Bir Soru Şiiri - Yorumlar

Onat Kutlar
25 Ocak 1936 - 11 Ocak 1995
33

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

Akşamüstü oturdum yol kıyısına
Düşündüm
Ne kalacak bizden geriye
Balkan yaylasindan ve bozkırlardan
Kafdağlarına giden şu bulut
Sonsuz mevsimlerle esmerleşen
Şu toprak ve derin çınar ağacı

Tamamını Oku
  • Nazır Çiftçi
    Nazır Çiftçi 28.12.2010 - 12:28

    Bizden önce bütün varlıklar bütün canlılar vardı. Emeklerimiz vardı. Karşılığı verilmeyen.... Sİnirleri geren emekleri ve emeklerin içinde hatılaları vardı. Hala kafalarda soru işaretleri de var var olacaktır. sORULUR bizden geriye ne kalacaktır? Belkide kırık kırpık şiirler... Şiirlerde bir düzen olmalı Anlam ve kavram kuarlları bulunmalıdır diye düşünüyorum. Saygılarımla. Nazır Çiftçi Ankara 28.12.2010

    Cevap Yaz
  • Rıfat Tango
    Rıfat Tango 28.12.2010 - 12:06

    DELİLİK


    Değişik tarihî dönemlerde ve değişik kültür­lerde farklı anlamlara gelen, genellikle çoğun­luktan ayrı, tuhaf düşünce ve davranışları olan İnsanların hâli. Bugünkü değerlendirme­lerin sunucunda bilim adamları, en eski çağlar­dan beri delilik olgusunun bilindiği ve onu iyi­leştirme yönünde çabalar olduğu kanaatİnde-dirler.

    Peru'daki kazılardan elde edilen taş devrine ait oldukları öne sürülen delik kafataslannı antropologlar ve psikiyatri tarihçileri, ruh (mental) hastalığından muzdarip kişilere ya­pılmaya çalışılan ilk tedavinin eserleri olarak yorumluyorlar. Onlara göre tarih öncesi insan­lar, sara'yı (epilepsi) ve şiddete yönelik davra­nışları klanın atalarına ait ruhların yaptığına inanmaktadırlar. Kafataslannı delme nedenle­ri de bu kötü ruhları kovmaktır. Yine bu bilim adamlanna göre tarih öncesi ilkel kültürlerde­ki genel özellik, tabiat olayları gibi ruh hasta­lıklarının da kötü ruhlar tarafmdan yapıldıkla­rı inancıdır (Demonoloji). Bu nedenle kafata­sı delme gibi şaman ve büyücünün iyileştirici işlevlerinin de kötü ruhları kovmak olduğu dü­şünülmektedir. Hatta bilim adamları şamanın bir nevrotik hasat olduğuna karar vermişler­dir.

    Modern tarih anlayışının ilerlemeci çizgisi, antropoloji ve psikiyatri tarihinde varlığını ko­rur. Tarih ilk insandan günümüze doğru ilerle­yerek akar. Kısmî gerilemeler olsa bile tarih İçinde deliliğe bakışın demonolojiden psikolo­ji ve psikiyatriye nasıl evrildiği anlatılır,

    Mısır, Uzakdoğu ve Yahudi kültürlerinde de demonolojik anlayış varlığım sürdürmüş­tür. Ancak kötü ruhlar, şeytan, tilki gibi deği­şik İsimler alırlarken, şaman ve büyücülerin rollerini din adamları üstlenmişler, dua ve di­nî törenler özel önem kazanmıştır. Eski Ahid'de deliliğin ilahî bir ceza olarak görülme­si bu anlayışın tipik bir göstergesidir. Gre-ko-Romen kültürleri ise, bir yandan demono-lojiyi temsil ederlerken bir yandan da modern kültüre temel olabilecek atılımları yapmışlar­dır. Halk, deliliği Mania ve Lyssa gibi kötü tanrıcıların etkisiyle açıklamış ve deliler, kötü tanrıcıların kaçması için kapatılmış, zincire vu­rulmuşlardır. Bu yöntem, hastalığı hastalığa neden olan etkenle tedaviye çalışmanın (ho-meopati) ilk şeklidir. Öte yandan tapınaklar­da ilk tıp eğitimi başlamıştır. Modern tıbbın babası sayılan Hipokrat, bu dönemde yaşa­mış; deliliği demonoloji ve Tanrı'nın (God) gazabıyla değil, doğal nedenlerle açıklamaya kalkmış, ruhsal hastalıkları kendi tıp anlayışı­na göre sınıflamış, kalıtımın ve rüyaların öne­mine dikkat çekmiştir. Yine bu dönemde ilk kez Platon'un 'Kanunlarında delilere uygu­lanması gereken hükümlere yer verilmiştir. Platon, delilerin hukukî ve cezaî ehliyetlerinin olmadığını, ancak ailelerin onlara sahip çıkma­ları gerektiğini söylemiş; fakat zaptedüeme-yen delilerin öldürülebileceğine hükmetmiştir.

    Ortaçağ her alanda olduğu gibi tarihte bir geri adım, karanlık bir dönemdir. Eski çağla­rın demonolojik anlayışı, Ortaçağda Özellikle Batı'da dinî taassubun delilere karşı umursa­mazlığı ve zalim uygulamaları biçimine bürün­müştür. Ortaçağ ayrıca bugün histeri salgını olduklarına karar verilen, tarantizm ve likan-tropi adlarıyla anılan kitle çılgınlıklarıyla bilin­mektedir. İslamiyet ise her şeye rağmen, Orta­çağda delilik ve dîliliğe karşı tutumu ele alan hemen bütün incelemelerde genel çizginin dı­şında müstesna bir yere sahip olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Dinî esasların hayat tarzlarını belirlediği Ortaçağ İslam toplumla­rında deliye karşı insancıl ve şefkatli tutumlar. Eski Yunan klasiklerinin Arapçaya çevrilmesi ve oradan Endülüs aracılığıyla Batı'ya geçişi, bilim öğrenimine özel önem verilmesi, delile­ri iyileştirmek İçin özel yerler (bimarhaneler) kurulması ve müzikle tedavi gibi yöntemler ge­liştirilmesi ve özellikle de İslamiyetin deliliği ilahi bir ceza olarak görmediği gibi, delileri so­rumlu da tutmayışı önemle vurgulanan nokta­lardır.

    Rönesans, en genel hatlarıyla bilimde ve tıp­ta dinin etkisinin azaldığı, laik düşüncenin ve modern bilimin yeşermeye başladığı dönem olarak bilinir. Bu dönemde delilere karşı uygu­lanan tutumlar ise çelişiktir. Büyücülük ve akılcılık yan yana gelişmekte, engizisyon her ikisine de karşı çıkmaktadır. Erasmus'un 'De­liliğe Methiye'si ve Cervantes'in 'Don Quixo-te'unda görüldüğü gibi, deli imajında onları kabullenme yönünde hiç değilse yazarlar, sa­natçılar, hekimler arasında değişmeler olmuş; Vjves, Agrippa, Weycr, Leonardo da Vinci, Paracelsus gibi hümanistler delilerin korun­maları gerektiğini, deliliğin de bedensel bir hastalık olduğunu savunmuşlardır. Eski ma­nastırlar akıl hastaneleri haline getirilmiştir. Fakat yine bu dönemde gelişen akılcılığın etki­siyle deliler toplumdan alabildiğine dışlanmış­lar, para karşılığında halka panayırlarda, has­tanelerde teşhir edilmişlerdir.

    16. ve 17.yüzyıllar, modern bilimsel düşünce­nin hakim olmaya başladığı, akademilerin

    önemli sosyal kuruluşlar olarak ortaya çıktık­ları dönemlerdir. Descartes'in aklı (sensori-um commune) beyindeki pineal beze dayan-dırmasıyla akıl hastalıklarının nedeninin be­yindeki bir bozukluk olduğu kanısı giderek yaygınlaşmıştır. Linneaus'un botanikteki sınıf­landırma yöntemi, genel tıpta olduğu gibi, akıl hastalıklarıyla ilgilenenlerin de bu hasta­lıkları sınıflandırmaya girişmelerine yol açmış­tır. Papanın doktoru Za Chia, akıl hastalığına doktorun karar verebileceğini bildirerek Adlî Psikiyatri'nin temelini atmıştır. Günümüzü ha­ber veren bu gelişmelere rağmen, Ortaçağda­ki Tanrı'nın yerini adeta 'akıl ve mantık' alma­sıyla delilere uygulanan zalim yöntemler kat-merleşerek artmış, üstelik dönemin düşünürle­ri tarafından bu uygulamalar hararetle savu­nulmuştur. Aklı ve akıllıları korumak için deli­ler gemilerle boş adalara terkedilmiş, kafesler­de tutulmuşlardır.

    18.yüzyılın sonlan ise gerek kurumlaşma, ge­rekse ruh hastalarına uygulanan tutumlar ve tedavi yöntemleri açısından günümüzün anla­yışlarına çok benzeyen yaklaşım ve girişimle­rin yapıldığı dönemdir. Fransa'da Pinel'in, İn­giltere'de Tuke'un ve italya'da Chiarugi'nin delileri zincirlerinden kurtarma ve onlara 'mo­ral tedavi' uygulama şeklindeki çabaları psiki­yatri tarihinde devrim olarak anılırlar. Psiki­yatri terimi de ilk kez bu dönemde Alman­ya'da kullanılmıştır.

    19.yy'dan günümüze kadar olan dönem ise, ruh hastalıklarının ele alınmasında organik ve psikolojik yaklaşımların birbiri ardınca ileri sü­rüldükleri, bir çok yeni sınıflama ve tedavi yöntemlerinin geliştirildiği, genel hastanelere küçük, modern psikiyatri klinikleri kurmak, hastayı toplum İçinde tedavi etmek gibi insan­cıl ve hastayı topluma kazandırmaya yönelik çalışmaların yapıldığı, ruh sağlığına verilen önemin arttığı birdönem olmuştur, bu döne­min özelliklerinden en belirgin olanı, psikiyat­rinin tıp, psikolojinin sosyal bilimler içinde bi-lim ve tedavi kurumlan olarak yerleşmeleri, ruh hastalığının sınırlarının gündelik hayat problemlerini de kapsayacak şekilde genişle­mesidir.

    Deliliğe bakışta izlenen bu kronolojik yakla­şımın, bugünün antropoloji ve psikiyatri tari­hindeki hakim anlayışa göre yapıldığı unutul­mamalıdır. Yine aynı çevrelerde bu bakışa karşı gelişen şiddetli bir muhalefet vardır. Bu muhalefetin önde gelen isimleri düşünür. Mic-hael Foucault, antropolog C.L.Strauss ve psi­kiyatr R.D.Laing'tir. Foucault ve Laing'e gö­re Rönesanstan beri deliliğe yaklaşımda izle­nen çizgi, aslında bir ilerleme değil, gerileme­dir. Çünkü Rönesans öncesi toplumlarının de­lilik anlayışıyla, modern toplumun ruh hastalı­ğı anlayışı arasında taban tabana zıtlıklar, muhteva farklılıkları vardır. Rönesans öncesi toplumlarında delilik olgusu genel olarak kut­sal dünyadan bir haber diye yorumlanırken, modern psikoloji ve psikiyatride ruh hastalığı aklın İktidarını temsil eden bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Ruh hastalarına uygulanan in­sancıl yöntemler İse ruhsal bîr zulümden iba­rettir, üstelik bu zulme neredeyse bütün top­lum maruz kalmaktadır. Strauss'a göre İse kül-türleryapısal olarak karşılaştırıldıklarında kül­türler arasında bir ilerleme değil, benzerlik ve eşitlikler vardır. Tarih öncesi kültürlerdeki şa­manın yerini, modern kültürde psikoterapist almıştır.




    Cevap Yaz
  • Rıfat Tango
    Rıfat Tango 28.12.2010 - 12:03

    dini saplantı haline getirmenin sonuçlarının görülmesi açısından bence iyi..vah vah deyin geçin derim..

    Cevap Yaz
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin 28.12.2010 - 11:52

    Sen moda mı zannettin, giydiğim kıyafeti?
    Rabbim bana giy dedi, bu şerefli hilat'i!
    Ekser kıyam etmezse, O, Allah(cc)ın emrine,
    Pek yakında koparır, bil büyük kıyamet'i!
    Sekizinci renk dahil bilinen ve bilinmeyen bütün renk ve zevk sahiplerine hayırlı çalışmalar.

    Cevap Yaz
  • Salim Genç
    Salim Genç 28.12.2010 - 11:22

    yine başladı inanç polemiği söylencesi; zatı muhteremin birisi...tüketiyor mukkadesi nimeti..safında rahmani nüsa...geveletiyor hep aynı teraneyi..bir köşe kapmaca zihnin esaretinde...biri şiir okuyor, diğeri mukabele..hayreti ziyademle..seyrederken bu ziyafeti ..soruyorum şahin beye..bıkmadınmı?giyimekten aynı kıyafeti..saygılar ..saygılar.

    Cevap Yaz
  • İbrahim Eroğlu
    İbrahim Eroğlu 28.12.2010 - 11:14

    Ölüm; yüreğimin adressiz kalan ilk günüydü, gidişindi…
    Gülüşün; ölümü başka bahara erteleyen iksirdi,
    Dudaklarında sevginin en güzel resmiydi…

    Can veren tebessümünde öldürmüştüm tüm kadınları....

    ......
    .................

    Cevap Yaz
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin 28.12.2010 - 10:21

    Kulluk yapmak sadece Allah(cc)ile kulu arasında kalacak olsaydı, peygaberlere bütün tehlikelere(öldürülme riski dahil ki sadece yahudiler kırk küsur adet peygamberi şehit etmişlderdir)rağmen tebliğe başlarını çatlatırcasına tebliğ et ve hiç kimseden korkma, zira rabbin senin düşmanlarına karşı koruyacaktır mealinde ayetlerle emredilmezdi! Dinde bilenlerin bilmeyenlere tebliğde bulunmasına;EMR-İ BİLMA'RRUF VE NEHY-İ ANİLMÜNKER' denir ki bütün alimlere, ariflere bu farzdır! Bu görevi bazıları yaparsa umumun üzerinden veval düşer, yoksa herkes bundan mesul olur! Bu mevzuyla alakalı bir hadis-i kudsi ile mevzuyu noktalayalım;'SULH ZAMANINDA ALİMLERİNİZ CAHİLLERİNİZE, HAYIRLILARINIZ ŞERLİLERİNİZE HAKKI TEBLİĞ EDİP GÜNAHLARDAN SAKINDIRMAZLARSA, SİZLERİN ŞERLİLERİNİZİ HAYIRLILARINIZA MUSALLAT EDERİZ VE ONLARIN BU MUSİBETTEN KURTULMAK İÇİN ETTİKLERİ YALVAR YAKAR DUALARINI DA KABUL ETMEYİZ!'
    Herkese hayırlı çalışmalar.

    Cevap Yaz
  • Salim Genç
    Salim Genç 28.12.2010 - 10:19

    var oluşu sorgulamak derin düşünce sahiplerinin işidir.düzen ve varoluş arasındaki o ince çizgi; bizi yanılgılar limanına sürükler bazen. binlerce doğru ve yanlışın içinde ilerlerken bu garip tekne; aniden alabora oluverir. yada sükünlü bir meskünde içine çektiği son hayat soluğunun ufkunda saklanan giziyle kendini bırakıverir sonsuzluğa. ve karmaşık bu ışık tünelinin ucunda binlerce soru sorulur.her algı kendi köşesine çekilip süliyetini arar ..rahmetler ve saygılar. şaire ve şiire.

    Cevap Yaz
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin 28.12.2010 - 07:44

    'AHİRETTE SENİ KURTARACAK BİR ESERİN OLMADIĞI TAKDİRDE, FANİ DÜNYA DA BIRAKTIĞIN ESERLERE DE KIYMET VERME!'
    'İnsan kabre girdiği zaman, bir müddet sonra böcekler vücudunu dünyada kalan varisleri de mallarını bölüşmeye başlarlar.İşte o zaman işin mahiyetini ve vehametini anlayan insan;EYVAH!' diye elini dizine vurmak ister. Ama orta da ne el kalmıştır ne de diz!'
    Herkese hayırlı çalışmalar.

    Cevap Yaz
  • Fikret Şahin
    Fikret Şahin 28.12.2010 - 03:25

    Ne kalır bizlerden geriye..?

    Kesinlikle hiç bir şey...

    Gerçekleri şiirleştirebilmiş güzel bir şair.


    Saygılar

    Fikret Şahin

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 61 tane yorum bulunmakta