Bir Dıkım Ekmektir Kurdu İt Eden

Mahmut Nazik
3931

ŞİİR


55

TAKİPÇİ

Bir Dıkım Ekmektir Kurdu İt Eden

BİR DIKIM EKMEKTİR, KURDU İT EDEN

Bir gün mutlak ölünecekse eğer
Vatan namus insan ölmeye değer
Kurdu it eden bir kakaç etmiş meğer
Her verileni ihsan sanma ha Can’ım

Mahmut NAZİK 10. 05. 2008 MERSİN

Merhaba dostum,
...
Çalıştığım bir köyde, dişi köpeklere bakmıyorlar. Günah diye öldürmüyorlar da. Kış gelince bizim için büyük bir dert oluyor. Çocuklara, köylüye saldırıyorlar. Muhtara bunların çaresine bak desek: Günah hoca ben mermi vereyim sen öldür diyor.. Hatta bize: Siz köyde dolaşamıyorsunuz diye ben katil olamam hoca, dedi. doğrusu acıyorum. aç bilaç gezinip duruyorlar köyde.
Biz de göze alamıyoruz.. Çünkü köylünün inancına göre katillikle eş değer. O zaman bakın, sahiplenin, desek; . İnançlarına göre köpek pis olduğundan, o da günah. Sen ol da çık işin içinden.

Kış gelince bu açlar ordusu doğası gereği kurtlaşıyor. Gündüzleri köye inseler köylü koyunları alacak diye korkusunda dayak atıyor taşa tutuyorlar. Kurtlardan korunmak için daha çok sürü halinde köyün çevresinde dolaşıyorlar. Fırsat bulurlarsa köyün koyunlarını çalıp yiyorlar.

Kışın kurtlardan, hemcinslerinden, köylüden kurtulabilenler, hayatta kalma becerisi gösterecek kadar güçlü olanlar ölen hemcinslerini yiyerek bir deri bir kemik yaza ancak sağ çıkıyor. Hele zayıf olanların hayatta kalma şansı hiç yok.
Sağ kalan köpekler damızlık köpek olarak kullanılıyor. Belki de köylü onun için dokunmuyor.
Gerçekten en iyileri yaza çıktığından ki ancak dört beşi geçmez burada sağlam bir köpek nesli de var diyebiliriz. Doğal olmasa da seçilim bir anlamda.

Okul köyün dışında olduğu için en çok da bizim ve çocuklar için tehlikeli oluyorlar. Biz onlardan korunmak için hep yanımızda koskoca bir sopa, hatta tüfek veya bir parça ekmek bulunduruyoruz.. Ekmek ne ola diye sorma. Beni haraca kestiler dostum. Saldıran olursa haraç veriyoruz yani. Buranın haydudu, mafyası da bunlar.Aç köpek fırın deler, derlerdi ya; meğer harç da alıyorlarmış.

Geçen sene önce bir çocuğu parçalayıp hastanelik ettiler. Komşu köyden gelen yaşlı bir amcayı da parçaladılar. Adamcağızın da çocuğun da her tarafı diş yarasıydı.

Köy muhtarına başvurdum ama yine karışmadı. Çünkü kendisi köyde kalmadığından muhtar için bir tehlike oluşturmuyor. Bir de işin içinde din var; köyün gözünde katil olup oy kaybını göze almak istemiyor. Yani dinin siyasete hükmü bu dağbaşına bile geçerli dostum. Belki de doğru yapıyorlar, köpekler adına. Ama bakmamaları da bir çelişki.

Kaymakama durumu anlatıp, dilekçe verdim. O da muhtara mermi gönderdi. Öldürülmesi için yazı çıkardı. Günah diye muhtar yine de öldürmedi. Yok yere öğrencilerimizin gözünde katil olmamak için biz de bir şey yapamıyoruz. Velhasıl zor durumdaydık.

Ama çözdüm merak etme. Nasıl mı, tıpkı Amerika gibi: İşçi sınıfını biri birine düşürdm. Onlar biri birini boğazlamakla meşguller. Bize karışmıyorlar artık.

İnanmadın değil mi? İnan ki öyle. Tanrı insanlara iyi kötü ne yetenekler vermiş dostum. Bak nasıl hallettim. Ama bu sorunu çözmek için gerçekten emperyalizmin bizim emekçi yoksul halklara, solculara uyguladığı taktiği örnek aldım. Zaten bunların akılları, icatları ancak öldürme biribirine düşürme, insanları soymaya yaramıyor mu? Belki de ilk ve son defe emperyalist taktik işime yaradı. Tanrı bir daha mecbur etmesin ve günahlarımı da affetsin..

Düşündüm. Bir çaresi olmalıydı. Ama ne yapmalı? Zaten bu dağın başında kendime yiyeceği zor buluyorum.

Yani Hz Muhammed’e gelen Müslüman kadının hikayesi. Hani bilirsin. Hz Muhammed’in en çok güldüğü olaymış bu. Kadın yağ satıyormuş. Yağ o zamanlar oğlak veya kuzu derisine konurmuş ve bacakları, boynu da iple bağlanarak kabın ağzı olarak kullanılırmış.
Neyse kadının yağına bir adam müşteri çıkar. Ancak yağın kalitesine bakması lazım. Kadına derinin ön bacağını çözdürüp yağa bakar. O bucağını kadının eline verir. Bakalım derinin dibi de aynı kalitede mi diye arka bacağını da çözer tadına bakar. Onu da diğer eline verir. Ve kadının her iki eli de meşgul ya. Yağ da kıymetli. Kadının ırzına geçer. Kadın elini bırakıp şeyini kurtarsa yağ gidecek, yağı kurtarsa namus gidecek. Yoksulluğun gözü kör olsun, çok yoksulmuş demek ki yağı tercih etmiş. Ve adam kadına tecavüz etmiş. Kadın da doğru Hz Muhammed’e şikayet etmiş. Adam ne ceza aldı bilmem ama O Mübarek bu olaya çok gülmüş.
İşte dostum durumum aynı o kadın. Kış boyu bunları beslesem ben aç kalcağım, köyde dilenci olacağım; haraç vermesem can güvenliğim tehlikede.

Bilirsin şehir elli km ve ne araba var ne at gidiyor. İki metreden fazla kar var. Maaş almak için karda on bir saat yürüyoruz kışta kıyamette. Belirli bir süre sonra tesbihimiz bile yük oluyor bize. Bahara kadar gitmeyeceğim ama biliyorsun kızkardeşim okuyor. Babama ve kardeşime para göndermem lazım.

Bak anlatayım da biraz gül istersen sevgili dostum. Öyle ya, öğretmeniz; eğitimden Pavlof’un şartlanma konusunu okumuşuz. Çok olmasa da emperyalizmi, ve onların bunca kötülük yaptıkları halde nasıl ulsları gönüllü kullandığını da biliyoruz.

Her ekmek verişimizde ıslık çalıyor ondan sonar bir parça ekmek atıyorum. Açlık ve hayatta kalma içgüdüsüyle o kadar şartlanmışlardı ki; bir ıslık çalsam, yanıma ağzından salyalar akan onlarca kopek doluşuyordu. O bir parça ekmeği paylaşım kavgasına giriyorlar; biribirini boğazlıyorlar.. Sonunda köpeklerin arasına nifak sokmayı başardım dostum. Şimdi onlar biri biriyle uğraşıyorlar ve bana karışmıyorlar. Onları biribirinin gazabından ben kurtarıyorum. Allah taksiratımı affetsin.

Zamanla biri birine düşman, bir sürü koruyucum oldu. Beni dost biliyorlar. Köpeklerimin en iyi arkadaşı benim.. Gezmeye gitsem biri biriyle boğuşan bir sürü köpekle uğurlanıyorun.

İşin ilginci,köpeklerin bana olan bağlılığı köpeklerin olduğu kadar, köylünün gözünde de saygınlık da kazandırdı, biliyor musun?

Şimdi bir düşün: Biz de bu kurtlaşmış köpekler, köpekleşmiş kurtlara benzemiyor muyuz! ?

Dostum,
Babam’ın bir sözü var: İt ile bit mecliste konuşulmaz, der. Ama ne yazayım. Rakım 3000 m in üzerinde. Her yer kar. Her yer siyah beyaz. Düşüncelerim de öyle.

Allahtan ki köy kadınları kızları cıvıl cıvıl giyiniyorlar. İnanmazsın limon sarısı, gül pembesi, narçiçeği kırmızısı elbiseler. Bembeyaz karın üzerinde renk renk oynayan çocukları, suya giden kadınları bir düşünsene. Eteklerinde güller kelebekler uçuşuyor. Sanki en baharından bir çayır parçası gibi. Kız çocuklarında önlük yok. İyi ki de yok. Ben de illaki siyah önlük alacaksınız diye ısrar etmiyorum. Zaten karınlarını zor doyuruyorlar. Bil önlük parası deme dostum. Yıllık Gayri safi milli hasıladan aldıkları pay yüz dolar bile değilse çok para bir önlük parası. İnan bakışları da menekşe gibi, mağrur utangaç.
Bu insanların bakışlarında hinlik yok, cinlik yok; adamın içini ısıtıyor biliyor musun.
Yüzlerinde zemheriye cemre düşmüşlüğü görürsün...

Sevgili dostum,
Tam da dediğin gibi, yoksulluk satın almış vicdanı. Öyle ki yoksulluğun işsizliğin vicdanını satın aldığı insanlarımız; haraminin, eşkıyanın çöplüğündeki kırıntılarıyla doyan oradan çöpleneler sahipsiz kediler köpekler gibi bir zaman geçince kullaşmaya başlıyor. Ve evin sahibi olduğunu sanıp haraminin evine canı pahasına kimseyi sokmamaya, korumaya başlıyorlar.

Bir yanda cehaletin saflığı, diğer yanda şeytanın kurnazlığı ve gücü. Sistemin sahiplerinin kurguladığı aldıkları eğitimin, cehaletin getirdiği sorgulama, nedenini araştırma bilinçleri olmadığından; evin artıklarına, artığı bırakana şükrediyor hatta onlar için hayır duaları ediyorlar. Çünkü görüyor ki o çöpü bulamayan da var. Böylece kurdun avını elinden alan avcının verdiği bir kakaç et, bir dıkım ekmek kurdu köpekleştiriyor. Özgürlük tutkusundan vazgeçiyorlar.

Özgürlük tutkuları kırılmış, köpekleşmiş aç kurtların sayısı, sahiplerinin gücü oranında gün be gün artıyor. Açlıkla, işsizlikle hadım ettiklerinin, mankurtlaştırdıklarının koruması altındaki Şeytanlar, her gün gücünü arttırıyor. Kurtların yaşam alanlarını durmadan daraltıyor.
İşin bir boyutu da, kurtların kendi elleriyle büyüttükleri açlık içgüdüsüne hayatta kalma içgüdüsü de eklemleniyor. Ya kurt olup, açlıktan veya savaşırken öleceksin; ya da köpek olup, nefes alacaksın ikilemine zorlanıyorlar.
Kendi hemcinslerini yanına alan avcının gücü karşısında hayatta kalmanın yolu da güçlü olanın yanında olmaktır. Ve böylece köpekleşmeye hazır açlar ordusu büyüyor, büyüyor. Hizbuşşeytanın (haydut çetesi) sayısı, hizbullahın, hizbuhalkın sayısını geçiyor.
Çünkü ormanı dikenli telle çevirmiş haramiler, ya da av hayvanının yaşam alanını yok etmiş veya ele geçirmiş. Kurdun avına ulaşmasını engelleyerek açlık korkusuyla, kurtluklarından yani özgürlük tutkularından vazgeçip, hayatta kalabilmek için köleleşmeye zorlamış.

Biliyoruz ki hayatta kalma, neslini devam ettirme iç güdüsü tüm canlılarda önceliklidir. Ama başat olanı, hayatlarını devam ettirmektir. Avcı din, iman, namus, kutsal değerlerinin anlamını ters çevirip veya içini boşaltılmış bir kavram olarak onlara sunup bir uyuşturma aracı olarak kullanarak; örgütlenmelerini bir araya gelmelerini, düşünmelerini, tutkularını, içgüdülerini ellerinden alıyor. Onların okuyacağı kitaba, konuşacakları dile, inanacakları dine, ayetlerin ne anlama geldiğine, kiminle ve nasıl çiftleşeceklerine bile kendi yarattıkları tanrıları karar verir artık.

Mesela işçi sınıfı, emekçi, paylaşım gibi ulusalcılık gibi bazı sözcükler ya tedavülden kaldırılır ya da içi boşaltılıp utanacakları bir kavram olarak sunulur. Özgürlük gibi, inanç gibi, hak, hukuk gibi vazgeçirmeleri mümkün olmayan sözcüklerin de içi boşaltılıp kendi yükledikleri anlamı kafalara kazımak için tuttukları GDO lu organizmalar aracılığıyla basında yayında durmadan tekrar ettirirler ki eski anlamını unutsunlar.

Mesela onlara göre, özgürlük: Herkesin, kendi çıkarlarına, kendi çarklarına çomak sokmamak, zarar vermemek koşuluyla istedikleri kadar tepinebilmeleri, aç, işsiz gezebilmeleri; bunu asla sorgulamamalarıdır. Düşünmek serbest, bir yanlışı düzeltmek için yapacağın eylem kendilerine zarar veriyorsa ceza gerektirir. Yahu senin yaptıkların bizi aç, cahil bırakıyor, desen külliyen dinsizsindir, köpeklerini üzerine salar, parçalatır. Köpekleri de bir kez olsun düşünmez haklı mı haksız mı diye; büyük bir zevkle yapar bunu çünki onun için eğitilmişlerdir.

İsyan; Şeytanın huyudur, şeytancadır. İsyan etmek Yazgına, dolayısıyla Allaha isyan etmektir. ESA OLAN uLÜL EMRE İTAATTİR.
.
Din: Hayrın ve şerrin, - açlığın, işsizliğin, savaşın, katilliğin, cehaletin her türlü kötülüğün kendi çarklarının soygunlarının sonucu değil; Allah’tan geldiğine; kendi saltanatlarının da soygunlarının, sömürülerinin değil Rabbülalem’in bir lütfu olduğuna; Tanrının istediği kullarına verdiğini inanmalarını, tevekkül etmelerini ister inandırır.

Kendi tanımladıklarına aykırı soru sormak şirktir günahtır. Soru soranlar da katli vacip tehlikeli yaratıklar olup cemaatten uzak tutulmalıdır.
Kardeşlik: Ancak kendilerine hizmet eden cemaatin, topluluğun fertleri kardeştir. Diğerleri kalleş. Zamanı gelince katli vaciptir.
Ulusalcılık: En büyük tanrıya göre tehlikeli, yerel tanrılara göre gerekli. Ama sonunda en büyüğün kararı geçerlidir. Ama büyük patron kendi ulusunun çıkarı için diğer ulusları katletmekten çekinmezken; Başka devletleri bir ulussa din meshep, din, iki halktan oluşan devletleri de ulus temelinde kışkırtarak parçalamakta, emekçileri biribirine boğazlatmakta bir behis görmez.. Amacı Ulusların kaderini tayin hakkı felan değil, emekçileri kendi kontrolünde bölmektir.

Eşitlik: Demode bir kavramdır. Beş parmağın beşi bir olur mu? Desen ki: En çok çalışan parmak daha büyük, daha kalın daha güçlü; tembel parmak küçüktür. Tanrı çalışanı güçlendirir. Asla işlerine gelmez; böyle düşünmek şirktir cezayı müeyyide gerektirir. çünkü kendi çalışmadan, başkalarının emeğiyle büyümüştür.

Her biri sahipleri için ölmeye hazır sadık birer köle, biri birlerinin kanını akıtarak efendilerini eğlendiren bir gladyatördür artık. Spartaküslerin başarı şansı bu gladyatörleri düşündürebilmesine, soru sorabilme yetilerini geri getirebilmelerine bağlıdır. Yani köpeğin kurtluklarına geri döndürebilmesi ise oldukça zor. Çünki asla spartaküsü dinlemez onlar. Spartaküs ne derser desin asla dinlememeye şartlanmışlardır. Meğerki başlarına bir saksı düşe.

Onun için Musalar sürgün edilir, İsalar çarmıha gerilir. Allahın ayetleri de ele geçirilip çıkarlarına uygun olarak tefsir edilip, beş vakit pompalanarak ezberlerinin pekişmesi sağlanır.

Bu kölelerde ölüme yakın uyanırlar ama iş işten geçmiş, takatten düşmüşlerdir. Gururlarından itiraf bile edemeden ‘ah ulan ah! ’ diye diye geberip giderler. Artık onların görevlerini oğulları devralmıştır… Çünki o, yıllarca kendi korkularını damla damla oğluna kızına da aşılamıştır…


Hoşça kal dostum, hoşça kal
Şehir mektuplarını bekliyorum. Dikkat et, zarfın içine kentin telaşı dalaşı hırlısı hırsızı girmesin.

Bir de okuduğun kitaplardan gönder olmaz mı. Köye gönderme ulaşmaz; kasabya gönder. Maaş için gittiğimde alırım.

Mahmut Nazik - 1979 - Bizim Ordaki Köy

Mahmut Nazik
Kayıt Tarihi : 12.12.2010 14:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehmet Çobanoğlu
    Mehmet Çobanoğlu

    Başarılarınız daim yüreğiniz sıcak her anınız aydınlık kalsın anlamlı bir yürek sesi güçlü kalemden değerli bir şiir okmanın zevkine vardım..yolunuz açık olsun ...
    Saygılarımla
    Mehmet Çobanoğlu

    Cevap Yaz
  • Rıza Genceli
    Rıza Genceli

    Mahmut hocam çok güzel bir öykü olmuş ama gerçek yüreğine sağlık selam ve saygılarımla.

    Cevap Yaz
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    Bir gün elbet ölünecekse eğer
    Vatan namus insan ölmeye değer
    Kurdu it eden bir kakaç etmiş meğer
    Her verileni ihsan sanma ha Can’ım

    Mahmut NAZİK 10. 05. 2008 MERSİN

    çok anlamlı yaz. güzel bir şiir. yıkluk fukaralık zulme davetiye çıkarır. onlarda bunu yapıyor önce güzlerek yüzüne soyup sovana çeviriyor sonra muhtaç koyup yeriniyor. tarih tekerürden ibaret sözü gerçek oluyor.kalemi kutluyorum tam puanla.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Mahmut Nazik