Birkaç gün önce hastaneye gittim.Annemin dişlerinin tedavisi yapılıyor da.Hastaneye her gidişimde, hasta oluyorum.İllâ ki sinirimi ve sağlığımı bozacak şeylerle karşılaşıyorum.O gün de öyle oldu.
Salona bir girdim, onlarca kişi.Ne onlarcası canım, birkaç yüz demem gerek.Önce sıra almak için, sıra kuyruğuna girdim.Bu normal, hiç söyleyecek sözüm yok.Ancak; sıram geldiğinde, bankodaki görevli bayanla anlaşıncaya kadar akla karayı seçtim.Bana bir şeyler söylüyor ama duyamıyorum ki.O da beni duymuyor.Çünkü aramızda kahrolası cam var.O bankonun arkasında, ben önünde.Bankonun genişliği yarım metre falan.Görevli bayan, döner sandalyeye oturmuş, şöyle geriye atmış kendini.Yani benden birbuçuk metre uzakta.Sanki aramızda Ege Denizi var, bir türlü anlaşamıyoruz.
Bankonun üzerindeki camın alt kısımda, tahminen on santim yüksekliğinde bir açıklık var.Görevliyle anlaşabilmek için, ağzınızı o açıklığa denk getireceksiniz ki, görevli sizi duysun.Hadi o duydu diyelim; ama onun ağzında geveleyerek söylediklerini siz nasıl duyacaksınız? Çünkü kulaklarınız üstte kalıyor.Yani camın açık yerinin çok üstünde...Ağzımı o açık yere koyup konuşuyorum, sonra dizlerimi kırıp eğiliyorum ve kulağımın birini o açıklığa koyuyorum.İşte böyle bir ağız, bir kulak yapıştıra yapıştıra görevliyle anlaşabildik.
Bilgisayara kayıt kuyruğuna girdim sonra.Orada da cam var, duvar gibi.Sanki kurşun geçirmeyen cam.Ne işe yarıyorsa! Camın o on santimlik kesik yerine birkaç kez bir ağzımı, bir kulağımı yapıştırarak, o işi de hallettim.Bir ağız - bir kulak, bir ağız – bir kulak.Eğile doğrula, belim ağrıdı.Zaten belim sakat.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman