Bir sonbaharın, isyankar başlangıcında
Ellerime saplandığı zaman uçları ojeli mızrakların,
Yahut asla beklemediğim sadırgan bir savaşçı edasıyla,
karşılarken dudaklarımı
Bir ayrılığın iflah olmaz masalının da okunduğunu duyar gibiydim:
Sesi gelmeyen bir sela doğarken içimde,
Göremediğim tüm yıldızlar
Erimiş bir kazandan baş aşağı dökülürken...
Şehrin de kabahati vardır elbet.
Tüm kaldırımların altı deniz kumu ile doldurulmuşken,
Üstelik karasal parfümlerin yükseldiği bozkırın ortasında
Kim aşk hikayelerinden bir tutarlılık bekleyebilirdi ki?
Masallardan daha güzel değilim.
Masalsı seslerden ya da...
Ya da, kimseyi duyamadığım hınca hınç dolu bir açık hava sinemasından.
Ah, ne kadar da ihtiyacımız varmış yalnızlığa.
İnsan, yalnızken özleyemediği yalnızlığın
Kokusunda sarhoş olur kalabalık içinde;
Ya da iki kişilik bir kaldırımın arnavut taşlarında.
Bu yüzden de suç her zaman, içeride doğan can sıkıntısına atılır.
Can sıkıntısı, devrimci bir isyandır: Her zaman,
Şaşmadan yeniliği tetikleyen: Yeni insanları!
Jenerik müziğinde ağlanılan filmlerde tüm filmi kaçırmış bir uyku sevdalısıdır
En çok gözyaşı döken.
Son sözlerini duyuyorum dünyanın,
Dünya gölgesinden korkan bir intihar eylemcisi,
Gözlerinden okyanuslar boşaltan.
Ve hepimizi dualarla uğurlayan bir kainat bırakıyoruz ardımızda.
Yeniden bir misafirlik için boş gönlüne,
Balıkçıyı bekleyen lamba cini oluveriyor nehrin altında:
Hayat nehrinin,
Tanrı’nın gözyaşlarını taşıyan nehrin...
Uykuları çalan bir celladın,
Karabasan gibi üzerimize çullandığı vakte ayrılık diyen Tanrı’nın.
Kimsenin ailelerini tanımayacağı bir tufandan bildiriyorum:
Uçları ojeli mızrakların, kalbime saplandığı vakitten,
Alaborasız devrilen bir sandaldan
Ayrılığın göbeğinden.
Kayıt Tarihi : 2.10.2019 13:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!