Bir Rüyadan mı İbaret Ölüm 2

Erbil Kutlu
173

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Bir Rüyadan mı İbaret Ölüm 2

II
MEMBAM
(04/09/2006/PAZARTESİ)

Yağmurlar, fırtınalar, seller, çamurlar, sokakta gerçekten yaşayıp üşüyenler, ıslanıp kuruyamayanlar, bulutlar, damlalar, insanlar, hayvanlar, hayvan oğlu hayvanlar, yalanlar, doğrular, kehanetler, paralar, ona olan aşklar, karaktersizler, aşağılık herifler, piçler, sular, yeller, boklar, kanlar, katliamlar, zalimler, mazlumlar…

Hepsine diyecek sözümüz vardı onunla olduğumuz zamanlarda. Asla birbirimizi ıt kanaatlere götürecek fikirler sunamazdık. Çünkü illa ki, bu öne sürdüğümüz görüşlerimizin dayanağı olan, güçlü açıklamalarımız olur ve bunu benimserdik.

Nasıl ki, Nazım hikmet Ran, komünist görüşü, mahkumiyeti sırasında, hapishanede okuduğu ve beyninde yorduğu fikirler ile sahiplenip, bunun neferi oldu ise; bu neferlik görevini en iyi şekilde ifa etmek adına, Komünist Rusya’nın, bir komünist rejim değil, aksine bir dikta yönetimi olduğunu hiç çekinmeden söyleme cesaretini göstermesi bize hep ışık tutar, kadehlerimizi bunun şerefine kaldırır idik.

Hatta dönemin lideri olduğu söylenen, bizim bunu asla kabul etmediğimiz ismet İnönü karaktersizinin, onun ilerleyen zaman içinde yüksek bir siyasi kariyer edinebileceği korkusu ile, üzerine baskı uygulaması ve onu vatan haini ilan ettirmesini içimize sindiremezdik.

Bu sinir hali ile ağlardı. Bazen boynuma, bazen belime sarılır, kollarını ardımda birbirine kavuştururdu; yüzünü boynuma bakacak şekilde yaslar, sımsıcak, ateş gibi nefesi ile ruhumu kavururdu; “İstemiyorum bu dünyada yaşamak” derdi…

Sonra gider cdlerinin arasından bir sarma sigaralık çıkarır, onu güzelce kontrol eder, ardından yakar ve derin bir nefes çekip başını bacaklarıma koyar, yüzüme bakardı. Elindeki sigaralığı bana uzatır, içime çektiğim dumanı yüzüne üflememi, ciğerlerinde benden bir parça olmasını isterdi. Sigaralığın halisülasyonu etkisiyle ya o, ya da ben öpmeye yönelirdik. Sonra geçerdik kendimizden; kendime geldiğimde, iki eliyle boynuma sarılmış, boynuma yüzünü yaslamış, bedenini kucağıma yerleştirmeye çalışırdı ve o şekilde bulurdum onu. Çok derin bir uykusu vardı, ama asla horlamazdı. Şaka ile “Amma da horladın hani” dediğimde, bir an şok olur, utanır, o gece siyah saçları, başını öne eğdiğinde yüzünü örterdi.

“Şşştt kız! Şaka yaptım, hadi len, gül azcık” dediğimde, alt dudağını ısırarak bakar ve çok ani bir hale ile “Elim sende” der ve kaçardı. Bende peşinden, onu kovalardım. Yakaladığımda “Bende sana ait bir şey kalmış, onu vereyim” dediğim anda; çok korkmuş bir yüz ile bana bakar ve bir yavru kuş gibi siner, ne olduğunu bildiği halde, hiç bilmez bir ifade takınırdı. Onu hemen o hali ile sarmalardım. Oda bana sarılır “Beni hiç bırakma, lütfen” derdi. Alnına dudaklarımı sıkıca bastırarak öperdim. Başını, çenemin altına alarak “asla bırakmayacağım, emin ol” derdim. Benim yanımda iken, eroine hiç el sürmüyordu; lakin benim bundan hoşlanmadığımı biliyordu. Sadece fikir münazaralarımızdan sonra yorulan beynimizin rahatlaması için bir sigaralığı ortaklaşa içerdik.

Bizim ilişkimiz iki sevgiliden çok, bir ensest ilişki gibiydi. Herkes bizi kardeş biliyordu, ancak biz sevişmeden bir aşk yaşıyorduk, öpüşmek bize yetiyordu. Hayatı paylaşıyorduk. Gülüşüyorduk. Düşünüyorduk. Koyun koyuna uyuyorduk. Biz, birbirimizi seviyorduk. Birbirimize bunu söylüyorduk. Ama en hoşuma gideni de, Pınarım, benim yanımda eroini hiç aramıyordu. Hatta bir defasında, iki gün boyunca, neredeyse 50 saat boyunca evimde kaldık onunla. En ayrı olduğumuz uzaklık; onunla elele tutuşmuş vaziyette kollarımızın uzaklığı kadardı. Burada iken eroini aramadığında buna gerçekten inandım. Çünkü o iki günde ten temasımızı hiç kesmedik, evin içinde elele dolanıyor, koyun koyuna uzanıyor, birbirimize sıkıca sarılarak uyuyorduk. Kollarında taze enjektör izi de olmamıştı. Sürekli elim sende diyorduk ve kahkahadan ölüyorduk. O gülüyordu, bu beni daha mutlu ediyordu…

Arkadaşım Mustafa, bir kurye idi. Hem eroini bu yolla buluyordu, hem de okul masraflarını buradan kazandığı para ile karşılıyordu. Paraya değer vermez, bonkordu. Hatta bazen, Pınarıma da değer vermediğini düşünürdüm.

Sordum bir gün; “Neden onu aldatıyorsun? ”…”O da biliyor be kanka, hem onun için, hem benim için mal bulmam için bunu yapmak durumundayım, inan başka bir sebebi yok…” dediğinde içim yandı… Elimden hiçbir şey gelemedi ya, öldüm o gün…

Bazen Musti olurdu yanında, sevgili idiler, yani herkes onları öyle bilirdi. Benim yanımda ona sarılırdı Pınarım, ama Musti’nin iki yanından kollarını uzatırdı bana doğru, ulaşabilmek için, onu değilde beni sarmalamak ister gibi. Lakin başaramayacağını anladığında, gözleri dolardı, elinden bebeği alınmış küçük bir kız çocuğu gibi üzgün üzgün bakardı, Musti’ye sarılı olarak. Buna kahrolurdu. Bense bu esnada, ona bir zarar gelmesin diye tepkisiz bir şekilde bakardım, içimde volkanlar patlayıp, fırtınalar koparken.

Musti, ona her türlü uyuşturucusunu sağlıyordu. Sırf bu yüzden ondan ayrılamıyor, onu kullanıyordu. Hayatının ilk erkeği olması yanında, onları öğrencilik yıllarında ben tanıştırmıştım. İlk tartışmalarından sonra Pınarımın yanında yine ben vardım. Fenerbahçe sahilinde yanında olduğum için minnettar kalmıştı ve bana şuh bir öpücük vermişti.

Musti, onu da kendi gibi eroine alıştırmıştı. Gerçi kendide evvelinden beridir hap kullanıyordu, ama bu hiç iyi olmamıştı kendisi için. Buda yetmez gibi Musti, ondan kuryelikte yapmasını istemişti. Pınarım bunu kabul etmeyince ise, tokatı yemiş. Musti ile çok kötü tartışmıştık o gece. Pınarı değil, sanki kendimi savunmuştum.

Pınarım bunalıyordu. Eroin illetinden kurtulmak istiyordu, başaramıyordu. Yalnızlığında beni yanına çağırıyordu.

Yine gittim yanına. Derin bir içtenlikle sarıldı bana. “Hoş geldin aşkım” dediği anda, tüylerim ürperdi. Bu akşamın diğer akşamlardan çok farklı olacağını hissetmiştim. Oturduk, konuştuk. Öyle güzel gülerek konuşuyorduk ki, o morarmış, hatta nerede ise kararmış, çökmüş gözleri çiçekler saçıyordu. O titreyen elleri ile gözlerine rimeller, farlar çekmiş, allıklar sürünmüş, onu ilk tanıdığım halindeki gibi ateş kırmızı rujlu dudakları, alev alev yanan demirin kor haline benziyordu. Tırnakları, vahşi bir etçilin avını parçaladıktan sonraki pençeleri gibi kıpkırmızı idi.

Grup kuşağına doğru bakarak şarablarımızı içerken, başını omzuma yaslayıp “İşte Pınarcığın en sevdiğim hali, bu halim” dedi ve yüzüme bakarak utangaç utangaç güldü. Hava kararıncaya değin, o şekilde uzandık kanepede. Onu sarmalamış halim bitsin istemiyordum.

O esnada ayaklandı. Uzun süre ses gelmedi…

Sonra elinde iki şırınga ile geliverdi. “Bebeğim, şimdi ben sana soruyorum! Benimle ölüme gelir misin? ” dedi. Ayağa kalktım, sarıldım ona, başını göğsüme yasladım; “Sensiz dünya bana haram” dedim.

Uzandık kanepeye koyun koyuna. Şırıngayı sapladım sol koluma ve enjeksiyonu yaptım damarımdan içeriye. Sanki kolumdan içeriye ateşler akıyordu. Yanıyordum, çok kısa süre sonra aynı yanma hissini, beynimde hissettiğimde, bizi dışarıdan seyrediyordum. O güzelcik, kolumdan aldığı enjektörü bir kenara koydu. Kendini kucağıma sığdırdı, kollarımla kendini sarmaladı, kanımın üzerine akmasından rahatsız olmadı. Oda beni sarmaladı, enjektörü dikkatli bir şekilde vücudunun ağırlığıyla işleyecek şekilde yerleştirdi. Beni tam sarmalayınca, zehirde zerk oldu ona. “İşte altın vuruş budur, canım aşkım benim” dediği anda yanıma vardı, onu kollarıma aldım ve göğün derinliklerine uçurdum! ...

Keşke bunu yapabilseydim. O güzelliğinin, aslında ölüm güzelliği olduğunu anlayabilseydim, keşke! ...

Seni o güzel halin ile, o gece yarısı yalnız bırakıp eve dönmemeli idim… “Hadi git geç kalma” demene rağmen kalmalıydım! ...

Bana bu acıyı yaşatmasından dolayı ona kızgın değilim, kızgınlığım benide gittiği yolda yanına yoldaş olmaktan alıkoyması.

Yağmurlu bir gün idi cenazesi, yerin, göğün ağladığı bir gündü. Kimse ağlamıyordu, bir yer, bir gök, bir ben ağlıyorduk.

Alışmıştım Pınarım sana, hem de çok! Seninle aynı havayı solumak bile yetiyordu bana bu hayta.

Ben, sana hani tanışmamızın ikinci haftasında sormuştum ya “Ben ölüme gitsem, sana da gel desem, gelir misin benimle? ”, sende “büyük bir onurla” demiştin.

Peki sen, beni böyle bir şereften nasıl mahrum bıraktın, haysiyetimi yerlere savdın, yoksa sen, beni de mi kullandın?

Erbil Kutlu
Kayıt Tarihi : 25.3.2007 15:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu yazıyı anlayabilmeniz için 'ELİM SENDE' adlı şiirimi okumalısınız...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Fahrettin Erbil Kutlu
    Fahrettin Erbil Kutlu

    sevgili ahmet ayaz

    asil senin gozune diline saglik...

    tesekkurler...

    sevgiyee...

    Cevap Yaz
  • Ahmet Ayaz
    Ahmet Ayaz

    Kaleminize sağlık
    Ahmet Ayaz

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Erbil Kutlu