Bir Küvet Hikâyesi -Sylvia Plath-

İsmail Aksoy
1898

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Bir Küvet Hikâyesi -Sylvia Plath-

Bir Küvet Hikâyesi

Gözün fotoğraf odası
kaydeder sade boyanmış duvarları, elektrik ışığı
kırbaçlarken su tesisatının krom sinirlerini;
böylesi bir yoksulluk saldırır benliğe; çıplak
yakalanır o sadece gerçek odada,
lavabo aynasındaki yabancı
umumi bir gülüş takınır, tekrarlar adlarımızı
fakat olağan terörü dikkatle yansıtır.

Tam olarak ne kadar suçluyuz biz, tavanda
şifrelenebilecek bir çatlak olmadığında? leğen
dolduğunda, fiziksel yıkanmadan başka herhangi bir
kutsal çağrı bulunmaz mı, ve havlu
apaçık kıvrımlarında şu vahşi cin yüzlerimizin
saklandığını reddeder mi kuruca? veya buharla körleştiğinde
pencere itiraf etmez mi belli belirsiz gölgedeki
görüntülerimizi sarmalayan karanlığı?

Yirmi yıl önce, tanıdık bir küvet
üretmişti yeterli bir yığın alameti; fakat şimdi
su muslukları tehlike yumurtlamıyor artık; her yengeç
ve ahtapot eşelenmesi sadece ardında görüntünün,
beklemekte bazı ayinsel rastgele
ortaya çıkışları, çarpmak mı – büsbütün gitti;
gerçek deniz yadsır onları ve koparır
enfes eti ta dürüst kemiğe dek.

Atlıyoruz suya, suyun altında kollarımız bacaklarımız
titreşir, hafifçe yeşil, tenin gerçek renginden
uzaklaşır titreyerek; bizleri kapatan biçimi
çizen uzlaşmaz çizgileri bir daha bulanıklaştırır mı ki
düşlerimiz? salt gerçek
zorla girer içeri asi göz
kapalı olsa da; ardımızda var olmayı sürdürür küvet:
pırıltılı yüzeyleri kaygan ve gerçektir.

Gene de her zaman saçmasapan çıplak taraflar ısrar eder
bazı kumaşların imalatına, örtsün diye böylesi yalınlıkları;
doğruluk sinsice yaklaşmamalı genel olarak:
her günün talebi bütün dünyayı yeniden yaratmamızdır,
çok renkli romanlardan bir paltoyla saklamak
o daimi dehşeti; maskeleriz geçmişimizi cennetin yeşilinde,
şu anın bu döküntüsünün ortasında geleceğin parıltılı meyvesinin
filizleneceğine inanmış rolünü oynarız hepimiz.

Bu özel küvette, iki diz kapağı çıkıntı yapar
buzdağları misali, kollardan ve bacaklardan
ufacık kahverengi saçlar yükselir yosunların bir püskülünde;
yeşil sabun denizlerin gelgit çalkantısıyla gezer durur
vurarak efsanevi sahillere; inançla
borda edeceğiz hayali gemimizi ve serkeşçe yelken açacağız
çılgınlığın kutsal adaları boyunca, ta ki bu olağanüstü yıldızları
ölüm paramparça edene ve bizi gerçek kılana dek.

(1956)

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 7.5.2016 15:17:00
Hikayesi:


Tale of a Tub by Sylvia Plath The photographic chamber of the eye records bare painted walls, while an electric light flays the chromium nerves of plumbing raw; such poverty assaults the ego; caught naked in the merely actual room, the stranger in the lavatory mirror puts on a public grin, repeats our name but scrupulously reflects the usual terror. Just how guilty are we when the ceiling reveals no cracks that can be decoded? when washbowl maintains it has no more holy calling than physical ablution, and the towel dryly disclaims that fierce troll faces lurk in its explicit folds? or when the window, blind with steam, will not admit the dark which shrouds our prospects in ambiguous shadow? Twenty years ago, the familiar tub bred an ample batch of omens; but now water faucets spawn no danger; each crab and octopus—scrabbling just beyond the view, waiting for some accidental break in ritual, to strike—is definitely gone; the authentic sea denies them and will pluck fantastic flesh down to the honest bone. We take the plunge; under water our limbs waver, faintly green, shuddering away from the genuine color of skin; can our dreams ever blur the intransigent lines which draw the shape that shuts us in? absolute fact intrudes even when the revolted eye is closed; the tub exists behind our back: its glittering surfaces are blank and true. Yet always the ridiculous nude flanks urge the fabrication of some cloth to cover such starkness; accuracy must not stalk at large: each day demands we create our whole world over, disguising the constant horror in a coat of many-colored fictions; we mask our past in the green of eden, pretend future's shining fruit can sprout from the navel of this present waste. In this particular tub, two knees jut up like icebergs, while minute brown hairs rise on arms and legs in a fringe of kelp; green soap navigates the tidal slosh of seas breaking on legendary beaches; in faith we shall board our imagined ship and wildly sail among sacred islands of the mad till death shatters the fabulous stars and makes us real. (1956)

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Aksoy