Baharın ılık esintisinin sararmış bedenimi buz gibi üşüttüğü bir geceydi...
Ola ki bir gün buradan taburcu olursam, hayata yeniden, nerden başlayacağıma karar vermeye çalışıyordum.
'Dayan' diyordum ciğerlerime... 'N’olur dayan, bir şans daha yaşamaya'...
Gözlerimi yumuyordum. Dışardan gelen hafif rüzgar sesinin bana yön vermesi için bedenimi boşluğa bırakıyordum.
Uçsuz bucaksız bir kumsalda koşarken hayal ediyordum kendimi.
Ne de hasretmişim meğer, sıcak kum taneciklerinin ayaklarımın altını yakmasına, ruhumdaki tüm yorgunluğu, üstüne bastığım çakıl taşlarına birer birer teslim etmeye ve rüzgar fısıldarken Rodrigonun gitar konçertosunu dinlemeye..
Diğer yandan kulağıma gelen her kuş sesi beni başka diyarlara taşıyordu; yüksek bir dağın eteklerinde şöminesi olan küçük bir ahşap kulübede bir kış gecesindeydim... Ve kalbi göçe dayanamayacak olmanın verdiği yorgunlukla penceremde usulca beliren bir kırlangıcın yalnızlığımı gidermek için beyhude girişimlerini izlemekteydim...
Birden fark ettim ki, tüm yaşamım boyunca ne kadar da yalnızmışım...
Şu an yalnızlığımı paylaşmak için minik bir kuşa, küçülen ellerimin yeniden hayat dolabilmesi için kumsaldaki tek bir çakıl taşına bile muhtacım. Oysa ben bugüne kadar özlem duyduğum ve keşke dediğim bu duyguları hiçbir zaman yaşamamıştım...
Meğer hayata ne boş bir pencereden bakmışım..
Gözlerimi kapadım yine ve aklıma çok sevdiğim o ses geldi, gözlerimin önünde belirdi sevdiğimin gözlerinin hayali..
Birden dışardan gelen sesle irkildim... Penceremde bembeyaz bir güvercin durmuş bana bakıyordu, sanki benim için geldiğini anlatıyordu bakışlarındaki davet..
Daha zamanı değil ak güvercin, daha çok erken...
Yanımda yatan hastaya kaydı gözlerim, göz göze geldik, sanki bir acıma vardı bakışlarında.
Bana mı acımıştı? O kadar mı yalnızdım? Refakatçisi, odadan içeriye bakan kar beyazı bir güvercin olan tek hasta ben miydim koca hastahanede?
İçimden bir ses 'onu aramalısın' dedi, sanki 'bu son şansın' der gibiydi.
Elimi telefona uzattım bir suçlu gibi.
Suçluydum çünkü hayatı ne çok ertelemiştim.
Suçluydum çünkü kimseyi yeterince sevmemiştim, kendimi bile.
Suçluydum çünkü artık herşey için çok geçti.
O halde bugün hayata dönme arzum nedendi? ? ?
Telefon çalmaya başladı, derken o ses, işte o ses cevap verdi, bir zamanlar beni aşkın zirvesine çıkartan, içimi ısıtan, duyamadığımda özlemden beni çılgına çeviren o sıcak ses, aşkın sesiydi...
Arkadan sesine eşlik eden müzik sesleri geliyordu, belli ki yokluğum onu çok etkilememiş, içini titretmemişti.
Oysa ben bitmeyen bir geceye açılacak olan siyah bir kapının eşiğinde duruyordum... Ve kapının henüz bana açılmaması için, tüm yaşamım boyunca reddettiğim Tanrı’nın varlığına duymaya başladığım inançla bildiğim, bilmediğim bütün duaları okuyordum...
İsmini her fısıldayışımda nefesim daralıyor, kalbime sızı giriyor, canımın artık ayaklarımdan doğru beni terk ettiğini hissediyordum. Aşkın sesini ne çok özlemiştim, o sıcak teni, nefesi... Yüreğimin, güçlü bir elin içinde giderek artan bir baskıyla sıkıştırıldığını hissediyordum.
Belki de onu bir daha göremeyecek olmanın ızdırabını çekiyordum şimdi.
'Senin şarkını dinliyorum' dedi, 'Rodrigonun gitar konçertosunu..'
Şarkıyı duyabilmem için telefonu sahneye uzattı, barda oturanları duyabiliyordum. Kahkaha sesleri yankılanıyordu boşlukta. O an sararmış bedenimi emanet bir elbise gibi üzerimden sıyırıp, en diri en sevecen halimle yanına gidebilmek için, bana hep “gözümden öpme, ayrılıktır” dediği o gözlerine son bir “hoşçakal” öpücüğü kondurabilmek için neler vermezdim ki...
Birden, şu an kimseye bir şey verecek durumda olmadığımı, Tanrı’ya teslim edeceğim bir can dışında hiç birşeyimin kalmadığını farkettim.
İşte tam da o anda gözlerimin önünden geçmeye başladı film kareleri.
Ben yaşamla bir kumar oynamıştım. Hep kazanacağımdan emin olduğum bir kumar. Son koz olarak ta canımı koymuştum masaya.
Hayat kazanmıştı, ben kaybetmiştim.
Şu an hissedebildiğim tek gerçek buydu işte.
Çok geçti artık, herşey için.
Sevdiğim o sesi giderek daha az duyuyordum. Gücüm tükeniyor, sesim kısık çıkıyordu. O ise telefonu sahneye tuttuğundan, duyamıyordu iflas etmiş ciğerlerime son kez, buna rağmen tüm hayatım boyunca hiç çekmediğim kadar derinden doldurduğum nefeslerimi.
Göremiyordu “Haksızlık yapıyorsun” dediği hayata tam da şimdi nasıl bağlandığımı. “Keşke duyurabilsem” diyordum onu ne çok sevdiğimi, “keşke son kez duyabilsem” diyordum beni sevdiğini.
Bir gün bunları duyabilmek uğruna iki nefeslik daha fazla yaşayabilmeyi bu denli isteyeceğimi nerden bilebilirdim ki.
Farkındayım, harcadım seni hayat, kendimden daha fazla hem de...
Kelimeler boğazıma bir yumruk gibi çöktü kaldı, ne kadar haykırmaya çalışsam da olmuyordu, olmuyordu...
Ona “kendine iyi bak” demek istiyordum oysa, “sakın bu gidişime üzülme, seni sevmediğim için değil, gitmem gerektiği için gidiyorum, yaşamayı bilemediğim için, başka şansım kalmadığı için gidiyorum”...
Susuyordum...
Kalbim beni sıkıştırıyordu, telefon ellerimin arasından kayıyor ve tek hissedebildiğim gözlerimden akıp giden bir yaşamın ıslaklığı ve yanaklarımdan bir şerit halinde süzülen kor parçalarıydı...
Ayrılık mı daha acıydı ölüm mü, bilmiyorum...
O an tek bildiğim, elimin kapıya doğru uzandığıydı.
Arkası karanlık, arkası yıldızlarla kaplı bir gökyüzünde bitmeyen bir geceydi...
Müge Günay
Kayıt Tarihi : 17.6.2008 20:06:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Gerçek bir hikaye olup, geçtiğimiz Babalar Gününde ziyaret ettiğimiz bir dostumuzun sirozdan vefat eden hayat arkadaşının hikayesidir. Kendisine defalarca söylenmesine rağmen, alkolik hayatından vazgeçmemiş ve sonunda tam olarak ta yazımda anlattığım gibi en sevdiği melodiyi dinlerken hayata gözlerini yummuştur. Dostumuzdan dinlediğim kadarıyla kaleme almaya çalıştım.
kahramanımızdırlar ya,
vicdanımıza seslenirler
acizdirler, zavallıdırlar
ya da öylesine büyk bir yürek taşırlar,
kadehe, sigaraya boşveremezler
üzerler
oysa biz gerçekten severiz onları,
onlar kötülük bilmezler
ilgi beklerler
hepsi bu
geride kalanlara sabır diliyorum
gözbebekleri gitmiş annalere
TÜM YORUMLAR (18)