Bir çöl yangını indi kalbimin ortasına ruhumun sılasına. Sürgünden yurduna dönmesi için kurban gerekliydi. Gözlerime yasak koydum, senin için yaş akmasın diye. Geceleyin arz, gündüzleri de sema tanıklık etti bu yakarışa. Yüzüne bakmadan, sırrı kaybolmuş aynalarda siluetine konuştum. Sessizliği dinledim tüm duygularımın yalnızlığında…
Önce sözcüklerimi verimdim sana, sonra rüyalarımı. Benim sözcüklerimle konuşmaya, benim rüyalarımı görmeye başladın sonra kalbimi verdim, benim kalbimle sevmeye başladın. Kendine ait hiçbir şeyin yoktu. Sevmek için başkasının sözcüklerine, yaşamak için başkasının kalbine muhtaçtın. Benim sözcüklerimle konuştun, benim kalbimle sevdin…
İçimde yanan ateş, gök kubbede yankılanarak dökülürken kalbim ne çok acı çekiyordu. Kanatlarımı boşluğa her açışımda muhabbet ehlinin kalbine düştü yolum. Bu kalpte doğarken ben gözlerinin aydınlığında şelale gibi döküldüm. Bir yanım gökyüzünde sevdan ile dolanırken diğer yarım yerin altında azap çekiyordu…
Zaman öyle değişti ki ben sarı güller mevsiminde takılı kaldım. Kalbe dolan ilhamın aydınlığı ile leblerimden döküldü duygularım, bir neyin namelerinde havaya karıştı. Sesten açılmış kandiller halinde sözcüklere dökülürken kâğıdın üzerine, kalem kan kırmızı, sayfa yeşil ile sarı arasında değişiyordu.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.