Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın oğulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bu şiirini yazmıştı mektubunun birinde. Yıllarca da karadut olarak anmıştı O’nu. Evinin bahçesindeki karadut ağacına baktıkça, hiç aklına gelmiş miydi yüreğine sevginin kıvılcımlarını düşüren ilk aşkı? Bunu belki kendi de bilmiyordu. Bildiği tek şey, işte o “karadutum” dediği kızın, yıllar sonra kocaman bir kadın olarak kasabasına geliyor olmasıydı. Ayrıldıklarında kızgındı, kırgındı. Daha ötesi ondan nefret bile etmişti. Nasıl yapardı böyle bir şeyi…
Beş yıl beklemişti sevdiği kızın okulunu bitirip dönmesini. Ailelerin uyuşmazlığı, çevrenin dedikodusu ne olduysa olmuş; bitmişti işte. Hiç çaba göstermediğini düşünmüştü.
Şimdi bunların ne önemi vardı ki? İkisi de evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı ama yine de düşünmekten kendini alamıyordu. Çok değişmiş miydi, O’da kendisini onun sevdiği kadar sevmiş miydi? Kafasının içi karmakarışık, yarın sabah onun için toplayacağı karadutları kendisine nasıl ulaştıracağını düşünerek uyumaya çalışıyordu.
Zehra, genç bir kızken ayrıldığı kasabaya yıllar sonra gelmenin heyecanını yaşıyordu. Aslında birkaç kez gelmişti ama Altan’la hiç karşılaşmamıştı. Doğrusu aklına bile gelmemişti. O’nla ilgili birtakım şeyler duymuştu, bu da kendisini ilgilendirmiyordu.
Şimdi bu gelişinde, ortak arkadaşlarının evinde kalacaktı ve Altan’ın da kendisinin gelişinden haberi olduğunu biliyordu. Kim bilir, belki bu sefer karşılaşabilirdi.
Asuman çocukluk arkadaşıydı Zehra’nın. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturup çocukluk günlerinden, şimdiki yaşamlarından uzun, uzun konuştular. Söz dönüp dolaşıp Altan’a gelmişti.
__Senin için bahçesinden karadut toplayıp getireceğini söyledi, dedi Asuman.
Zehra tokat yemiş gibi sarsıldı.
__Bana mı? Dedi, şaşkınlıkla.
__Evet, dedi Asuman. Unuttun mu sen O’nun “karadutuydun”.
Ne günlerdi… Nasılda sevmişlerdi birbirini. Duru genç kızlık hayallerini süsleyen, dünyayı sadece ondan ibaret sandığı adam, yıllar sonra Zehra için bir şeyler yapacaktı. O adam bu sabah, ağaca Zehra için çıkacak, topladığı her bir dut tanesinde Zehra’yı düşünecekti. O’na duyduğu özlemi, O’na duyduğu sevgiyi, on’suz geçen günlerin acısını bu iri karadut tanelerine enjekte edip sunacaktı.
Yüreğinde ince, derin bir sızı duydu, gözlerinden yaş boşalıverdi.
Asuman’a sadece”yatalım artık” diyebildi.
Sabah Asuman’ın mutfaktan gelen tıkırtılarıyla gözünü açtı. Birlikte kahvaltı hazırlarken kapının zili belli belirsiz çaldı. Asuman:
__Kapıya bakar mısın Zehra. Ellerim kirli, dedi.
Zehra kapıyı açtığında elindeki sepetle karşısında Altan’ı görünce, göz pınarlarının yandığını hissetti. Parmak uçlarıyla gözlerini silerken boğuk bir sesle “merhaba”dedi.
__Hoş geldin, nasılsın? Dedi Altan.
Zehra yaşadığı sarsıntının etkisiyle “nasıl görünüyorum”derken, gözlerini Altan’ın gözlerine dikip geçmişten bir iz arıyor, o gözleri hafızasına kazımak istiyordu. O’na tanıdık gelen bir tek o gözlerdi…
Altan’da heyecanlıydı.
¬__Sakın dedi, sakın yapma. Seni böyle görmek beni de üzer. Elindeki sepeti göstererek bunları senin için topladım.
Dudağının ucuna bir tebessüm konmuştu.
__Yaşadığın yerlerde böylesini bulamazsın. Dünyanın en güzel karadutu bizim buralarda yetişir.
Nazire mi yapıyordu gerçek mi söylüyordu, anlayamadı Zehra. Kapı ağzında fazlaca konuşmakta istemiyordu. Genç kız çekingenliğiyle teşekkür etti, sepeti aldı. Aklında o kadar çok şey vardı ki sormak istediği. Ama ne yeri ne de zamanıydı.
Kendine iyi bak, dedi Altan. El sıkışıp sokağa yöneldiğinde, Zehra mutfağa girmişti bile. Sepeti masaya bırakıp içindeki sevgi, nefret, özlem gibi bütün duyguları kusarcasına ağladı, ağladı, ağladı.
Asuman gizlice gözlerini silip sepetten doldurduğu bir tabak karadutu Zehra’nın önüne uzattı.
__Özel bir günün sabahında özel bir kahvaltı yap, dedi.
Zehra önüne uzatılan tabaktan bordoya çalan, kocaman karadutlardan birini ağzına attı.
Bir zamanlar, sevgiliyi elinde tutamayan Altan, yediği her dut tanesiyle yansılanım ışınları gibi Zehra’nın dudakları arasından süzülerek midesine iniyor, oradan damarlarına kadar sızıyordu.
Zehra yanaklarının alevler içinde yandığını fark etti. Sepetin üzerinden bir dut yaprağı aldı, okşadı. Küllenmiş bir aşkın vuslatı olarak peçete arasında, çantasına yerleştirdi.
Kayıt Tarihi : 29.8.2008 21:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Vuslatın öyküsü...
Konu: 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Etkinliği ETKİNLİĞE DAVET EKİN SANAT DERGİSİ 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ ETKİNLİĞİ Yer :Mithatpaşa Cad. no: 10/10 sıhhiyeTarih : 8 Mart 2009 PazarSaat 15.30
telf-05052893879-4341917
Fotoğraf Sergisi:Hürdoğan AydoğduŞiddet Türleri :Gülistan Aydoğdu Yeni Yasalar ve Kadınlar Serbest söyleşi. ve şiirler çevrenizdeki dostlarınızla birlikte ekin sanat dergisi etkinliğine bekleriz.
ANNEM- ANNELERİMİZ
Karnında dokuz ay taşırken beni
sen kanınla besleyerek can, veren annem.
Bir ana kucağı özlemi duyup
doğmuşum
senin şefkatinle
şefkatli ellerinde.
İlk defa tenini okşayıp
sütünden emmişim huzurla anam.
Çocuğuna yanık bağrını açan
can suyuna değer şefkatin annem.
Uyutur bir ninniyle sesin
ve usulca öpüşünde
sıcacık nefesin
uyutur.
Hem fedakar, hem cefakar yürekte
derin uykularını böldüğümden
uykusuz gecelerin sebebi bendim.
Anlatılmaz verdiğin emekler bize.
Yıkaman,
sıcacık sarıp, sarmalaman
ve kundaklaman öpüp yüzümü.
Kırıp dökmemize gülüp geçerdin.
Bizi tehlikelerden kurtarman
tutup ellerimizden kaldırıp.
Yüreğin dayanmazdı düşmemize.
Bir boynuma sarılışına hasretim
ve birde yüzümde gezdirmene ellerini.
Ben ilk gülmeyi senden öğrenmişim anne
İlk emeklemeyi,
ayakta durmayı.
İlk anne, baba demeyi
Ve ilk soru sormayı
masallarınla büyürken.
Bu günlere kolay gelmedik anne.
Kuruyken yeşeren bir ağaç gibi
seni görmek bile beslerdi beni.
Gülüşün sabırdı, gülüşün keder
her şeyde acılar sana düşerdi.
Sözlerin teselli bütün dertlere.
İlacımdı saçlarımı okşaman.
Derdimizde sabrın tükenmez anne
Senin ellerinin değdiği her şey
odamızı doldururdu bir güneş gibi.
Dertleşmeni özlüyorum anne.
Birazda çekiştirmeni kim olursa.
Gönlünü bir dinlendiremedin bizlerle.
Bir yanın hep hasreti yaşadı,
bir yanın yorgunluğunu hayatın.
Resminde bir kınalı elini görsem
ve görsem bir kınalı saçının telini
cız eder yüreğim hasretinle bil.
Neleri sığdırmadın derya gibi gönlüne
Bayram sevincini yaşatırdın,
öptüğümde elini
Yollarıma bakıp geç kaldın diye
sen çalardın zor günlerde kapımı.
Neyin varsa paylaşırdın benimle
bize kuldun bize köleydin anne
Hep omzunda ağır yüktük, ağır yük.
Ardımızda yıkılmayan kaleydin.
Yavrum diye kucaklayıp
bağrına basardın, gurbetten gelsek.
Işığın geliyor sönmüş yıldızlar gibi.
Gözün açık, hasret gittin oğluna.
Can damlalarıydı sözlerin, hayat veren.
“Yavrum seni çok özledim,
tütüyorsun burnumda” derdin.
Bizim içinde sen öylesin anne
her şey sen varsa bir anlam kazanır.
Sensizlik düşmanımdır uğramasın yanıma
Şiirlerim tedirgin, seni anlatamıyorum.
Sen bir mihenk taşısın yaşamımın.
Senin sevgin son durağı yüreğimin.
Son istasyonu gönlüm, orada in.
Sıcaklığın tenimde
Sözlerin kulağımda kalsın.
Resmin,
avutmuyor beni annem.
Tutamıyorum ellerini
senin karşılıksız sevgin var ya
onu tadamıyorum
Ben sevgi sarhoşuydum sen varken.
dokunulmazlığımın tadını yaşardım.
Sen benim özgürlüğümün sınırıydın,
sen benim günahlarımın ceza keseni.
Sen benim sevaplarımdın anne,
aydınlık penceremdin.
Sen benim bereketimdin
sen benim örfüm.
Yaşamda en güzel şeyleri
bana layık görendin,
yedirendin,
tadına bile bakmadığın ne varsa.
Öğütlerin ayaklarımın altında yol
öğütlerin gözümün önünde bir perde
büyüklere saygı derdin,
küçüklere sevgi
Ben onun için sayar ve severim anne.
Hep senin içinde çocuktum
sen affedendin.
Şimdi affedenim yok.
Acımasız sensiz her şey
Senin varlığın umuttu, umut.
Sensizlik hüznümün kaynağı şimdi.
Sensizlik bir uçurum.
Sensizlik yalnızlık demek.
Sensizlik sevgiye acıkmak demek,
bilemedim affet anne.
Şimdi mezar taşlarına
pişmanlıklar okunuyor dua diye.
Bir rüyaya mahkum oluyor sevenlerin.
Rüyalar bile terk ediyor kimi zaman sevenlerini.
Bir resme mahkum oluyor bu gözler.
Bir misafir gibi sessiz
göz göze geliyoruz her andığımda.
Sensizliğe hazırlıksız yakalandım anne
zaman hep hasret dokudu tezgahında.
Hep gelişini düşündüm son gidişinin,
umutlar boşa çıkıyor, boşa.
Muson yağmurlarına benzerdi dua edişin.
Bir çöl fırtınası gibiydi kızışın.
Hem sıcaklığını tadardım
hem acının özsuyunu.
Sevgi çıkmazlarını yaşıyorum seni düşünürken.
Zincirlerinden kopmuş bir halka gibi,
hasretim boşlukta anne.
Üstü kapalı bir gülüş dudaklarımda
uykuya dalarken seni düşünüşüm.
Bir girdap yaratıyorsun rüyalarımda.
Yeniden keşfediyorum seni,
uyanıp hayata merhaba derken.
Pusuya yatmış bir canavar gibi
dünya telaş esi.
Her gün savaşla uyanır günaydınlar.
Ahh!... annem, anneler, annelerimiz.
Çocuklarınız şehit olurken,
en çok üzülensiniz.
Tüten ocağımızda hem kordunuz,
hem de duman.
Yavru çığlıkları gözyaşlarında
Vatanını benden çok severdin bilirim.
Onun için ölmeye yollarsın vatan uğruna.
Onun için doğurmadın mı beni?
Ama şimdi gel gör ki anne nice evlatlar
Bile bile gidiyorlar
dünya barışı diye ölüme.
Sen mutlu olmalısın anne vatan için
Hala o ölecek yürek var bende.
Hala o ölecek yürek var bende.
Ahmet Canbaba
gömleğinde yer yer morluklar
avurdu çökük
varsa
sigara içmiyordu Altan,
farkedince kucaklanan
koşup gelen oğlan
karadutum, gözükaram Asuman
TÜM YORUMLAR (28)