BİR EVREN SÜRGÜNÜ OLARAK ŞAİR: SADIK TORAMAN’IN ŞİİRİ ÜZERİNE NOTLAR
Hölderlin, ‘Ekmek ve Şarap’ ağıdının bir dizesinde şöyle sormuştu: “Bilmem, hem, neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında? ”. İlhan Berk, “umudun elinden tutar şiir” demişti cevaben. Şiir kimi zaman da bir insanın elinden tutar ve onu kendi varoluşunu gerçekleştirmeye zorlar. Tıpkı ‘yoksun zamanlar’ın şairi olan Sadık Toraman gibi.
Nice zamandır şiiri kuran dil’in ‘varolan’dan ‘varlık’a geçişi mümkün kılan bir olanak olarak şairin mülkü olduğu söylenir. Öyle ya, çiçekten, kuştan, ceylandan söz edilirken, insanın doğadaki öteki varlıklardan farklı olarak; kim olduğunu anlatması, insanın kendi varlığına tanık olabilmesi için sahip olduğu bir olanağı sunar dil. Kendi varlığına dair hakikati yaşayan şair sahip olduğu dil üzerinden bir tarih tanıklığına yönelir. Sadık Toraman da yurt edindiği dil aracılığıyla bu tanıklığı gerçekleştirir.
O’nun şiiri her şeyden önce onulmaz zıtlıklar, baş edilmez çelişkiler, güçlü karşıtlıklar dolayımında kurulur. Bu zor ikilemleri, şair kendi iradesinde diyalektik bir çözüme kavuşturmayı başarabiliyor. Bu çözüm, şiirin ‘yoksunluk zamanları’ında benliklere taşıyacağı umudu içinde barındırıyor her defasında. “Acıyı okşadın mı hiç / sana acıması için” dizesinde olduğu gibi, karşıtlığı kendi karşıtının karşısına koyarak bir uzlaşıma sokabilmektedir. Bu nedenle, “gecenin Leyla’sı / gündüzün Mecnun’u” dur O. Çelişkileri kendi karşıtlıklarıyla bir uzlaşıma sokma çabası gücünü şiirin kimi durumlarda omurgasını oluşturan doğa tanrıcılık anlayışının özüne dayanıyor açık ki. Çünkü bu şiir doğaya insan özelliklerini yüklerken; çoğu zaman insanın kendisine de doğa özelliklerini yüklemektedir. “İnat ediyor ve yağıyor yağmur / bir ağaç altında kelimeler sırılsıklam” dizelerinde okunduğu şekliyle bu ‘evren ruhu anlayışı’ şiire içkin bir özellik olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden, doğurgan doğa şairin “Bir salkım özlemeye bir bağ yeşerir koynumda” demesinde olduğu gibi hep ‘nar’ gibi çoğalmayı, patlamayı anlatır. Ve “Bulutların arkasına gizlenmiş ürkek rüzgarın” yanında “Ay yine bir çocuk tebessümünde” görünür bize.
Toplumcu tavrın bireyci bir eğilimle bir arada hissedildiği; toplumsallığın kolaylıkla bireysel bir düzleme evrildiği, toplumcu damar yanında bireysel yönün ezilmediği bir şair duruşu karşısındayız: “Hem seni severken / serçelere ekmekte atabilmeli” derken yaşam ve varoluş birlikteliği güçlü bir kurguyla sunulabiliyor okura. “Çukurova’da pamuk toplarım kendi yaralarıma” dizelerindeki gibi işçi duyarlılığının bütün saflığıyla ortaya çıktığı bir duyuşla karşılaşırız. Sadık Toraman’ın şiir dünyasında bize betimlediği günümüz toplumsal yaşamı, “Ucuz bir resim gibi artık hayat”tır ve “Dostluğun faiz oranı sıfır” dır. Sokak çocukları, “Tükürülen bir çöp bidonunun içinde umutlarım” derlerken; “Derin mevzulara dalmış köşe yazarları / her gece ise üzeri gazete ile kapatılmış cesetler” vardır sokaklarda, ve yine çünkü; “Aç karnına kurşun yemek”teler dünyanın lanetlileri bu yaşamda.
Uzlaşmaz karşıtlıkların şairi kimi zaman bu zıtlıkları can acıtan bir kara mizah ile birlikte ortaya koyar. Bu nedenle Sadık Toraman’ın şiirinde ironiyi çoğu yerde ustaca kullandığını görüyoruz: “Ayrılık çiçekleri satılıyor sepet sepet / vazolar bomboş ve kırık”tır oysa. “Bir kahve fincanın / kırk yıl hatırı vardı borç defterinde”. Ya da, “Seni kahpe kurşuna sıktım / ölmedin yine içimdesin” dediği gibi. ‘Kırık Kalemler Sınıfı’nın öğrencisi olan çocuklar “İçimde çalardı okulun zili / sınıfta kalmıştı yine gözlerim” diyerek itiraz ederlerdi bu ‘öğrenim’ oyununa. Ve çünkü bu oyunda “Karlı yollar…/ üşüyen eller…/ ve yırtık ayakkabılardı yine cahil kalan”. Şair kendi içinde bulunduğu durumu ve ruh halini de kimi zaman iç acıtıcı bir mizahla, “Yalnızlığımı üstüme örtüp yatardım”, bazen de “Evraklarım eksik sevmeye” dediğinde olduğu gibi yumuşak bir tebessüm duygusu içinde dillendirir.
Şair ait olduğu coğrafyaya dair güçlü imgelerin olduğu dizeler üretiyor. Büyüdüğü Silvan ‘mezarlara sığmayan çocuklar kenti’dir. Bu ‘yasak ülke’de “Dağların heybetinden kaçar kartallar” ve “Düşmez ihanetin gölgesi göçebe yaşamlarımıza” bu topraklarda. Burası emeğin bedeli için destansı bir çaba gösterilen bir yerdir aynı zamanda: “Güneşi terletirdik buğday tarlalarında”. Ve elbette ’33 Kelebek Sol Yanımda’yken, yaslı tarih bir kez de şairin dizelerinde dile gelir: “Vuruldu tarihim köstekli saatimde katlettiler beni / gözlerimi yıkayan dağlarımızda düştü boynum”. Bir kez daha şair umudu doğaya yükler; ama doğaya direnerek-direnenlerle birlikte zulümle hesaplaşır: “İki bot izi bir bağcık şahitti toprağın suskunluğuna / dişledim toprağın uyuyan damarlarını 33 dişimle”. Ve son kertede şair kendi yazma uğraşısının hiç bitmeyeceğinin haberini verir bize; “Daha da bitmez kelimelerim tarih yas tutana kadar” diyerek.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta