Şu titreyen ellerim,
Şu soluk yazan kalem,
Üstünde yazı yazdığım bu eski masa,
Oturduğum sandalye.
Kırık dökük camlardan içeri savrulan rüzgarın
Kulaklarıma ismini fısıldayan sesi.
Gaz lambasının sönük ışığı,
Loş, havasız odam,
Sıvaları dökülmüş harabe duvarlara vuran
Ağaran saçlarımın simsiyah gölgesi.
Ve sen...
Deli çağımın hırçın, dalgalı denizi.
Bugünkü aklımla
Sevmeyi aklımdan bile geçiremeyeceğim korkulu rüyam.
Hatalarımın en delicesi, en beyhudesi.
Bulutlu bir günün ardından,
Akşamüstü çakan bir çift şimşek, gözlerin;
Kapkara bir ayrılığın habercisi.
Ve gün batımından sonra düşen ilk yağmur damlası.
Rüzgarlı, fırtınalı bir yaz gecesi.
Ve ben...
Bir yalnızlık efsanesi.
Ayrıldığımız ilk günkü kadar donuk
Ve buğulu gözlerimdeki bu yorgun bakışlarım
Başlı başına bir dram sahnesi.
Bezgin, geçkin ve bitkin ruhum,
Bir zamanlar fırtınalar kopan bahçesinde
Şimdi en ufak bir yaprak kıpırtısı dahi olmayan
Yaşlanmış yüreğim.
Bu, yalnızlığın ta kendisi...
Kayıt Tarihi : 18.7.2020 17:02:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!