İki gönül beraberse, seyran olur samanlık ve yemyeşil orman.
Korkar aşıklar Zeus'dan, yürürlerken sahiller boyunca Assos'dan.
Tanrıçalardan birisi; kızdı, köpürdü düğüne çağrılmayınca.
Armağandı en güzele; tatlı, büyük, sulu, altınla kaplı elma.
Üç güzelin hangisi o; Hera mı, Athena mı, yoksa Afrodit mi?
İda Dağı'nın çobanı; Truva Kralının oğlu, yakışıklı prensi!
Söylesene bize Paris, Helen mi aklının köşesindeki senin?
Değil misin hiç farkında, yurduna getireceğin o felaketin?
Beş köşeli parlak yıldız; aydınlatır kara, kapkara geceleri.
Dolunayın saklandığı, ılık meltemin kulaklara üflendiği...
Zeytin ağacı, yüz yıllık, atalarından dinlemişti efsaneyi.
Kendisi de anlatacak, tohumundaki fidana bu teraneyi.
Sekiz kollu ahtapotlar; Ege'nin en dibindeki melun şeytanlar...
Depremlerin devirdiği; sütunlar, heykeller, taş temelli yapılar...
Sessiz, suskun yatıyorlar; ölümsüz tanrılara meydan okuyorlar.
Günün birinde uyanıp, tekrar hayata katılmayı bekliyorlar.
On üç kişi bir masada; yüzlerce yıl sonra başka bir macerada.
Eski tanrılar gömülmüş; silinmiş yeryüzünden tanrıçaları da.
Vazgeçilmiş, unutulmuş, Hermes ile Ares. Terk edilmiş Apollon.
Şimdi artık tek tanrı var! Destan sayfalarından bakıyor Poseydon.
Yirmi bir asır geçmekte, insanlar hala konuşmakta o yemeği.
Ümitsizce aramakta, hala kanıtlanmamış o kutsal kaseyi.
Anadolu, Milet, Efes; saklıyor hayatın eski gizemlerini.
Uzay-zamanda antik çağ; bükülüyor, yontuyor tarihin şeklini.
(Temmuz 2017, Bodrum)
Kayıt Tarihi : 8.7.2017 18:18:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!