İşte böyle yol yokuşa vurunca
Kalakalırsın benim gibi gecenin içinde bir başına,
Çöktükçe çöker üstüne yalnızlık.
İçindeki boşluk büyüyüp
kocaman bir uçurum olur.
Bir de bakarsın ki kendi içindeki
O sonsuzluk gibi koca boşluğa düşmüşsün
Çırpındıkça çırpınırsın
Çırpındıkça da batar gövden karanlığa
Gözlerinde umutsuzluk demlenir.
Kollarında tükenmişlik boy verir
Sonra bir çıkmazın içinde
Bir kara kışı yaşar ellerin
Ve parmakların buz keser.
Titrek parmakların yabancılaşır o zaman kaleme
Üşür ellerin ve kalemin.
Üşüyen ellerinle
Hiç ismini bilmediğin mutluluklar çizersin
beyaz sayfanın kararmış yüzüne.
Hiç gelmeyeceğini bildiğin yarınlara
Sayfalar dolusu isimsiz bir mektup yazarsın
Üzerine pul dahi yapıştırmaya yetmeyecek gücünle
adressiz bir bilinmezliğe postalarsın ümitlerini.
Bitmez ama!
Ayakların da hiç hesapsız terkeder seni
O zaman bedenin sarsıla sarsıla yığılıp kalır
soğuk zeminin çıplak tenine.
Dayanacak ,yaslanacak bir omuz ararsın yorgun gözlerle.
Ararsın,ararsın ama nafile
Ya bulamazsın ya da buldukların da
karanlıktan ve yokluktan yana olup
Elvedasız bırakır seni ortada.
:
Ağlamayı hatırlarsın bir vakit
İstersin ki gözlerinden yeni bir şafağa
gözyaşlarınla kıvrımsız bir yol çizesin,
Çizip de umutlarını bu yolda yüzdüresin.
İstersin ki geçmişin ağır yükünü,
boşluğa bıraktığın en güzel günlerin vebalini
bu masum suda boğasın.
Boğup da yarınlara bir bebeğin masumiyeti ve tertemizliği ile başlayasın.
Ama gözlerin de ihanet bilemiştir sana...
Set çekip tüm sularına
Çoktan kapıları kilitlemiştir sana.
Ağlamayı dahi beceremezsin
:
Düşündükçe çırpınır,
çırpındıkça daha çok derinleşir karanlığın,
daha çok siyahlaşır yalnızlığın.
İçinde yeni bir güne çıkmanın özlemi yeşerir
Bir havale gibi yayılır bu özlem bütün bedenine.
O an geceyi bıçak ağzı gibi ortadan bölüp
güneşin kızıl yüzüne gözlerini,ellerini,yüzünü değdirmek istersin
Öpmek istersin koyu kızıl güneşi sabahın en erken vaktinde
Fakat her çizdiğin güneş simsiyah olup
İçine doldurur her vakitten,her sokaktan karanlığı
Ve seni daha çok yaklaştırır uçuruma
:
Tanıdık bir sese,
Bilindik bir yüze
Sıcacık bir tebessüme yol edersin fikrini ve kalbini.
Zamanla ve kendinle bir kavgaya tutuşursun.
"Sımsıcak bir merhaba"yı soluk soluğa beklersin.
Oysa ki hep gelen yalnızlığın kendisi
ve kendi boğuculuğu olur.
:
Sonrasında yüreğin sıkışır kendi taş kanatlı kapılarının arasına,
Aldığın her nefes mengene olup sıkar soluk borunu.
Boğazın düğümlenir
Yüreğin atmaz olur
İçinde tuhaf duygular volta atar
Her şeyin kör düğüm olur.
Tükenmiş bedenin artık zamanın sarkacında
sallanıp durur
Son bir yorgunluk,
çaresizliğin son dalgası da gelip konunca üzerine
Orta yerde iki büklüm oluverirsin.
İşte o anda;
İflasa bayrak açmış ruhunun
koşar adımlarını duyarsın her yerinde.
Ruhun da demir eriyiği gibi
soğuk bir kalıpta katılığa dönüşünce
Vazgeçmişlikler,sağırlıklar, pişmanlıklar
Yalanlar,körlükler
ve soluk bir ömrün her saniyesi
Birer perde olup yansır gözlerinde,
Devriye gezer beyninin her köşesinde.
Bakarsın ki birkaç saniye içerisinde
milyonlarca yıl uzaklaşmışsın kendinden.
Mecburen seslenirsin ölüme:
" Gel artık hazırım sana" diye.
Çevirip yüzünü ölümün buz gibi soğuk yüzüne
Yaşama buruk ve keskin acılı bir elveda
dokumak istersin artık.
Ölüp de ölmek ve kurtulmak istersin
bu çıkmazın ölüm gibi çıkmazlığından.
Dedim ya!
Ölüm dahi anlamaz halinden
Boş gözlerle ve suskun sözlerle
seni süzer,bir daha süzer...
Okşayıp yüzünü
Seni o çaresiz durumuna tekrardan teslim edip
sessiz bir çığlıkla çeker gider.
Artık anlarsın ki;
Boşa geçmiş,boşa yaşanmıştır senin yaşamışlığın...
Kayıt Tarihi : 7.9.2022 20:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!