilere
Şiir imla hatalarıyla adeta yok edilmiş..Buna karşın şiir osman tuğlu tarafından yazılan asıl metni içinde okunursa işte bu salınıma, bu basınç farkına Haşimin diğer şiirlerinde olduğu gibi kamil bir örnek olduğu görülür...
Arzular şelale diye bir söz vardır..Ahmet haşimde arzular bitab'tır..12 yaşına kadar bağdatta başlayan hayatı memur babasının peşinden arap vilayetlerinde geçer..10 milyon km kareden onda birine düşen vatan topraklarının acısını nesirlerinde yaşar..öğretmendir..şiirleri bireysel ve toplumsal acıların üstükapalı bir yansımasıdır..
Her neyse ..vallejodan söz etmiştik..Acının derinliğini bir ney kıvranışı içinde bari ondan dinleyelim..Saygılarımla..
Umuttan Söz Etmek İstiyorum - Cesar Vallejo
Bu acıyı Cesar Vallejo olarak çekmiyorum. Şu anda ne sanatçı, ne bir insan, hatta ne de bir canlı varlık olarak acı çekmiyorum. Bu acıyı bir Katolik, bir Muhammedî yahut dinsiz olarak çekmiyorum.
Yalnızca acı çekiyorum bugün. Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekecektim bu acıyı. Sanatçı olmasaydım, aynı acıyı duyacaktım yine. İnsan da olmasaydım, hatta canlı varlık ta, böylesine çekecektim bu acıyı. Katolik te olmasam, tanrı-tanımaz da olmasam, Muhammedî de olmasam yine acı içinde olacaktım. Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Açıklamasız bir acı içindeyim şu anda. Öyle derin ki acım bir sebebe bağlanamaz, .. Sebep ne olsun ki? Ona sebep olabilecek önemdeki şey nerede? Hiçbir şey sebebi değil, hiçbir şey ona sebep olacak güçte değil. Bu acıdan doğan şey ne işe yarar.
Benim acım bir tuhaf kuşların kuzey ve güney rüzgârlarından döllenip saldıkları tarafsız yumurtalardandır. Sevdiğim kız ölseydi, acım çektiğim acı olmakta devam ederdi. Boynumu kesselerdi usturayla, ben yine şimdi duyduğum acıyı duyardım. Bu hayatta değil bir başka hayatta olsaydım çekeceğim bundan başka bir acı olmazdı. Bugün en yücelerden başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Açların acısına bakıyorum da benimkinden nasıl da uzakta görüyorum onu. Açlıktan ölecek olsam, bir ot olsun biterdi mezarımda. Aynı şey âşıklar için de öyledir. Âşığın kanı, hangi kaynaktan ve ne yöne aktığı belli olmayan benim kanım yanında nedir ki?
Şimdiye dek evrendeki her şeyin kaçınılmaz olarak baba-oğul bağlantısı içinde olduğunu düşünürdüm. Oysa bugün işte bakın ne babadır benim acım ne oğul. Batan gün olmaya tümseği yok, fazlasıyla sinesi var doğan gün olmak için ve loş bir yere konacak olsa hiç ışık salmayacak, aydınlık bir yere koysan gölgesi olmaz. Bugün acı çekiyorum, olsun ne olacaksa. Bugün acı çekiyorum yalnızca.
Bu şiir ile ilgili 33 tane yorum bulunmakta