Sürgün Topraklarda
boğazım yanıyor
acıyor batıyor kimliğime
özlüyor sarıyor sarmalıyor
hasretini
üşüyor ellerim, parmaklarım
tırnak uçlarım,
gözlerim
gözlerim yangına düşüyor
öylesine
bir
sürü kalkıp gidiyor
meralardan
çanlarını şangırdatarak
bir ezgi derinlerden
vay bavo bavemin
davullar ses veriyor
bir türküdür yaşamak seni
diyor satırlar
toprağıma
sürgün veriyor dişlerim
morarıyor tenim
nefesimle kabarıyor
düşlerimin nefsi
ağrılar
hasretlerin zamanlayıcıları olarak bendeler
ben
sürgün topraklarda
çan seslerindeyim
Sorun bireyin kurtuluşu değil toplumun kurtuluşudur insanlığın kurtuluşudur. Zaten toplum kurtulmadıkça bireyde kurtulamaz. Insanlığın kurtuluşuna adamak demek. Nu kişiyi oluşturan varlığının sebebi halkın ihtiyaçlarıdır ve halkların ihtiyaçları o denli çokturki, kendini halkının uğruna adamış birisinin bireysel herhangi bir talebi olmaması gerek.
Solgun bir mabet yolunda
vurdular beynimden beni
dizüstü çöküp kaldım
ensemde; sevdamın ağırlığı,
yalnızlığım,
ve umut kokan sözler,
yarınlar adına dudaklardan süzülen.
Sürüldüm…
karanlık bir perde arkasındaydı
infazım.
Simsiyahtı, evet simsiyahtı!
Aysız, yıldızsız geceler gibi
kanım.
Yosunlu taşlar bildi adımı viranelerde.
Çocuklar bilmedi,
kızlar bilmedi,
destanım okunmadı
kış günü odalarda.
Ve hiçbir ağıt yakılmadı bana
hiçbir söz söylenmedi ardımdan;
'simsiyah' diyebildiler yalnız
simsiyahtı kan.
Yalın olarak anlamsız duran sözcükler vardır. Aşk gibi, hasret gibi, gurbet gibi iddaalı olmayan sözcükler vardır. Daha önce bir anlam yüklemediğin bir sözcük birden büyüyüverir karşında. Sözcüğün gökyüzünden yıldırım düşer gibi anlamı sarsabilir insanı. Tutunamayanların ülkesinde yaşıyoruz. Belki tutunamayanların ülkesinde yaşıyoruz.
Hep bir yanımız, hep çok yanımız eksik. Eksile eksile gidiyor ömürler. Artan umutsuzluk oluyor, mutsuzluk oluyor. Evde eksik, sokakta eksik, yaşamda eksik, ölümde bile eksik bireylerden oluşmuş bir kaos. Eğitimsiz olmak bilinçsiz olmayı getirmiyor çoğu zaman; eğitimli olmak da bilinçli olmayı sağlayamıyor. Okuma fırsatı elinden alınmış, beklide hiç verilmemiş bilinçli insanlarla, okuma olanağı hoyratça kullanmış, bencilik çamuruna bulanmış bilinçsiz insanlar arasında yaşanan bir karmaşa. Hayat eksik, bilinç eksik, eğitim eksik. Kadın eksik, sevdası eksik, sevinçleri eksik, umutları eksik. Yaşamın ona sunduğu şeyler, hep eksik kalmış. Bir töre cenderesinde bir babanın bağladığı prangaları, bir koca devralmış. İşin garibi o baba da eksik. O koca da eksik. Kızına, çocuğuna, karısına eksik yaşayan gururlu, ama çaresiz egemen bir erk. Ne gördüyse onu uygulayan, eksikliğini öfkesiyle örtmeye çalışan, eksikle kitlesi. Köyde eksilmiş, törede eksilmiş, şehirde eksilmiş, askerlikte eksilmiş, işte eksilmiş bir insanın yaşamı paylaştığı insanlara verebileceği eksiklikten başka ne olabilir ki? Paylaşma adına, sevgi adına, dostluk adına, insanlık adına bir yanımız hep eksik. Dağda gezen çobandan, plazalar da yazı yazan köşe yazarına kadar; Üniversitede çırpınan beyinden, tersanede demir döven ellere kadar hep bir yanımız, hep çok yanımız eksik. Mutlu yaşamanın araçlarına sahip olmayanların özlemini duydukları bilgisayarlar, arabalar, teknolojik aletler, oyuncaklar maalesef bunlara sahip olanların mutlu olmasını sağlayamadı. Kuşatılmış teknolojinin, kuşatılmış metropollerin arasında minicik kalmış insanların bir yanları her zaman eksik. Sahip olmayanların geleceğe özlemiyle, sahip olanların geçmişe özlemi arasında dolaşıyor mutluluk. İkisinin de kapısını çalamıyor mutluluk. Etik eksik, estetik eksik, insanlık eksik kalıyor bu noktada. Hepimiz suçluyuz. Töreden dolayı ablasını, karısını öldüren insan kadar hepimiz suçluyuz. Eksik kalan kadınların eksikliğini kimse üstüne alınmıyor nedense. Ben şimdi itiraf ediyorum. Suçluyum. Görmezden gelerek yaşadığım için, yok saydığım için, elimi uzatmadığım için suçluyum. Şimdi suçumu itiraf ediyorum. Bu konuda bir yanım hep eksik. Eksikler ülkesinin bireyleriyiz hepimiz. Herkesin eksiği farklı elbette. Bu eksiği zengin olmak, rekabetle öne geçmek, sömürmek olarak gören insanlara sözüm yok. Onlar aramızda dolaşan, yaşayan ölülerdir. Benim gibi çemberin içinde kalmış ama insanlık adına eksik olan insanların sancıları çoktur. Biliyorum ki bu insanların sayısıda çoktur. Ancak o kadının eksikliği çok farklı. Yirmi birinci yüzyılda birincil gereksinimler diye tanımlayacağımız eksikler hepimizin ayıbıdır. Barınmak, beslenmek, eğitim, sağlık, adalet, sosyal güvenlik, insan gibi yaşamak, çağa yakışır şekilde yaşamak işte eksik olan bu. O kadının bir sözcükte söylediğini ben bir yazıda anlatamıyorsam eksiğin boyutunun vahameti anlaşılabilir.
Ben artık nasılsın diye soran insanlara “EKSİK” diye yanıt veriyorum. Bu gün doğan bebekler eksik doğuyor. Bu gün büyüyen çocuklar eksik büyüyor. Bugün hayata atılan gençler eksik hayata atılıyor; çocuklar tüm eksikleri tamam edecek bir dünyayı kuracaklar ben buna inanıyorum; inanmak istiyorum. Suçumu itiraf edip “O“ kadınlardan bu kitabla özür diliyorum. Yaşam hep tekyönüyle gülümsemişti insan üzerine ve eşitliği tek noktada göstermişti sevgiler.Hep tek eksenli olmuştu ki buda koca bir eksiği doğuruyordu Kadın evet Kadın, Kadınsız sevgilerin yaşandığı, Kadının olmadığı bir eşitlikte çalkalanıyordu dünya. Kadın köle oluyordu kimi yerde, kimi yerde de mal gibi alınıp satılan bir ticaret eşyası. Bumuydu insanlık, bumuydu yaşam, bumuydu emek, bumuydu kahrolası dünya düzeni bilemiyorum ama en azından yok sayılsalar da biliyorum ki kadın var benim yüreğimde ve yok sayılsalar da biliyorum ki bazen ufakta olsa sesi duyuluyor kulağımda.
Biz yine de
yaşamaya devam edeceğiz sevgilim...
ayrılığın ağrısına
ve zamanın geçici zulmüne katlanıp
öğreneceğiz
bir hüznü dimdik kucaklamayı da...
Sonra
Türkülerle besleyeceğiz onu
Hatta besteleyeceğiz
Amansız bir ayrılığın
Zamansız kurgulanmış kafiyesini...
Alışacağız
Daha doğrusu alışmalıyız
Birbirimize bıraktığımız
Ve henüz tanımı yapılmamış hiçliğe...
Ağlamayı öğrenmeliyiz sevgilim
Seni bana
Ya da beni sana sordukları vakit...
Çünkü yüzümüzde maske yoktu severken
Ve sevişirken o gecelerde
Ne kadar yalındık öyle değil mi?
İşte,
Ayrılığın sızısı da çıplak kalsın istiyorum
Sevgilim,
Bize yakışmayan avuntularla
Örtmeyelim üstünü bunun!
Biz yine güzel yaşayacağız sevgilim.
Olmaz deme..
Olacak!
Elbet alışacağız
Yabancı tenlerin tuzuna da
Yeter ki seviyor olalım o gecelerde
Ve bir sabah yabancı kalmayalım
Gece başımızı koyduğumuz yastıklara...
Seni bilmem ama
Ben en çok gamzelerini özleyeceğim...
Gözlerini kısınca yanağında biten çiçekleri..
Sonra o geceki sarhoşluğun gelecek aklıma
Bir tebessümü çok görmeyeceğim,
Seni benden çalan yokluğuna...
Ardında bıraktığın bu şehirde
Eskitecek yıllarım var benim.
Güçlüyüm biliyor musun?
Her ne kadar
Beni sokağına taşıyan bayırda
Yorgun düşse de çocukluğum...
Yüzüme ait olan gülüşleri
Yarınlara ertelenmiş görüyorum
Sabahları aynaya baktığımda...
Yolculuklar bir ömrünün, sorgulayıcısı ve itiraflara sürükler.
Defalarca toplar, çıkarır ve böler ve bir nihayete katlar.
Yolculuklarda kırağı düşer yazın güllerine. Bütün güllerin ömrü şaşkın bir kafeste hapis kalır.
İçteki yaralı çocuklar uyanır. Sabrın taşı aşındırır aklın sınırlarını. İki arada bir derede devirdiğin kendine tutunursun.
Her yolculukta yitirdiklerine şahitsin. Belki uzaklaştıkça acıların da ölür. Ama sonuçta ardında kalan her şey acıya eklenmiyor. Bir şeyleri çiğneyerek mesafelere dolanıyorsun. Yolculuklarda en duru sevinçler bile acıları kucaklıyor. Ve her yolculuk kanında süzülen kırgınlıktır, kırgınlığın susayan kırlangıcı.
Bu yüzden yolculuklar kavuşmaya dair de olsa ayrılığa kavuşur, unutmanı emreder bir şeyleri çünkü.
Ama sen yinede bir yokla kendini aradığın her şey çözemediğinden ötürü uzak olan yakınındadır. Sanılarla kundaklayıp talan ettiğin, yüzleşemediğin içinde. Ve kilitlerini açmaya cesaret edemeyen her kalp ilan edilmemiş bir sürgündedir.
Yolculuklar hiç yorulmaz kaçkınlığın ardından, sonuçta yorulacağın, sığınacağın yer yinede içindir.
Çek alnını camlardan, çek ellerini perdelerden.
Bütün biletlerini yırtarak yollara vurma niyetinin. İçinde miskin bir edayla cesur bir secdeye hazırlan. Kayıplara anlam veren bir hüznün olsun, sadakatle vedaların, gözü arkada kalmayan ayrılıkların olsun. Sevilenden sevilene anıların emanet kalsın diye.
Çünkü hayat bir masaldır yolculuklar serüveninde.
Bir varsın bir yoksun.
Kayıt Tarihi : 8.3.2010 16:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!