Yanılmıyorsam aylardan Eylül, yaşım on iki, okulların açılmasına bir hafta veya On gün gibi bir süre var.
Bağların bozulma zamanı, üzümler olmuş toplama zamanı, pekmez yapma zamanı, yani bağ bozumu.
Bir gün anan, oğlum git de bizim bağya bir bak, hayvanlar girip te asmaları bozup üzümleri yemesin dedi.
Tabiki benim o an suratım asılı verdi. Gitmemek için el kol hareketiyle homurdanmaya başladım, gitmemek adına.. Bana ne, bana ne dediysem de emir büyük yerden di, anası kölen olsun senin, hadi benim güzel oğlum, aslan oğlum diye beni iki tane tavuk yumurtayla kandırıp bağlara doğru salıverdi.
O yıllarda köy bakkalları koyun yünü, buğday, arpa ve yumurtada gibi şeylerde alıyorlardı.. Biz çocuklar bunlarla bakkallara gidip şeker, iğde, leblebi keçiboynuzu, kaymaklı filan alıyorduk. Hatta kış sonu yaklaştıkça mahsüleden kazandıkları parası biten büyüklerimiz de bazı ihtiyaçlarını böyle karşılıyorlardı.. Sevine, sevine bağlara doğru yola çıktım. İki tane yumurtayı kaptık ya. Salana salana bakkaldan ne alacağımı düşünerek yol boyu giderken, bağlara da yaklaşıyordum.
Köy çıkışında habersizce yanıma yaklaşan ve bir anda hav hav diye bir davar (sürü çoban) köpeği bana saldırmasın mı Köpek beden büyük eşek kadar ne yapacağımı şaşırdım geri, geri kaçarken yere düştüm, yere düşünce elime cevizden biraz büyük bir taş parçası geçti, düştüğüm yerden çocukluk çevikliğiyle hemen fırlayıp ayağa kalıtım. elimde tek taş vardı vursam mı vurmasam mı elimdeki tek taşı da köpeğe fırlatmaya da korkuyorum, elimdeki taştan da olmayayım diye, köpek o an pantolonumun paçasından tutuverdi, köpekle boğuşmaya başladık, beni sürüklemeye başladı.. Elim, dizilerim ve yüzüm ben sürüklendikce çiziliyordu. Ağlamaya bağırmaya başladım. Bir teyze elinde oklavayla üzeri un hamur içinde bize doğru koşuyordu, tandır damında yufka ekmek yapıyormuş, sesi duyunca bize doğru koşarak gelip, azgın köpeğin elinden beni zor aldı. Yani parçalanmaktan kurtuldum. Bişin var mı kölesi olduğum hadi ağlama geçti artık dedi. Ve kimin bebesisin bakim dedi. Sadullahın oğluyum dedim. Dayzan sana kurban olsun gel bende çörek ediyordum dürüm vereyim de ye yoksa. Sadık emmiye (Saadullah) ne derim ben dedi. Babama Sadık emmi derlerdi.
Elime, içine küp peyniri koyarak güzelce sardığı gözleme dürümle yola devam, bağlara doğru.
Çoban köpeğiyle boğuşmaktan ve onca yolu yürümekten yorulmuştum, yem yeşil bağımıza girince bir asma çubuğunun altına oturdum. Otururken dayzanın verdiği dürümü de dalında taze üzümle beraber güzel bi yedim. Sonra asmanın altına yatıp dinlenmek istedim. Yattığım yerden hangi üzüm salkımı hoşuma giderse ondan sadece bir tane üzüm koparıyor yiyordum. Aman allahım.. O da ne üzerime siyah beyaz bir şeyin atladığını gördüm. Yattığım yerden, doğrulmaya bile fırsat bulmadan üzerime çullandı, uzun, uzun iki tane diş gözümün önünde üzerimde iki tane ayak şaşırmıştım sanki dilim tutulmuştu, bağramadımda, bir dakikaya yakın öylece durduk, sonra bir ses duydum, gel buraya diye. Üzerime çullanan şey o sese doğru gitmeye başladı. Doğrulup arkasından baktığımda bir av köpeği olduğunu gördüm. Sanki dilim tutuldu, karşıda bir adam başında av şapkası, gözünde gözlük, elinde tüfek, tüfekte bana nişan alınmış, bana doğru doğrultmuş duruyordu. Aman allahmı, aman allahım dedi ve Necip oğlum az kalsın seni vuracaktım dedi. Beni katil edecektin dedi. Avcı beni tanımıştı ama ben onu tanımadım. Yanıma yaklaşıp gözlüğünü ve şapkasını çıkarıncaya kadar tanımadım. Meğerse öğretmenim Ülkü öğretmenmiş. Okullar açılmadan on gün önceden köye gelmiş hem okula bakar hem de okul açılana kadar av yaparım deyip, köye okullar açılmadan gelmiş. Zaten Ülkü öğretmen ava meraklı bir öğretmendi av köpeği de öğrencilerin maskotuydu. Necip oğlum asmanın altında ne yapıyordun, ben seni görmedim, sadece asmanın kıpırdadığını gördüm, bende köpeği oraya gönderdim, köpek hareketsizce öyle kalınca bir şey olduğunu tahmin ettim, Tavşan, Keklik veya bir av hayvanı olsaydı. Köpek hemen pusar (yatar) bana hareket imkanı verirdi yani seni köpek kurtardı dedi. Ölümden döndün oğlum dedi, beni de senin katilin olmaktan dedi. Ülkü öğretmenin Rengide sapsarı kesilmişti. Meğerse ben üzüm tanelerini kopardıkça üzüm asmasının uçları sallanıyormuş, onun içinde beni av hayvanı sanmış. Ülkü Öğretmen avına devam ederken bende köye doğru yola koyuldum. Eve varınca olanları anama anlattım. Sizin bağınızda üzümünüzü de diye sövüp verip veriştirdim. Anam Allah, Allah deyip büyük geçmiş olsun oğlum dedi. İki tane yumurtayı da elime verdi, olanları iki yumurtanın sevinci ile unutup bakkallara doğru yola koyuldum.
Bizim evimiz aşağı caminin yanında idi merkeze de bakkallarda yakındı. Bakkala giderken Cemal dedemlerin evin önünden gittim. Amacım dedemlerin evinin yanında evleri olan çocukluk arkadaşım Envere yumurtaları gösterip kısakandırıp ona hava atmaktı.
Enver Koreli dedikleri Kore dayının oğluydu. Kore savaşında gazi olmuş bir büyüğümüzdü. Allah toprağını gani, gani bol etsin makamı cennet olsun. Enver arkadaşım elimdeki yumurtalarla beni görmüştü, hemen yanıma geldi. Necip nereye dedi. Bende anam iki yumurta verdi de bakkala dedim, Enver peki ne alacan dedi. Bende şeker filan dedim. Enver bende gelim mi dedi. İstemeye istemeye geeel dedim. Bakkaldan yumurtanın birisiyle şeker diğeriyle de gofret ve kaymaklı aldık, birkaç tanede Envere verdim. Beraber onların evinin önünde oynarken verdiklerimi benden önce yedi ve elimdekini de kapmaya başladı. Verdimya dediysem de aramızda kavga çıktı. Birbirimizi ufak ufak iteklerken, birbirimize küçük, küçük vururmaya başladık. bu arda yanımızda Envergilin orta boy beyaz bir köpekleri vardı, ev köpeği. Envere vurduğum için onu sahiplenip bana saldırmaya başladı, dişleri bantolonumun paçasına geçmişti, dişlerini geçirirken bacağımıda hafifce ısırmıştı, bende ona tekmeyi vurunca pantolaonumun pacası sökülmüştü küçükde bişiydi ben de ikisiyle baş edemeyeceğimi anlayınca ve üstelik pantolonumun paçası da sökülünce anamın korkusundan, pantolonunu yinemi yırtın yaramaz şey diyerek yine dövecek diye ağlaya ağlaya eve giitim.. anam yine noldu oğlum diye biraz sert çıkıştı. Bende olanları anlattım. Çok şükür bu defa anamadan iki tane şaplak, kötek yememiştim. Enverlerle iyi de kapı komşuluğumuz vardı. Hem de akrabaydık iki çocuk için dövüşecek halleri de yoktu.. Sadece anam tutup Enverin yalancıktan iki kulağını çekti, kaş göz ederek ben çocuğum ya; beni kandırıyorlar ya; bir de anasına şikayet etti. Enverin anası da eve gelince ben sana yapacağımı bilirim diye Enveri azarladı. Ben ise bunu kendime yediremedim. Doğruca eve gittim, tandır damından bir tane yufka ekmeği aldım, su ile iyice bir ıslatıp hamur haline getirdim, içine de fareler için yapılan zehirli yani ilaçlı buğdaydan bir acuç koydum, bir hamur yumağı yapıp doğruca gidip Enverlerin köpeğini çağırıp yedirdim. Köpek zehirli ekmeği güzel bir iştahla yedi.
Yarım saat sonra zavallı köpek küllükte çırpınarak ağzından köpükler saçarak can vermeye başladı.
Ben ise korkudan o gün dayzamlara gittim, o gün o gece onlarda kaldım. Köpeğin ölümünü benden bilecekler diye.. Ama onun çırpınarak can verişi hiç aklımdan çıkmadı..
çocukluk işte Allah beni afeder inşallah. Ve afetmesi için zor durumda kalan Kedi Kuş gibi bir çok hayvanların zor durumdan kurtulmalarına çok yardımcı oldum.. Hatta ağaçlardan, dambaşlarından düşmeme rağmen onların yaşamalarına kurtulmalarına vesile oldum..
Bu da benim öyküm.
Bir günün öyküsü (N.K. 01 Ocak 1992)
Necip KüçükKayıt Tarihi : 4.8.2011 13:55:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
okumak güzeldi teşekkürler hayatınızdan bir kesiti paylaştığınız için....
Saygıyla...
TÜM YORUMLAR (4)