Bazan birilerinin zorlamasından sıkılır insan. Bazan de bunun gerekli, hatta faydalı olduğu durumlar da vardır. Hayatını hizmetin hizmetine sunmuş bir genç, azmi elden bırakmama prensibini bana da uyguladı. Kendimce bulduğum sebeplerin ucuna sımsıkı yapışmışken, ip yarışı yapanlardan kuvvetli olanın asılmasıyla diğerinin sendeleyip çizginin öbür tarafına geçmesi anını yaşadım. Çizginin berisinde bir sürü şey vardı, bana ait, benim olan, benimle yaşayan. Çizgi ötesinde hafif esintili, çiçek kokulu bir İstanbul sabahı.
Beylerbeyi’nin kucağında İstanbul yaşıyordu. Sahilde bekleşen kayıkların içinde, sularda geçen yaşamlarını paylaşan, kimi midye ayıklayıp, kimi evi (!) ne arkadaşlarını davet eden mütevazi “kayık ev” sahibi ile ona takılıp espriler yapan meslektaşları… bembeyaz köpükler saçarak yaklaşan bir gemi …toz pembe- beyaz renklerin kucaklaştığı rüya gibi görüntüsüyle iskele binası… yandaki taşın üzerine oturmuş parıl parıl parlayan balıkları okşar gibi temizleyip, köpük kasaya büyük bir itinayla yerleştiren balıkçı… ve yanından bir anne adayı kedinin ileri geri volta atarken nefis balık kokusunu hiç duymamışcasına bir kez bile dönüp bakmadan mağrur, ağır adımlarla defalarca gelip gitmesi…şu ilerde bankın yanındaki saksının içine kıvrılıp yatmış gelip geçenleri hiç umursamadan uyumaya devam eden tekir kedi… fotoğraflık tablo…
Karşı taraftan boğazın serin sularıyla sabah banyosunu yaparak yaklaşan güzel şirin bir tekne..güleryüzlü teknecinin içten karşılaması, merdivenin ilk basamağını geçişim beni Vaniköy’deki yalılardan birinin davetine icabet eden hatırlı misafir havasına sokuverdi. Masmavi boğazın suları güneşin ışıklarıyla yıkanırken teknemizin içi şiir kokularıyla ıtırlandı. Sözcükler bayraklaştı, gönüller şiirin sıcaklığıyla ısındı. Yürekler kah ağladı İstanbul’da yitenlere, kah sevindi sevda ateşini yakan fiillere…
O küçük ortamda birçok şey vardı…azmin, ıstırabın abidesi bir genç vardı orada…iyi ki de zorlamıştı birilerini…Bazen insanları bir şeylere zorlamanın gerekli olduğu düşüncemin doğruluğuna kendi kendime tekrar olur verdim.
Politikanın o yoğun, ateşli humması ve koşuşturması içinde şiiri yaşayanlar vardı…
Şiir adına iki gündür hiç uyumadığını söyleyen yaşının da 41 olduğunu zanneden (bence) 25-30’luk bir genç vardı…
Başka bir genç daha vardı orada… 22 olduğunu söyleyen ama yazdıklarıyla ve tavırlarındaki olgunluğuyla bu yaşı daha yukarılara çeken nezaket, zarafet abidesi bir genç…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta