Masanın üzerinde duran kitaptan başımı kaldırarak kirpiklerimi kırpıştırdım bir an. Dalgın bakışlarla, öylece baktım okuduğum kitaba. Sanki bilmediğim bir güç beni kendine doğru çekiyor ve hatırla diyordu. Hatırla senelerce önce tanıdığın o kadını. O, bakışalarıyla konuşup yüreği ile ağlayan, tebessümünden hüzün çiçekleri derlenen kadını.
Pencereden vuran hafif rüzgâr, tek tek çeviriyordu açık duran sayfaları. Anabel Lee… Evet bu güzel şiirin mısraları, üzerinden yıllar geçmesine rağmen bana onu hatırlatmıştı nedense. Belki de ilk kez deniz kenarında çıktığım yürüyüşte tıpkı şiirdeki gibi deniz kenarında karşılaşmamızdan geliyordu bu his. Nerden bilebilirdim ki bu karşılaşma bir dostluğun başlangıcı olacaktı ve seneler sonra da olsa bir şiirin mısraları arasından, yine bana o konuşan bakışlarıyla, suskunluğunda saklanan kelimelerin coşkusuyla seslenecekti, “buradayım,” dercesine. Sahi neredeydi, ne yapardı şimdi bilmiyordum. Buradan gittikten sonra bana ne bir adres ne de ona ulaşabileceğim bir telefon numarası bırakmadığını farketmiş ve bir türlü ulaşamamıştım ona.
Sadece Annabel Lee değildi tabi ki bu kadar güçlü bir şekilde onu bana getiren. Bir de bir çok insanın intiharına neden olan Mona Rosa… O idi, ondan başkası da olamazdı bence. Hiç bilmeden, tanımadan, onu yazmış, onu anlatmıştı iki şair de.
Senelerce senelerce evveldi. Bir deniz ülkesinde, bir kadın yaşardı, adı, “boşver adını” diye geçirdim içimden. Adı ne olursa olsun, bir kadındı işte. Bir an onunla tanıştığımız güne gittim.
Ah eller üstünde çiçekler içinde
Dudağında yarım bir sevda hüznü
Aslan gibi göğsü türküler içinde
Rastlardım avluda hep volta atarken
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta