İstanbul bütün görkemi ile şaha kalktığı bir gece yarısını daha terk ederken,içimde zerre kadar huzur yoktu.Öksüz bir hafta sonuna girmenin çıt çıkarmazlığında yatak odasında oyalanırken,gözlerim kapalı,ellerim uyuşmuş bir halde uzanıyordum. İçerisi esen rüzgarın,hasta ve küskünüm diye öksürmelerine karışan çığlığıyla baş etmeye çalışıyordu.
Parmak uçlarımdan başlayan günah kırıntıları,saç tellerimin uçlarına kadar her yere bulaşmış beni kaygılandırıyor. Aslında biliyorum nasıl pişmanlık yaşayacağımı ama inat yapıyorum. Kendimi mutsuz kılmak huzur getirecekmiş gibi o huzur gelsin diye peşin sıra serpiliyor ellerime günah tohumlarım.
Derken mızmızlanıyor gaye yanı başımda Çırılçıplak,üzerinde ince bir örtüyle uzandığı yatakta gözleri kapalı yarı uyumaklı ellerimi arıyor. Fazlaca içmekten narin vücudu yenik düşmüş,ateşli bir sevişmenin ardından izin isteyip uyumuştu. Aradan yarım saat geçmesine rağmen huzursuzluğunu anlatır mimiklerle şekillendiriyordu yüz hatlarını. Yüz üstü yatıyordu. Yarısını gördüğüm yüzüne uzanmış saçlarını arkaya attığımda yanaklarına süzülen ıslaklığı fark ettim. hafifçe sayıklıyordu. Kesik kesik,birinin başından birinin sonundan sesler çıkardığı kelimeleri anlamak imkansızdı. Meraklandım nesi var diye. Umarım hasta olmaz diye temenni fısıldadım kulağına.
Elini tuttuğumda,uçurumdan düşüyormuşçasına tutunduğu bir dal gibi sıkıca sıkmıştı. Avuçlarının içi de terlemiş,zavallım hasta oluyor galiba diye geçiriyorum içimden. Sanki tüm vücudu yağmur altında kalmış gibi sırılsıklam olmaya koşuyor. Sarhoş bir korku bağlandı yüreğime,onun için endişeler uçuşmaya başladığında titremeye başlıyor gibiydi sanki.
Güzelce örtüyorum üzerini üşümesin diye. Ne görüyordu da böylesi korkunç bu kadar tepki veriyordu vücuduna. Elimi çekmeye çalışıyorum ama tüm gayretlerim boşa,bırakmıyor. Bir süre öylece bekliyorum sakinleşmesini,nihayet birkaç dakika sonra daha iyi görünüyor. Usulca,fark ettirmeden elimi çekiyorum.
Rüzgar oyunbozanlık yapıyor. Belki de bu asiliğinin nedeni onunda huzursuzlaşması. Perdeler havalanıyor,içeride kapılar dövünüyor etraf savaş alanı gibi neredeyse.
Doğrulup camın kenarına ilerledim,zaten terli olduğu için hastalanabilirdi rüzgardan. Camı kapatıp perdeleri çektim bir gram güneş ışığı girmeyecek titizlikte.
Gayenin baş ucundaki antika sayılabilecek kadar eski sandalyeye oturdum. İçimde nefretlik hislerin çığlığıyla debeleniyorum. Sık sık havale geçirmek gibi bir şey. Kendimi iyi hissetmiyorum. Düşüncelerim kısırlaşıyor,iyimserlik belirtileri siliniyor,sanki gözlerim kapatılıyor sonsuz bir siyahlıkta yol alıyorum. Hiçbir yere gitmeksizin bir şeylerin kendini göstermesini bekliyorum.
Yine kapatıyorum ellerimle yüzümü,parmak uçlarımla tutam tutam sıkıyorum saçlarımı,dipleri nasılda can çekişiyor. Annem düşüyor bir ucuna zihnimin özlemsi bir tatla,bir ucuna dedemin kadife yüzü. “Ah! diyorum Eylül nerdesin? Beni neden böyle cezalandırdın? Hangi günahıma kızdın da sakladın yüzünü bana böylesi mahremiyette? ”
Koskoca altı ayı terk ediyordum,Eylülü en son görüşümden bugüne kadar. Bu süreçte bana tattırılan bu özleme,ve elimden alnın ümitlerimin feryatlarını hep başka bedenlere yaşatmanın acizliğini tanıdım. Nedenini bilmediğim bu yasağın ruh haliyle kendimi oyalamaya çalışmanın garip çatışması olsa gerek gecenin bu son karanlıklarında yaşadığım.
Ellerimi çekiyorum yüzümden,gayeye bakıyorum,biraz daha uysal duruyor. İki büklüm kabuslarını bertaraf etmiş,büzüşmüş uyuyor. Üşüyor diye düşünüyorum. Dolaptan battaniyeyi alıp üzerine iyice örtüyorum. Pusuda bekleyen soğukluğun ona dokunmasına izin vermiyorum. Göğsüne doğru elimi değdiriyorum.
“Aman Allah’ım nasılda soğuk soğuk terlemiş.”
Hemen üzerine kendi geceliklerimi giydiriyorum,havluyla her yerini sildikten sonra. Yeniden sarmalayıp örtüyorum. Mutfağa gidip ona iyi geleceğini düşündüğüm birkaç hap içiriyorum zar zor. Neyse başını koydum yastığa;
“Şimdi daha huzurlu uyuyacak.”dedim
Kesik kesik “kerem” diye söyleniyor,”gitme” der gibi ucu başı belli olmayan birkaç kelime daha süzülüyor yastığa doğru.
“Buradayım” diyorum. Korkmaması için. Öpüyorum alnından yanı başına doğru kıvrılıyorum kendinden geçip uyuması için. Başını göğsüme koymaya çalışıyor ama,koyamayacak kadar aciz. Neyse ki birkaç dakika geçmeden huzurlu bir uykuya daldığının göstergesiyle beni rahatlatıyor. Kalkıp salona ilerliyorum,bir süre başımı yasladığım koltukta oturuyorum.
“Lanet olsun yine değişen bir şey yok” diyorum. İçime kös gibi oturan ruhsal çatışmamın yansımaları olduğunu düşündüğüm tutarsızlıklarımın bana hissettirdikleri beni iyice kaygılandırmaya başlıyor.
“Allah’ım” diyorum. Allah’ım diye yineliyorum bir kez daha.
“Bitsin artık bu devinim,canım acıyor. Ne olduracaksan,duyuracaksan olsun artık” diye isyan süzgecinden geçmeyen feryatlarımla kalıyorum bir tek. Camı açıp ses tellerimi yırtana kadar haykırasım var içimde ne var ne yoksa.
Benim düşleyemeyeceğim uzaklıklarda bana pusu kuran bu hisler her neyse,kesinlikle bana acı çektirme arzusuyla yanıp tutuşuyor olmalıydı. Çünkü fazlasıyla tedirgin bir ruha bürünüyordum git gide. Sanki yüreğim mengeneye sıkıştırılmış gibi ağır ağır acıtılıyor,tamamen ezişmesine ramak kalmıştı.Önemsenecek bir korku yapışıyor nefes alışlarıma,cama ilerliyorum,pişi sıra nefes alıp vermelerden sonra kendimi mi kandırıyorum o için bilmiyorum ama biraz daha iyiyim diyorum.
Dışarısı alabildiğine uzanmış bir sessizlikle meşgul değil,rüzgar,balıkçı teknelerinin sert motor sesleri faaliyette boğazda. Camı kapatıp mutfağa ilerliyorum. Dolaptan bira alıp vücudumun uyuşması için hızlıca bitirmeliyim deyip,mini bira kutusunu bir içişte bitiriyorum. Bir tane daha alıp salona geliyorum yeniden. Müziği açıp,meşhur kenarları yırtık koltuğuma uzanıyorum.
İnsanın düşünmekten bile delice korktuğu bir şeyleri vardır. Kimi zaman müthiş bir cesaretle genellikle böylesi bir gece yarısında yalnız kaldığı anlarda,içkisini yudumlarken yüzleşirdi hayatının acı gerçekleriyle. Bu karşılaşmayı başka bir zaman diliminde gerçekleştirmenin imkansızlığının gerçekliği anlaşılması kolay olmayan bir öngörüydü. Bende işte bu hesaplaşmamın en dibe vurduğu,aslında daha başlamayıp,kendimden gizli gizli saatlerdir;
”Ne bu beni böylesi boğan” dediğim şeyin farkına varmazlıktan gelmişliğimin,sonradan hissettiğim rezilliği ile de kalakalıyorum.
Bu sayamayacağım kadar sayısı fazla olan bir ruhsal dengesizlikti. Ben yinede bir gün aksinin olacağını ümit ederek yılmıyordum,o an için benim ümit kuşlarımın kanatlarında taşıdığı hayal mahsullerim; bu çatışmalarımın bir gün sonlanacağı,bütün hayatımın yeniden doğdurulup,tertemiz önüme sunulacağı palavrasıydı. Ben her gün çırak oluyordum kendimi ustaca kandıran.
Bitmek üzere bir gece daha,son vedalaşmamızın ardından benliğimi saran umutsuz mevsimlerin çürümüş çiçek kokuları dolduğunda odanın içine,başım koltuğun yırtık ucuna doğru usulca düşüyor. Fazlaca yorgun olmama rağmen bilinmez bir sebep sayesinde bu saatlere kadar ayakta dikildim. İstem dışı gözlerim kapanıyor,kirpiklerimin uçları batıyor iğne gibi,sanırım kendimden geçmek üzereyim saat beş diye öten dede yadigarının hüzün kokulu sesinde. O kadar bir haberim ki çaresiz duruşumdan koltukta,üşüyorum ama gidip yatak odasına yatağıma uzanacak mecalim yok.
Alçaktan şöminenin yanan odunlarının köz kokusu çalınıyor,zira onun bir sorun teşkil etmediğini düşünüyorum uyumam için. Halbuki kati suretle yatak odamda yanık kokularına tahammül edemezliğim bilinir. Sigara ve herhangi koku,beni fazlaca rahatsız ederdi. Nedense umursamıyorum. Kendimce şimdi hatırlayamadığım bir şeyler düşlüyorum. Ama farkındayım ki uyumama ramak kaldı,her an düşünsel hareketlerim son bulabilir. Nefes alışlarımın bu sırada arttığını görüyorum,bir an nefesimi tuttuğumda içerideki sığ sessizliği bozan o acı sesle irkiliyorum.
“Aman Allah’ım buda neydi? ” derken ikinci bir acı ses daha. Yatak odasından geliyor. “Gaye” diye saçıyorum yardım çığlığını.
Odaya geldiğimde o acı manzara beni öldüresiye dövüyor. Gözlerimin içi gördüklerine inanamıyor. Gaye içkinin üzerine verdiğim ilaçlardan zehirlenmiş,kusmaya çalışıyor ama nafile başaramıyor. Hemen yanına koşuyorum.
”Canım geldim buradayım” dedim.
“Kerem” dedi çaresiz bir tonda. Nasılda bir şeyler yapmam için çırpınıyor. Hemen parmağımı ağzına sokuyorum kusması için,ama olmuyor. Bir kez daha deniyorum yine olmuyor. Bir iki parçanın dışında çıkan bir şey yok. Ve bu bütün zorlamaların etkisi olarak kucağıma doğru düşüyor başı,saçları yanıma.
“Allah’ım acı ona ne olur,acı ona ne olur” diye yalvarıyorum.
Ne yapacağım şimdi. Vakitle en büyük dansım başlıyor. Acele karar vermek zorundayım ve o telaşın arasında hemen kucağıma alıp hastaneye gitmem gerektiği geliyor. Lanet olası anahtarı bulamıyorum. Ceplerime bakıyorum,salona,komedine.
”yok yok yok,Allah kahretsin işte,yok.”
Üzerime hırkamı giyip gayeyi kucağıma alıyorum,onunda üzerine küçük battaniyeyi örtüyorum,cadde den elbette taksi geçer diye düşünüyorum.
Hızlıca iniyorum merdivenleri,gürültü,feryat kopuyor merdivenlerde. Sokağa geldiğimde sokakta köpek seslerinden başka bir ses yok. Yürüyorum asfaltta ana yola doğru.
“Lanet olası taksiciler unuttunuz mu bu sokağı” diye savuruyorum küfürleri. Gelmiyor işte,gelmiyorlar. Zavallım ölecek.”
“Gaye canım bir ses ver ne olur,konuş bir şeyler söyle” diye çırpınıyorum. Hala yürüyorum kollarımda gaye ile.
“Kerem dedi diye sevindiriyorum gözlerimi,oysa kabul etmiyorum dudaklarından süzülen o koyu sıvıların onun kötüye gittiğini gösterdiğini.
“Tanrımmmm,bir taksi gönder sana yalvarırım,ona acı lütfen” derken bir ses duyuyorum. Bir uğultu yaklaşıyor bize doğru. Asfaltı ortalıyorum iyice. Uzaktan bir ışık beliriyor,bir hayat ışığı doğuyor, koşuyorum ona doğru. Oda bana koşuyormuş gibi geliyor.
“Beyaz bir taksi göndermiş tanrım bize “ diyorum gayeye.
“Kardeş geçmiş olsun” dedi arabadan iner inmez. Hemen arka kapıyı açtı ve gayeyi kucağıma yatırıp hemen hastaneye doğru hızlıca ilerledik.
“Zehirlendi zavallım,lanet anahtarları bulamadım evde,kabus gibiydi. sende gelemesen ne olurdu halimiz bilmiyorum. Sana minnettarım kardeş. Sağ olasın” dedim.
“Hemen yetiştiriyorum sizi hastaneye hiç meraklanmayın” dedi. Biraz içime sus serpse de gaye fazlasıyla beni tedirgin ediyordu.
Hastanenin önü,saat 05,26 diyor kocaman duvar saati acil kapısında. Hemen sedye yanaşıyor taksinin önüne,acil kapısına girerken şoförün çaldığı korna sesinden dolayı. Üç görevli hemen sedyeyle yaklaşıyor arka koltuğa.
“Nesi var hastanın? ” dedi pos bıyıklı,uzun boylu olanı.
“İçki içmişti fazlaca,sonrada üzerine iki hap aldı,antibiyotik ve ağrı kesici. Biran da kötüleşti” diye cevapladım. Gayeyi sedyeye koydular,kolu düştü yanına,diğer yanına da saçları. İç parçalayıcı bir sahne ile hızlıca ilerlediler acil kapısından. Etrafta meraklı gözler. Sabahın bu saatinde bile neredeyse ana baba günü gibi kapının önü.
Arkalarından koşuyorum,içeride feryat figan koparan yaralılar,ağlayan insanların çaresizliği.
Kayıt Tarihi : 29.5.2006 18:26:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!