Erzurum'da kış.. Ben, çok çok gecikmiş bir tabip asteğmen! ... Susuz Harmanlar Kışlası' na girdim. Yünden çok kalın ve büyük bir aba örtülmüş gibi kışla, uyuyor..Tepelerde; siyah iki gölge gibi, Aziziye ve Mecidiye Tabyaları... Can çekişen insanların hayal meyal seçilen nefesleri gibi, siyah ve koyu kömür dumanları ve ağır bir kömür kokusu içine dalıp gittim.
Günler sonra: Bahar! ... Toprağın hemen altına serilmiş bir güzel halı; canlanmış, tüyleri büyümüş toprağı kaplamış gibi her yer rengarenk... Rabbime bin şükür diyerek, kekliklerin sektiği yollardan, sarı çiçekleri selamlayarak Aziziye ve Mecidiye Tabyaları'nın bulunduğu tepeye çıktım. Aşağılarda Erzurum yemyeşil… Karşıda: bulutlar arasında Palandöken... Kanatlarım olmadığına ne kadar üzülmüştüm!
Aziziye ve Mecidiyenin şehitlerini kokladım… Ruhaniyetim; aczim ve günahlarım içinde olsa bile bir manevi lezzetle çalkalandı... Gönül bu, nice sonra çiçeklere baka baka, bir başka hayale dalıp gitti…
Bir yanda Aziziye Tabyası, bir yanda Mecidiye
Ortasında bir uslanmaz adam: ben!
Ve Erzurum ve hüzün... ve sen, sahi ne diye?
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.