Bir kosova macerası Şiiri - Yorumlar

Şair Kosovalı
6

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Öğretmenim bu ödevimizi ilk verdiği zaman benim aklıma hemen 2004 yılında geçirdiğim ve bende derin izler bırakan Kosova tatilim geldi ve sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü o tatilde yaşanması gereken tüm duygu ve tecrübelerimi şu anki yaşımdan 4 yaş daha küçük yaşamıştım. Hayatımda şimdiye kadar unutamadığım ve her aklıma geldiğinde hayalen tekrar yaşadığım tatilim bir Kosova macerasıydı. Bende tarifi imkânsız güzel ve derin izler bırakmıştı.
2004 yılının ilk yarısında bizim evde çok yoğun bir telaş ve planlanmış birçok program vardı. Okullar kapanınca babam görev yaptığı Kosova’dan izne gelecek, sünnet telaşımız bitince bizi de alıp Kosova’ya tatile götürecekti. Babamın gelmesine yakın, birçok duyguyu bir arada yaşıyordum. Hem erkekliğe ilk adım dedikleri sünnet olayından birazcıkta olsa korkuyor, yaşayacaklarımı da merak ediyordum. Ama Kosova tatilinin heyecanı daha ağır basıyordu. Oraları ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinemin ve kameramın da bakımını tamamladım. Kıyafetlerimi hazırlamaya, hatta orada yapacaklarımın listesini bile yapmıştım. Tarif edemeyeceğim heyecan ve merak sarmıştı içimi. Neden mi? Annem ve babam hep bana daha 40 günlük bebek iken gidip 3 yaşıma kadar kaldığım Bulgaristan’daki yaşadıklarımı anlatıyor, kameradan izletiyorlardı. Ama ben çok küçük olduğum için hatırlamıyordum. Babam Kosova’ya giderken orada hala görüştüğümüz ve bende çok emeği olan Bulgar aileyi ziyaret edeceğimizi, orada gittiğim kreşi ve yaşadığımız evi gezdireceğine dair söz vermişti. Şimdi tek bir kelime bile hatırlamadığım ama o yıllarda Bulgar bir çocuğun konuştuğu kadar iyi Bulgarca konuşmam bana hep ilginç geliyordu. Orada ilk tanıştığım okul ortamının ilk basamağı olan kreş ve öğretmenlerimin ortamını da merak ediyordum. Burada gittiğim kreş ve okullardan farklı yanlarını annem ve babam hep anlatılıyorlardı.
Günler bu heyecanla geçti ve babam nihayet izne geldi. Sünnet telaşı derken yol hazırlığımız bile başlamıştı. Ama bir akşam babamı acilen Kosova’dan çağırdılar ve annemin Ankara’da ayarlaması gereken işleri vardı. Ertesi gün babam erkenden yola çıktı ve evin erkeği ben olmuştum. Annem ve kardeşimle birlikte biz bir süre sonra yola çıkacaktık. Babam gittikten birkaç gün sonra Konya’dan Funda halam ve Elbistan’dan Hülya halam geldi. Annemle halamlar gece yarılarına kadar uzanan sohbetleriyle hasret gideriyorlar, biz afacan topluluğu çocuklar da bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmenin yorgunluğunu, olduğumuz yerde uykuya geçerek keyfini çıkarıyorduk. Sanki sihirli bir peri kızı bizim evde dolaşıyor, her istediğimiz halamların ya da annemin ufak tefek itirazlara rağmen yerine geliyordu. Biz çocuklarında en az halamlar ve annemin organizasyonu kadar aramızdaki dayanışma mevcuttu. Günler süper aktif geçiyordu. Deyim yerindeyse Ankara’yı keşfedercesine geziyorduk. Eve geldiğimizde yorgun düşen bedenimizi yemek yedikten sonra uyku faslınla dinlendirmeye çalışıyorduk. Günler öyle mutlu ve dolu dolu geçiyordu ki artık zaman kavramını unutur olmuştuk. Ne zaman halamlardan ayrılacağımız gece gelmişti ki kendimi bitmesini istemediğim rüyanın ortasındaymış gibi hissediyordum. Halamları ertesi sabah başka akrabalarına bırakmaya gittiğimizde onca yaşanan güzel günlerden sonra ayrılmanın burukluğu içimi sarmıştı. Ankara’dan yola çıkacağımız gün erkenden kalktık. Annemle birlikte arabamıza bavullarımızı taşıyıp yola çıktık. Babam bizi Edirne sınır kapısında karşılayacaktı. Yolda çok heyecanlıydım, kardeşim çoğu zaman uyuyor, annem de sürekli araba kullandığı için yorulmuştu. Yolda minik molalar vermiştik. Nihayet Edirne’ye yaklaştığımızda babam bizi arayıp sınırda beklediğini söyleyince o an içimi mutluluk sarmıştı. Pasaport işlemlerinden sonra Bulgaristan sınırına geçtik. İçim bir tuhaf olmuştu. Bir adım öncesi Türkiye sınırındayken şimdi başka bir ülkenin sınırındaydık. Babam hemen bizi karşıladı ve hava kararmadan Bulgaristan’ın Plovdiv şehrine gitmemiz gerektiğini söyledi. Annem çok yorulmuştu ve arabayı babam kullandı. Geçtiğimiz yerlerden hep fotoğraf çekiyordum, etrafı merakla izliyordum. Saatler geçtikçe ülkemden uzaklaşmam içimi burkuyordu. Hiç bir ülke benim ülkem kadar güzel olamaz diye düşünmeye başladım. Sınırdan 2 saat yolculuktan sonra Plovdiv şehrine geldik. Osmanlı zamanında bu şehrin adının Filibe olduğunu annem anlattı. Bizi Filibe’deki Bulgar aile bekliyordu ve babamı aradılar doğruca onlara gittik. Bende onca emeği olan aile beni görünce sarılıp ağlamaya, öpmeye başlamışlardı. Ama ben onların konuştuklarından tek bir kelime anlamıyordum, annem ya da babam Türkçeye çeviriyordu. Kardeşimle beraber ne olduğumuzu şaşırmıştık.
Biz orda görev yaparken o ailenin çocukları yokmuş ve ben Türkiye’ye dönünce çok etkilenip hemen yuvadan çocuk almışlar. Bulgarların orada ‘’Ahmet’’ ismini kısaltarak söyledikleri ‘’Medyu’’ ismini koymaları beni çok etkilemişti. Oda benim gibi yaramaz ve çok hareketli olduğunu Vili teyzem anneme anlattıkça annem bana tercüme ediyordu. Aynı dili konuşamıyor olsakta işaretleşerek ve annemin yardımıyla oynamaya bile başlamıştık. Sabah kalkınca hep beraber kahvaltı yaptık ve Vili teyzemlerle beraber orada eğitim gördüğüm kreşe gittik. Oradaki öğretmenlerimle annem hasret giderdi, bol bol sohbet ettiler ve bana yine ya annem ya babam tercümanlık yapıyordu. Kardeşimle beraber okulu gezip inceledim, resimler çekildim. Oradan ayrılırken kardeşime ve bana hediyeler verdiler. Annem ve oradaki öğretmenlerim vedalaşırken çok ağladılar. İşte o zaman dil ve dinler farklı olsa bile dostlukların kalıcı olduğunu anladım. Babam bize Osmanlı İmparatorluğundan hala ayakta kalan camileri, devlet binalarını ve müzeyi gezdirirken böyle bir milletin evladı olmaktan gurur duyuyordum. Babamın görev yaptığı Filibe Konsolosluğundaki arkadaşları geldiğimizi duymuşlar ve Başkonsolos amca akşam yemeğine almadan bırakmayacağını söylemişti. Akşamüzeri Türk Konsolosluğuna gittiğimizde çok duygulandım. Konsolosluk binasının girişinde şanlı bayrağım öylesine nazlı dalgalanıyordu ki, insanın duygulanmaması mümkün değildi. O kadar merkezi ve değerli bir yerde sadece ülkemin konsolosluğu olmasından da çok gururlandım. Üstelik Türkiye Cumhuriyetinin satın aldığı bina Filibe şehrinin en önemli parkıyla iç içeydi. Kapıda annemin ve babamın arkadaşları karşıladı. Kardeşimle birlikte içini çok merak ediyorduk. İçeri girdiğimizde Türkiye ile ilgili en ufak detaya kadar bilgi ve resimler vardı. Her tarafta küçüklü büyüklü şanlı bayrağım o binayı gelin gibi süslemişti. Biz kardeşimle beraber bahçeye çıktık ve orada görev yapan amcaların çocuklarıyla tanışıp oynamaya bile başlamıştık. Yemek yedikten sonra gece saat 10 gibi yola çıktık. Babam en geç saat 12 ‘ye kadar Bulgar sınırını terk etmemiz gerektiğini bize anlattı. Ama Ankara’daki heyecanımın bir kısmı azalmış, şimdi de Kosova’yı merak etmeye başlamıştım. Sınırı geçtikten sonra günün yorgunluğu üzerime çökmüştü. Babam ‘’Haydi kardeşinle şimdi uyuyun, dinlenin, sabah Makedonya’da Üsküp şehrini gezdireceğim.’’ demişti. Sabaha kadar annem ve babam yola devam etmişlerdi ve bizi uyandırdıklarında muhteşem bir camiinin önündeydik. Annem ve babam Murat paşa camisi olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yapıldığını, Balkanlardaki en muhteşem cami olduğunu anlattıkça, bunun yanı sıra çevresini ve içini gezdikçe, heyecanlanıp gururlandım ama keşke hala bizim olsaydı diye de üzüldüm. Üskübü gezdikten sonra yine yola çıktık. Tam Kosova’ya yaklaşırken çok şiddetli bir yağmur başladı. Araba tavanı delinecek gibi bir yağmurla Kosova’ya girdik. Hemen bir Türk lokantasında yemek yedik ve babamın kiraladığı eve gittik. Yolculuktan hepimiz çok yorulmuştuk ve hemen yatıp uyuduk. Sabah olunca kardeşim beni kaldırdı ve balkona çıktık, etrafa bakındık. Babam Kosova’nın merkezi bir yerinde evi tutmuş ve en güzeli babamın iş yerini balkondan görebiliyorduk. Kahvaltı yaptıktan sonra babam işe gidince kardeşimle oyun oynadık. Orada sadece TRT1 Türk kanalı vardı ve tüm yayın akışını ezberlemiştik. Ertesi gün annemin oradaki akrabaları geldi ve bize dedemin orada doğup yaşadığı evi, okuduğu okulu gezdirdiler. Benim dedem Kosova göçmeniydi ve çok heyecanlıydım. Annem zaman zaman çok duygulandı ve ağladı. Annemin dedesinin de mezarını ziyaret ederken beni çok etkilemişti. Daha sonra oradaki tarihi eserlerin olduğu yerleri de gezdik. Sanki zaman makinesine binmiş gibiydik. Babamın izinli olduğu bir gün bizi çarşıya götürdü ve ev sinemasıyla birlikte birçok film aldık. Gündüz 2 saat derslerimizi tekrar yapıp test çözersek istediğimiz kadar film seyredebiliyorduk. Apartmanın altında market vardı ve orada çalışan bir kadın Türkçe biliyordu. Artık hep alışverişi ben yapmaya başlamıştım. Günler haftaları kovalarken babam bize Kosova’yı bol bol gezdirdi, göle ve milli parklarına götürdü ve çok eğlendik. Oradan ayrılmamıza bir hafta kala toparlanmaya başladık. Ayrılacağımız son gece aklımdan geçen düşünceler, beklediğimden daha güzel bir tatil geçirdiğimdi. Burada elektrik giderse su geliyor, aynı anda ikisini çok nadir zamanlarda yakalıyorduk. Savaş sonrası her şey yakılmış ya da yıkılmıştı. Ve ben ülkemin ne kadar kıymetli olduğunu, annemin akrabalarının çektikleri acıları anneme anlatırlarken kulak misafiri olduğum zamanlarda anladım ve Türkiye’nin böyle olmaması için o gece Allahıma dua ettim. Sabah oldu ve babam bavullarımızı arabaya yerleştirdi. Edirne’ye kadar yine babam bize eşlik edecekti. Kosova’daki akraba ve arkadaşlarımızla vedalaştıktan sonra yola çıktık.
Bulgaristan‘da (Plovdiv) Filibe’de dinlenme molası verdik. Bu defa Konsoloslukta ki 30 Ağustos törenine katılacaktık. Konsolosluğa girdiğimizde orada çalışan amcaların çocukları şiirler ezberlemiş, her milletten temsilciler davet edilmişti. Türk müziklerinin en zengin çeşitleriyle yöresel Türk yemekleri ikram ediliyordu. Zafer bayramı coşkuyla kutlanırken o an Ankara’da okulumuzda yapılan her törene katılımın azlığından kendimce çok utandım ve üzüldüm. O kadar özenle hazırlanmışlar ki diğer milletin misafir çocuklarının kıskandığını hissettim. Törenden sonra tekrar yola çıktık. Bol bol kamera ve resimler çekmiştim.
Bu defa Edirne‘de babamdan ayrılmanın üzüntüsü içimi sarmaya başladı. Yolda babam kardeşime ve bana annemi üzmememizi tembih ediyor, karşılığında ödüllerimizi sunuyor ve tercihi bize bırakıyordu. Edirne sınır kapısına yaklaştığımız da direksiyona annem geçti. Babam sınıra kadar geldi. Biz sınırı geçip Türkiye topraklarına basınca hem ülkeme kavuş-tuğum için seviniyor hem de babamdan ayrıldığım için ağlıyordum. Kardeşimle sarılıp yattık ve annem yola devam etti. Evimizin otoparkına gelince annem bizi uyandırdı. Evimize, odamıza hatta yatağımıza kavuşmuştuk. Annem yemek yedirip bize duş aldırıp yatırdı. Daha sonra dinlenip kalktığımızda arabanın bagajını boşaltıp pazara gidince yaşamın normale döndüğünü fark ettim. Ertesi gün Konya’dan babaannem bize geldi ve annem işe gitti. Babaanneme kardeşimle birlikte tüm tatil maceralarımızı anlattık, kameradan çektiklerimizi seyrettirdik ve resimleri gösterdik.
2004 yılının yaz tatilini her zamankinden farklı yaşamıştım. Halen rüya gibi geçirdiğim tatil beni çok etkiler. Ne Konya’da babaannemin yanında, ne de İzmir’de anneannemin yanında, ne de ailece Türkiye’nin değişik şehirlerinde geçirdiğimiz tatiller bende bu kadar derin izler bırakmamıştı. Şimdi babam yine yurt dışı göreve Liberya’ya gitti. Yazın bizi Belçika’nın Brüksel şehrinde karşılayacak. Tabii ki inşallah annem kanser hastalığını yenip eski sağlığına kavuşunca gideceğiz. Orada Kosova tatili kadar etkileneceğimi düşünmüyorum. Ama yine de ailemle yapacağım tatil beni heyecanlandırıyor. Türkiye’de yaşayan herkesin atalarımızın asırlarca mücadele edip derin izler bıraktığı yerleri gördükten sonra ülkemin ne kadar kıymetli ve şanlı olduğunu anlayacaklardır.

Tamamını Oku
  • Hüsamettin Sungur
    Hüsamettin Sungur 12.01.2010 - 12:17

    Başarılarınızın devamını diliyorum

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta