Bir kadınla tanıştırdılar beni saat altıyı iki geçiyordu, şişmiş bademciği, ihtişamlı ihtişamlı görünen morarmış göz altları ve şimdilik yaşıyorum yarına belli mi olur dedirten içinde annesinin fotoğrafını taşıdığı yıpranmış eski kalpli kolyesi ile uzunca konuştuk.
Belli ki namus abileri baskısından çok yıpranmış, bellidir ki hayattan sadece otobüs terminali rahatlığı yaşatmışlar kıza.
Ben konuştum o mihrabında imam yalnızlığı ile beni dinledi, gözlerinin içinde biriken kan damlalarının kardeşliğini gösterdi ben sustum, namus abilerinin azarından beddua eden çenesinde ki yarayı gösterdi sustum.
Soğuk ve kelimeli toprakla gömmek istedim onu o an, konuşsa ağlayacaktı direndi sanki, sanki 50lik bir ağacın dibine otursa ağaç şeref duyacak, beklenmeyen sürprizli kargo heyecanı gibi bir şeydi.
Yan yana durunca 7'nin neden 3'e tam bölünmediğinin cevabını veriyordu, gülümseyince : kalmanın değil de gitmenin mahçubiyetinin utangaçlığını anlatıyordu, tek kelime etmeden saatlerce konuştuk.
Van gölünün vana ait olmasından şüphe ederdim ama gülüşlerinde oluşan gamzelerin de ne anlattığına asla tereddüt etmeden anlardım. 7ile 4'ü çarp beni ona götür dedim kendi kendime, terlemiştim uyandım uykudan ve bitmesini istemediğim bir rüyadan uyandım, kalktığım gibi günlerdir dolapta duran bayat ekmeğin kutsallığına inanıp " noooolur ya rabb onu karşıma çıkar" diye nidalar okudum.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.