…Unutulmuş bir söz için hayatlarını vermeye hazır savaşçılarla dolu:CESARET!
The Last Samurai (‘Son Samuray’ filminden)
Atatürk’ün yolu; bu yoldaki, kavranan, özgürlük kavramı, özgürlük yolunda kavranan bir “yol” ve bu, özgürlük yolu’ndaki kavranan bir başka yol’dan ulaşılan bir sonucun aslında baştaki özgürlüğün kendisi oluşu üzerinde başlamak istiyorum yazıma:
Atatürk’ün yolu, düzendir, dirliktir, sağlık ve esenlik, dürüstlük yolu’dur, sevgi ve hoşgörüdür, kana kana aşktır, barıştır, hem de aynı zamanda başına buyruk-özgür’dür. Şahlanan bir at kadar özgür ve ulu’dur! ! Daha şu an sayamadığım şeyler için kuruma bakılmasın ama listenin de, hayat varoldukça, sonu olmayacak gibi.. Asıl anlatmak istediğim, bu yolun zaten bize verildiği. Elimizde varolan değerlerimizi korumak istiyor muyuz, istemiyor muyuz. Bunu derken, her şeye rağmen, tek bir Türk yurttaşına dahi güvensizliğimiz gibi şeyler anlaşılmasın ama son zamanlarda bazı gariplikler oluyor, herkesin malumu. Lafıma devam edersem, eğer korumak istediğimize karar vermişsek; artık neler yapacağımıza ve çevremizde neler olup bittiğine dikkat etmek vakti de gelmiş demektir. Bunun için saniye kaybetmemek gerekli aslında.
Evet, neler yapacağımıza yön vermek istiyorsak, özgür olmayı seçmişiz demektir. Özgürlük, sadedir, asıldır, duru temiz ve dürüsttür. Özgürlüğe giden yol girift, karmaşıktır, zordur; ma özgürlük hiç de sisler altında bir şey değildir. O halde bu yol ile özgürlük ayrı ayrı şeylerdir. Ama Atatürk’ün yolu ise, kanımca, bu başta karar verdiğimiz fikrimizin tam ileriye dönük hali veya geleceğimizin tam da o andaki halidir ki aslında bu ikisi aynı şey sanırım. Yani asla tam bir son olmayan evren sonsuzluğunu düşünürsek; istikbalin gökler olması durumunda, yukarıda uçaklar uçması ile uçakların göğe uçmaya havalanması arasında pek bir fark yok. İkisi de olanca umut verici. Peki umut nedir? Dediklerimizi gerçekleştirmek mi yoksa hep.. bir “arada” kjalmak mı? işte demin uçakların havalanışlarında aynı gibi gözüken –ki aklıma nerden geldiyse- o iki durum “umut” kavramında biraz farklılaşıyor gibi. Şöyle ki, rüyayı gerçekleştirirsen mutlu olursun. Yoksa umut daha da azalır.
Amerika ne yapmak istiyor? Muavenet ve Eşref Bitlis olayıyla bize ne mesaj verilmek istendi. Irak’taki çuval olayının bununla alakası ne kadar da yakın gözüküyor. Aselsan’da son zamanlarda patlak veren üç kişinin intihar olayını bir şekilde duymuş olabilirsiniz. Benim pek bilgim olmamakla birlikte, bazı şeyler duydum. Bu kişiler Amerikalıların kaç seneler boyu çabalayarak geliştidiği bir mikrosistem gibi bir şeyin 6 ay gibi kısa bir sürede açığını kapayacak bir başka sistem geliştirmişler, bizim Türk mühendisler: Amerikalıların geliştirdiği sistem ise şuymuş: Bir Yunan, İngiliz ya da Amerikan uçağı var diyelim havada ve bizim Türk pilotla karşılaştı; ee bir savaş çıksa ne olacak, tabi o Amerikalıların sistemi olsa bizim Türk jet onları dost olarak algılıyor ve tabi vurulmak için canlı hedef. Ama bizimkiler bunu çökerten sistemi bulmuşlar. Ve intiharlar ondan sonra gelmiş. Eğer bu denilenler gerçekse –ki bu konuyu önce bir arkadaştan duymuştum, ardından da bu gece rastladığım açtığım Mesaj Tv’deki Erol Mütercimler’i dinlemeye başladıktan sonra anladım– demek bu olanlar intihardan öte bir şey. Başka anlamlar aramalıyız. Eğer bizi parçalamaya niyetlenenler ciddiyse, birbirimize sarılmalıyız hepten. Bir söz var, Carl Sagan’ın romanından uyarlanan, aynı adlı “Contact” filminden aynen alıyorum: 'Boşluğu katlanılabilir kılan tek şey,birbirinize yaslanmanızdır.'
Contact (Mesaj)
Çiftçimize, tarımımıza, ormanlarımıza sahip çıkalım. Bu çok önemli bir konu. Bu yolla anlamsızca-avareleştirilen, kanunsuzluğa itilmek istenen halk yanlış yollara düşüyor sonra bir haber duyuyoruz ki, bir çete kurulmuş ve o çete eczanelerden ilaçlar çalarak kanserli bebek ilaçlarını yeniden satabiliyormuş ya da kendi ürettiği hatalı bozuk malları satabiliyormuş. Aman aldığınız ilaca dikkat edin. Hükumette gerçek bir başbakan yokluğu var. Bir haber daha duydum bugün. Biri bir kadını fuhuşta çalıştırmış zorla ki bu kadının elinde bebeği varmış o bebeği sütten kesmek için adamlar annenin göğsüne sabun sürmüşler falan. Bunlara insan denmez! Bu tip insanlar için bir urgan bir darağacı şart bence. İbret olsun herkes seyretsin amaçlı değil, düzen ancak ekstrem koşullarda böyle sağlanıyor yazıktır ki. Sonuç olarak, toplumun yozlaşmaması için herkesin üzerine düşen görevler var.
Kapütilasyonlar, Emperyalizm, bu çeşit davalara Batı’nın ihtiyacı var. Sevr, hortlatılmak isteniyor. Lozan’ı sindiremediler. Texas’ta ana can damar bir petrol olgusunun olması durumu değiştirmez. Bizde yer altı zenginlikleri çok mu değil mi. Borumuz var, her çeşit zenginliğimiz var. Doğa açısından da… Petrol konusunda kısırız bir tek biraz. Coğrafi olarak Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu ve vs. kavşakta, en güçlü ülke konumundayız. Çok dirayetli ve akıl fikir sahibi ve tarihsel istihbarat ve tecrübe teşkilatlı, arkaplanlı bir ordumuz var. Ordumuzun, kendi içimize sıkışık kalmamamız için ise kapısı, Kıbrıs bir bakıma. Bu yüzden, Kıbrıs’ı gözden çıkartmak isteyenler varsa, bu kişileri derhal işlerinden alınması gerekir ve bir yöne doğru ihraç edilmeli bu kişiler aksi takdirde bu millet davasına sahip çıkacaktır, bu bilinmeli. Gitsinler nerde yaşarlarsa yaşasınlar ama Türkiye’de değil!
Ordumuz da yıpratılmak isteniyor, dıştan ve içten. En önemli bir konu bence bu.
Denktaş’tan sonra gelen yönetimi de şiddetlice kınamak istiyorum: Olan biten her şeyden haberimiz var. Batılıların bizim üzerimizde uyguladığı hafıza yıkama ve psikolojik savaş olaylarını’nı Kıbrıs yönetimi de kendi eğitim sisteminde çocuklarına uygulamaya başlamış. Nice geçirilen mücadeleler artık okutulmuyormuş Kuzey Kıbrıs’ta. Bunu Talat’a sormak isterim ama tabi cevap verecek durumdaysa ki Amerikan politik dümenine bir kişi girmişse, doğru yola geleceğini pek sanmam iş bu raddedeyse artık. İnsanlar paraya pula kendilerini satmamalıdır. Kutsal olan değerler her şeyden önce gelir! ! Amerika bir insanının burnunun kanamasına çıngar çıkaradursun; İngiliz kraliçesi oturan yurttaşlarına bile evlerini şu kadar bu kadar yıla diye, kirayla veredursun –ki hoş, İngiliz vatandaşları da bi acayip ya, gene nasılsa o kraliçeyi alkışlar durur şaşkınlar- biz,ee napıyoruz? Yoksa bizim hükümet,topraklarımızı Ofer mi Oyer mi Ojer mi adı her neyse, onlara mı pazarlıyor? Neler oluyor oralarda, ne dolaplar var vaat edilenlerin ardında? ? Gizli kapaklı konuşmaları oldum olası sevmem, yürüyüş yollarında Putin’le arkadaşlık kime göre bir iş acaba? Bu çeşit istihbarat-menşeili-sırıtır konuşmalar bende rahatsızlık uyandırıyor. Bir kaşıntı. Biz enayi değiliz, bunun bilinmesi lazım. Sonunda yine bir raddeye gelirse, şimdiden kendimize şu soruyu sormamızın vaktidir diye bağlıyorum -daha şimdiden bile: Gerekirse yeniden savaşmaya hazır mıyız
Jules Verne’nin vasiyetine –Uzay yarışı baz alındığında, Rusya’ya karşı gelişen bir misilleme gibi başladıysa da; sonucu itibarıyla- hipokrat yeminini bozmamış bir uygar dünya:
Başarısızlık bir seçenek değildir.
Apollo 13
Kayıt Tarihi : 13.3.2007 02:06:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Akın Akça](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/03/13/bir-deneme-aklima-gelenler5.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!