“ Bir Sarı Kazak Hikâyesi ”

Osman Eren
3

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

“ Bir Sarı Kazak Hikâyesi ”

Akşamları yağmur yağınca ben senin için hep ağlarım,
Kış akşamlarında kar yangınlarında…
Kimselerin duyamayacağı kadar ağladım, hüzünlerim soba başlarında kaldı.
Sobaların ateşi özlemi bitirir derler; ama ben hep sana hasretli bir kuş gibi kanat çırparak geldim…
Benim sana hasretim bilinmez bir sevda sanki…
Kime desem seni; kim anlar ki beni…
Sokaklara “çıkmaz sokak” levhasını ne diye asarlar ki? İçimi çıkmazdan çıkarır mı ki sokaklar?
Evimizin penceresi ha olmuş; ha olmamış ne yazar, gökyüzü yine mavi yine mavi…
Sokak lambaları yanmıyor, yansa ne olur yanmasa ne olur.
Sokaklar yine sensiz yine sensiz...
Sokak kedileri sokaklardaki kadavra peşinde, ben senin peşindeyim...
Hey! Ömrümü verdiğim hayat…
Siyahın içine kırmızı girince anlam buluyor hayat.
Bundan dolayı hüzün içimi burkuyor…
Benim için yağmurun kime deydiği değil; toprağa değdiği önemli...
Yeşilin yaprakta durması gibi,
Kahvenin toprakta durması gibi,

Çocuktun, kimselere beli etmeden merdiven başlarında bekler, yine beklerdin…
İri yapılıydın ama halen çocuktun. Kalbin yürekli bir çocuktu…
Öksüzlük zor sanattır. Bunu bilir, bildikçe de hüzünlü yanınla arabesk bakardın hayata...
Seni sevmek kutsal bir beyaz kâğıdın yaşama yanaşması gibi olmalı...
Olmalı Ki senin beni sevmen, tanrıdan önce geliyor
Ben ritmi yetirilmiş bir hiçim!
Hiç olmak ise hoşuma gidiyor.
Ağlıyorum geceler boyunca,
Senin ağlamaların yüreğimde ızdıraplı bir yanık türkü oluyor.
Kimselere söyleyemiyorum...
Sana inanmak istiyorum ama heybemde senden başka kimse yok...
Geceler ayaz ve ben sokaklardayım...
İçim ancak sana sıcak, bırakıp gitme heybem ve ben sensizim…

Yıllar çeşmeden akar gibi, akıp gidiyordu.
Çok çocuktun ve hayata devrimci ağabeylerin baktığı yönden bakıyordun.
Hep hümanist ve alımlı olmak hoşuna gidiyordu,
Varoş denen kavram senin bedeninde ezilmiş bir tokattı.
Ailen sana; sen onlara uzak...
Gece gündüzü kovalıyordu ve hep merdiven başlarında beklemen hoşuma gidiyordu...
Kimselere söylemek yoktu benim yasamda; ben seni hep söyledim durdum, kendi dünyama…
Kimselere söyleyemediklerim sende,
Kimseye konuşamadıklarım sende,
Kimseye anlatamadıklarım sende,
Ve şimdi sen de bende yok olup gidiyorsun.
Yalnızlık insan doğasında filizlenmemiş bir fidedir.

Zamanla yol olur,
Zamanla dert olur,
Zamanla hüzün olur,
Zamanla toprak olur susuz çöllerde su bekleyen…
Senin beni sevmen anlam katıyordu hayatın akışına, ben sende boğuluyordum
Kimseye söylemek dahi istemiyordum, sana bakışlarımın acı verdiğini.
Ama senin yüreğinde yok olamıyordum. Yıpranıyordum!
Sazın teline vurunca yürekli insanlar, ben senin için ağlıyordum. Kimseye söyleme!
İşçiler atölyede örmüşlerdi; ben de pazardan almıştım.
Üşümüştüm!
Isınayım diye üstüme almıştım.
Sarıyı seveceğin hiç aklımda yoktu.
Şuursuzca çıkarıp bırakı vermiştim yüreğinin tam orta yerine.
Seni mi anlatıyordu yoksa ben mi öyle sanıyordum... Ya da ne bileyim öyle bilmiyordum!
Yüreğine söz geçiremez olmuştun…
Kaç yıl, kaç bahar hep hüzünlerinle ağladın durdun?
Ve Bana benzemen hep sana vurgunluğumdu…
Aslında aranan kan bendim!
Ama damarımdaki kan uyum sağlayamıyordu. Senin kanına ihtiyardım.
Yorgundum ve aslında ben bende kimsesizdim…
Etek sarı, sen etekten de sarıydın ve biz bir gönül yarasıydık, bir bar türkücüsünün dilinde...
Tele vurunca türkücü, biz mutlu olduğumuzu sanıyorduk.
Kendimizi kandırıyor ve yok olup gidiyorduk aslında.
Oysaki nafile!
Biz hep acıyı sevdik. Acıyı sevdikçe de acıyla beslendik…
Hayat seni savurmuştu ve kimsenin seni tutacağı da yoktu.
Bir o duvara bir bu duvara çarpıp duruyordun.
Kanadı kırık bir serceydin yalnızlar bulvarında,
Tutunacak dalım sen olmuştun ama seninde sığınağın dağılmıştı.
Tenine dokunmak acıtıyordu tenimi.
Tenine dokunmak mutlu ediyordu beni.
Acının her türünü alıştırmışlardı bana; bense acıdan zevk alır olmuştum.
Yılların yorgunluğu çıkıyordu acılara alışan bedenimden…
Kaç gülü koklamıştım hatırlamıyorum.
Ama sen farklı kokuyordun burnuma.
Kokunu bir daha hiçbir gülden alamadım, suni güler çıktığı halde…
Ayaz vurduğunda yüreğine kimseler duymasın diye sustun.
Gece ayazında koşup geldin, kar yangını gecelerime.
Gözlerin haylaz ve kar yangınında çocuksuydu…
Bu gün karanlıkta bir kırmızı ağlıyordu…
Kimsesi yoktu yalnızlığın!
Bundan dolayıdır ki, kör ozanlar hep doğayı ve gurbeti söylerler türkülerinde…
Biz de ağlarız yalnızlığımıza kimsenin görmeyeceği kuytularda.
Sadece kırmızının “S” si hüzün bırakmıştı senden sonra yüreğime,
Oysa bugün kırmızının “R”sinde tıkanıp kalmıştım…
Kendini üzme, hayat bazen insana zor gelir
Ama insan denen yaratık bunları yenmek zorundadır.
Yoksa yok olup gider, bütün ayrılık türküleri etek sarı, sen etekten sarı gibi…
Bugün kırmızı kanadı sanki yağmurlar yağacak gibi
Rüyaların rengi yok ama sen kendine kırmızı seç...

Osman Eren
Kayıt Tarihi : 26.3.2007 20:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • B Korkmaz
    B Korkmaz

    Yüreğine ve eline sağlık kardeşim.

    Cevap Yaz
  • Abdullah Sancar
    Abdullah Sancar

    üç kez okudum,çok anlamlı çok akıcı,şimdi bir kez daha okumak istiyorum,gönülden tebrikler.

    Cevap Yaz
  • Cevat Çeştepe
    Cevat Çeştepe

    çok güzel , şiir gibi başlayıp şiir gibi bitiyor ve öylede zaten . ama biraz yüksek ses verilince sanki düz yazı kokusuda hissettiriyor kendisini. ama ne değişirki. çok güzel...kutluyorum

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Osman Eren