Gitmeseydin be sevgili arkanda bırakıp, dudakları kilitleyip, kelimeleri yok sayıp, şaşkın bakışları ardında koyup, düşüncelerin hepsine birer soru takıp, gitmeseydin ki,
bu gözler baharı gülerek görseydi…
Bu gözler gözyaşı görmeseydi…
Dudaklar nefret kelimesini tanımasaydı…
Ve bu beden eskiyerek geçmişe kahretmeseydi…
Unuttun mu sevgili bu yaşam bizsiz de olurdu, bu yaşam sensiz de olurdu, muhtaç olmazdık bizi tanımayan ellere…
Gitmeseydin sevgili… Ben de bu kadar çok kızmazdım sana…
Bilinmeyen bir yerde, bilmediğim bir sabahta ezdim seni...
Hani o taşı hatırlıyor musun...
Hani sen bana o taşın üstünde sevmeye dahil şiirler söylerdin, var ya...
Unut o taşı unut çünkü altındasın...
Hem de sol bacağımla ezdim seni...
Sağ bacağımın altına değmezsin hem de...
Nerde masallar, nerde şarkıların hepsi, kör şafaklarda mı şimdi...
Hani benim uykusuz olduğum şafak artıklarında mı...
Hadi boş ver sil aynadaki buğulanmış yüzünü, bakma ardına yokum orada yok... Hani derdin ya her baktığım aynanın ardındasın, bir sen, bir yan yüzü ben...
Unut sana mısır patlattığım geceleri... Unut sessiz filmlerdeki el işaretler ile sevmeleri anlatmaları...
Hani, filler ülkesindeki cüceleri bilir misin... Küçüldün... Küçüldün fil hortumlarının yanında küçücük kaldın...
Yazık oldu seni gözlerimde büyüttüğüm gecelere… O sabahı zor olan gecelere...
Eziliyorum şimdi senden kalan harabelerin ardında... Hatırlıyor musun bütün savaşları sen çıkarırdın ya...
Bitti o savaşlar artık yüreğimde...
Kendi yalnızlık savaşım var şimdi kalabalıklaşan...
Ellerin... Unut ellerimle birleştiği anları aralarında kan var, kan kokusu var artık birleştikleri anlardan kalan...
Sen var ya sen...
Beni unut demeye bile değemeyecek kadar uzaksın bana...
Dostun dost, karşıtın karşıt olduğunun acıya çıktığı bir dönemde bile gizledin kendini, sinsi gülüşlerinin ardına ve beklenmeyen, beklenilemeyen bir dönemde vurdun geçtin kırbacını arkamdan…
İşte sen buydun… Yüzlerce sayfa yazı yazarken de benim için bu sinsilikteydin… Yüzlerce şiir seni seviyorumla da yazmaya başlarken bu sinsilikteydin…Sen… Bir de kendinle hesaplaşsana, hani adilce, hakkı hak edene verirce, sevmeyi sevene yakıştırırca, ihanetsiz, saptırmadan, öksüzleştirmeden kendini, kendine acındırmadan… Haykırsan ben de senin kadar sevdim deyip yok olmadan… Nerdesin şimdi… O öksüz akşamlar kimin… Hepsi ben de mi kalsın, bu senin adaletin mi… Her ayrılık şiirini ardından ben mi ağlayayım, her mazlum öyküsü beni mi yazsın sadece… Bu mu kalemin gücü… Hani kalemler yalanı yazarken kırılırdı… Hadi çık şimdi ortaya bırak gölge oyunlarını ben de yazıyorum işte gerçeği de… De bakalım ne diyebilecek misin, ama gel yüzüme de…
Sen hesapsız kılıç darbeleri ile üzerime gelirken, ben yeniden başlama çabalarındaydım hayata…
Herkesten çok, her şeyden çok, seni sevmenin kahreden kıskançlığıydı belki de beni parçalayan…
Serseri düşler doluşuyor içime,
yokluğuna dahil…
Eskiliğine dahil…
Unutulmazlığına dahil
ve
tutunamayan umutlara dair…
Ve
sensizliğe alışan, bana dahil…
Bir masal sonu yokluğa,
bir sevmenin sersemliğine dahil…
Unutmak isteyen,
bir ben düşüne dahil,
kayboluşların gölgelerine,
hırçınlaşmanın titremelerine,
bir seni yok saymaya dahil…
Beceremediğim düşüncelere nefesimi tutup,
ölememeye dahil bir bedene,
bir fitneye yaralanan bir bana
ve
bir kayboluş telaşındaki sana dahil…
Korkmuyorum artık terklerden,
korkmuyorum artık kendimden
ve de senin, unutulmaz güzelliğinden…
Anızlar yakılıyor tarlalarda,
içim
is
içim pişmanlık yangınlarında,
delicesine sarmaşıklar bedenimde,
sen bende çoğaldıkça sana azalmak istiyorum…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 14.5.2010 15:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)