Bir isim veremedim, iki damla yaş eşlik ...

En çokta türküler yaralardı bizi, öyle öksüz kalırdı ki sokaklarımız, korkularımızı örtbas etmek için söylerdik türküleri, birde cesaretlenip yollara düşmek için. Oysa türküler aşk içinde söylenirdi ve göğüs kafesimiz sökülürdü yerinden.

Hani sevdaya dair öyküler yazardık, karalardık sokakların duvarlarını gizli gizli sevdiğimizin isimleri ile, sokaklarında akan sularında yıkardık umutlarımızı. Tozlarına bulardık bilyalarımızı, gazoz kapaklarımızı ve kibrit kapaklarını. Bir adımızı haykıran annemizin korkusu sarardı birde en değerli bilyamızı kaybetmek korkusu yüreğimizi.

Yağmur bulutları misali dökülürdü kaybettiğimiz her değerli şeyin ardından gözyaşlarımız. Büyüdükçe kaybettiklerimize alışıp kurutmaya başladık gözlerimizi. Yada cinsiyetimize yaslayıp onurumuzu, kestiler akan güzelliğimizin önünü.

İki damla yaşa hasret sevgiler yaşadık, ayrılıklar yaşadık, kalbimizi söktük taştan saydık, yüreğimize bulut ekledik pamuktan saydık. Ne yaşları dökebildik ne sevgiliye dokunabildik.

Adımızı kaybettik, adımıza söylenegelen türkülerin içinde. Bir damla yaş, bir güzel gülüş için verilen canlara adıyorum bu parçayı. Ateşiniz ve gözyaşınız hiç dinmesin..

Bize ağlamakta yakışır, bakmayın öyle apansız geçen zamanların içinde kapatılan kapılar ardında dile gelen sözlere. Erkeklerde ağlar hemde bal gibi ağlar. Ağlamak güzeldir, iki damla yaşı geceye teslim ediyorum pencerenizde buğu olarak gördüğünüzde papatya çizin derim…