Bir Kasım Akşamı Şiiri - Çizgili Mavi

Çizgili Mavi
215

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Bir Kasım Akşamı

Kasım’ın on biri, günlerden Cuma’ydı.
Vakit; minarelerden yükselen akşam ezanı sesiyle telaşa kapılmış, bir an önce kararmak isteyen güne veda etme vaktiydi.
Mekâna otantik bir hava katmak isteyip de pek muvaffak olamamış ahşap masada oturmuş, sabahtan beri kaynadığı zift renginden ve zift tadından belli olan çayı içiyordu. Âdettendir, çay söylenir. Âdettendir, içilir o çay zift olsa da.
İşten, okuldan çıkan insanlar bir yandan diğer yana doğru koşuştururken hiç kimse, dün bu saatlerde nerede, ne yapıyor olduğunu düşünmüyordu. Veya yarın bu saatte nerede, ne yapacağını. Herkesin dünü unutacak ve yarını düşünmeyecek kadar acelesi vardı. Bugünü ise içinde oldukları için idrak edemeden koşturuyorlardı. Kalabalığın arasına karışan sokak köpekleri, kedileri birazdan havanın kararacağını anlamış olmalılar ki her biri bir çöp konteynerini sahiplenmiş mükellef akşam yemeğine hazırlanıyorlardı.
Önündeki çaydan istemsizce bir yudum daha içerken, ikinci sigarasını da bitirmek üzereydi. Aklına, sigaranın sağlığa olan zararları geldiği vakitlerde, yüzünün ifadesi değişse de son dumanı içine öyle bir çekti ki birazdan yakacağı yeni sigarası yanmak için sıraya girdi. Parmağındaki yüzüğe ilişti gözleri. Kim bilir kimin parmağındaydı daha önce? Kim bilir nereleri gördü? Hangi caddede, hangi sokakta soluklandı, hangi meyhanede sarhoş oldu acaba?
Yüzüğün ortasındaki sarımtırak taşın iki yanından, Fırat’la Dicle gibi iki yana akan gümüş işlemeyi çok beğendiği için mezattan almıştı bu yüzüğü. Acaba Fırat ve Dicle daha önce neler görmüştü akıp giden zamanda? Acaba zamanın geçmediği, karanlık gecelerin sabaha kavuşmak için yalvardığı anlar yaşamış mıydı bu yüzük, önceki sahibinde?
Tüm bu bol acabalı, bol meraklı düşünceler beynini meşgul ederken, gözleri bir anda önünde duran boş çay bardağına takıldı. Kendinden önce kim bilir kaç kişinin çay içtiği bilinmeyecek kadar sararmış bardak, boş duruyordu; çay bitmişti. İlk başlarda zift gibi gelen çayın tadı o, derin düşüncelere daldıktan sonra kekremsiliğini bir kenara bırakarak kendine çekidüzen vermiş ve demine dem katmıştı adeta. Oysa dünyada gam da dem de baki değildi. Çay bitmişti, bardak boş duruyordu. Âdettendir, biterdi o çay zift de olsa.
Biraz önce “ulan böyle çay mı olur?” diye içinden sövdüğünü unutup bir tane daha istedi. Karşı kaldırımda bulunan led bir tabelada ne yazdığını yanıp sönen ışıklardan dolayı ayırt edemese de o tabelayı vergi dairesinde veya bir banka şubesinde sırası gelenin numarasının yazdığı uyarı levhalarına benzetti. Üç yazıyordu tabelada; çok bariz, çok net üç yazıyordu. Roma rakamıyla, rakamla hatta yazıyla 3 yazıyordu. Biraz önce yanmak için sıraya giren üçüncü sigarasını yakıp ikinci zift çayını beklemeye koyuldu.
Hava artık iyiden iyiye kararmış, ezan bitmiş, kedi ve köpekler çöpten saraylarında ziyafete koyulmuştu ama insanlar halen hengameli bir şekilde koşturuyorlardı. Betondan, büyük büyük ekranlı televizyonlardan, perdelerden, yemek takımlarından, hatta belki musluklardan oluşan yalan saraylarına bir an önce kavuşmak için koşturan insanları gördükçe, yaşadığı hayatın yaşamak istediği hayat olmadığını bir kere daha hatırladı. Çünkü bir süredir ruhunu esir alan değişik düşünceler, girift duygular onu insanların kahir ekseriyetinin tapındığı eşya putlarından ve maddi ilahlarından iyice uzaklaştırmıştı.
Çocukluğundan başlayan, kırka merdiven dayadığı şu ana kadar devam eden, nerede ne zaman ne şekilde ve neden geleceği belli olmayan ölüm anına kadar muhafaza edeceği bir haldi bu, maddi tanrıtanımazlığı. Ama son zamanlarda kırk yaşın, bir ölüm marşı ritminde getirdiği dinginlik mi yoksa hiç farkında olmadan bunca yıl arayıp da bulduğu huzur mu bilinmez; iyiden iyiye günahkâr olmuştu eşya putlarına. Parmağındaki yüzüğe bir kere daha takıldı gözü, arkasından vuran ışığın tesiriyle sarımtırak taş artık bir uğur böceği gibi ayyuka çıkıyordu gümüş işlemenin içinde. İşlemelerin asimetrik uzayan çizgilerine bakındı uzunca bir süre.
Kimi çizgiler, hayallerini ardında bırakıp yılgın adımlarla yürüyen hayal zedeler gibi kısaydı. Kimileri ise hayallerinin peşinden soluksuz koşan hayalperestler gibi uzayıp gitmişlerdi. Başını kaldırıp gözlerini tenhalaşan kalabalığa dikti. İnsanlar da tıpkı yüzüğün işlemesindeki çizgiler gibiydi. Daha önce hangi hayali taşıdıkları, hangi hayallerden yara aldıkları, hangi meyhanede sarhoş oldukları, hangi kadehte kimin dudak izlerini aradıkları bilinmiyordu. Acaba hangisi kaç yaşındaydı? Acaba hangisi, bugüne kadar güldüğünü sandığı vakitlerde kaç gün kaç gece ağlamıştı? Ne belli şu karşıdan karşıya geçen; faili meçhul bir cinayete tanık olmuş gibi tedirgin gözlerle etrafına bakan kadının hayallerini başka bir şehirde başka bir vakitte bir cinayete kurban giden birinin yıkmadığı?... Kim bilebilir tek amacı elindeki kağıt mendilleri satmakmış gibi görünen şu ihtiyar adamın hangi hayallerle bu yaşa geldiğini? Bu yaşa gelene kadar öldüm dediği anlarda kaç defa yaşadığını veya yaşadığını sandığı hangi zamanlarda kaç kere ölümü tattığını?
İnsan, kimi zaman böyle olur; yaşadığını zanneder ama ölür, güldüğünü zanneder ama esasen ağlar... Yürüdüğünü sanar ama ne kadar yürürse yürüsün varamaz hiçbir yere, hep gitmek istediği yere gidemeyişin acısıyla kalakalır olduğu yerde. Ve insan, bir akşamüstü ansızın yorulur. İnsan bazen, Özdemir Asaf’ın “Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden!” dediği geniş zamanlara bıraktığı hayallerini bir akşamüstü yorgunluğunda yeniden hatırlar. Bu, milyar yıllık dünyanın hiç yaşlanmayan kadim kaidesidir. Hayallerinin pesinden koşar adım gidenler, yanlarında yılgın adımlarla yürüyenlerin, hayallerini ardında bırakanlar olduğunu asla anlamazlar. Kendi hayalleri arkalarında kalıncaya dek koşturmaya devam ederler… Ta ki bir akşamüstü, koşanların yanında yılgın adımlarla yürüyenlere dönüşünceye kadar.
Yüzü bir kere daha, sigaranın sağlığa olan zararları aklına gelmiş gibi bir hal aldı. Düşündükçe oturduğu yerde kaskatı kesildi. Aklına bugüne kadar ardında bıraktığı hayalleri geldi. Onu yılgınlaştıran ve bir ahşap masada birbiri ardına sigara yaktırıp ziftten hallice çay içiren hayalleri. Kalktı. Yaşamak istediği hayatın bu olmadığına inandığı hayatın, kendisine biçtiği rolü oynamaya devam etmek üzere evin yolunu tuttu. Herkes kadar yorgun, herkes gibi mutlu, herkes gibi hızlı adımlarla yürüyerek.

Çizgili Mavi
Kayıt Tarihi : 14.11.2022 13:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Ta ki bir akşamüstü, koşanların yanında yılgın adımlarla yürüyenlere dönüşünceye kadar.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Çizgili Mavi