Bir Çanakkale Seyahatnamesi

Gülsüm Gezici
60

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Bir Çanakkale Seyahatnamesi

Çanakkale’nin Ecabat İlçesi ile başladı bu kısa ama kutlu yolculuğum… İçimde bir garip hüzün, burası sevgililerin diyarı.. Arıyor gözlerim onları. Onlar ki Çanakkale’nin ab-ı hayat sunan toprağında saklı. Çanakkale bir kutlu şehir… Etekleri Asya ve Avrupa’ya savrulmuş.65 kmlik boyuyla adeta bir selviyi andıran, çıkan orman yangınlarına inat hala yeşil gözlü kalan ve ötesine birleşiyor Ege ile Marmara iki sevgili heyecanıyla dalgalanan… Yukarıdan bakınca daha bir coşkun akıyor suları Marmara’nın, Çanakkale mi susamış; yoksa bağrındaki atalarım mı? Bu şehirde cesaret kaplıyor içini insanın. Bu topraklar benim demek geliyor içimden, bu topraklar atalarımın! Kilit Bahir köyüne doğru yol alıyoruz. Burası boğazın en dar yeri. İstanbul’u Ceneviz ve Venediklilerden korumak için iç içe girmiş iki kale dikilmiş. Sevgiyi, gücü temsil eden ve hatta kalbi andıran bir çift kale. Her adımda başka bir dünya. Evet binlerce dünya tek bir şehirde. Ötesinde Kaşıkçı Dede’nin kabri çıkıyor karşımıza Ne mübarek bir zatmış Kaşıkçı Dede. Bir testi suyla sulamış bütün alayı, menkıbelerde adı geçermiş bir de. Ölmemiş o, bakmayın yeşillerle bezeli kabrine.

Dar sokaklardan geçiyoruz… Solumuzda bir kale daha, iç içe 7 katlı bir abide adeta. Dışındaki avlu yonca yaprağı şeklinde. O kadar muazzam ki duvarları merdiven işlevinde. Biraz ileride Namazgah Tabyası… Buralar Mehmet’lerimizin mekanıymış bir zamanlar ve bir de kır atların.. Yerin içinde bir dünya gibi Namazgah… Bir ölmek için çıkılabilir yukarıya… Seyit Onbaşı’nın anıtına doğru ilerliyoruz. Garip bir havası var buranın. Adeta büyülüyor sehhar bakışlarıyla insanı. Belki de ilk gelişim sebebiyle olmalı… İçimden yazmak geliyor her şeyi. Her köşede bilinçli bilinçsiz insan kalabalığını. Maviyi, yeşili, kahverengiyi tüm renkleriyle Çanakkale’yi. Seyit Onbaşı’nın anıtının üst tarafında Mecidiye Tabyası var. Şimdi savaş meydanına gitme vaktidir. Kuin Elizabet Gemi’si bir yara alıyor. Bizden bir ses yükseliyor “Tekbiiiiirr! ! ! ! ! ” O öfkeyle Mecidiye Tabyası’na ateş yağdırıyor kafir! Yerle bir dağ taş. Canlı cansız! Cephe damsız… Yıkıntının altında yıkılmamış bir yürekle bir baş: Seyit Onbaşı! Başında Ali asker kurtarıcı. Bakıyor, çaresizlik sarmalamış tabyayı. Barınamaz çaresizlik tekbirle bir! Haydi Seyit çek besmeleyi ve cihada gir. Bir hamleyle kalkıyor, top ateşleyecek; topu kaldıramıyor ateşleyici. Bir tekbir daha çekiyor imanla yürekten. Ali Asker’e dayan diyor sırtlayayım topu. Zahirde artık iman ve Seyit Onbaşı’nın sırtında 275 kilogram. İlk atışta denk düşmüyor top.Haydi bir daha sırtlan Seyit Onbaşı. İçinci atışta vuruyor gemisini kafirin. Sendeleyen gemi mayınlara çarpıyor ve gömülüyor durgun sularına denizimin… Bir ödül vermek gerek diyorlar sana Seyit; iste altın, para, pul, mal, rütbe… İstemem diyor, vatanım kurtulsun, kafir kovulsun yeter! Sonunda razı ediyorlar bir ödül almaya. Peki diyor bir somun ekmekle aç kalıyordum, iki somun ekmek verseniz yeter. Veriyorlar… Herkes tek somunu bitirmiş ona bakıyor. O ise somununu parça parça edip can dostlarına sunuyor. Ve dir daha iki somun ekmek almıyor! Seyit Onbaşı’yı dua ve onurla anıp ilerliyoruz.

Bir yokuş çıkıyoruz etraf yemyeşil.. Burası insanın aklına en güzel anılarını getirecek cennet misali bir şehir.. Çanakkale… İlk bakışmamız bu ilk yürek atışmalarımız seninle. O elif gibi dosdoğru, bense binlerce genç gibi kamburlu. Yine de kan çekiyor.. Öyle ya ayaklarım atalarımın kanıyla beslenen bir toprağa basıyor! İleride bir ağaç topluluğu çarpıyor gözüme. Dua eden bir eli andırıyor uzaktan. Nasıl muazzam bir şehir ki, her kareye bir mana yüklemek istiyor insan.. Anlatacak çok şey var. Her köşe başında bir jandarma. Onları görünce aklıma takılan bir soru var: Koruyuculuğunu yaptıkları yiğitler kadar, sorsam kararlı ve imanlı mıdırlar? Ötede bir şehitlik ve önünde birkaç jandarma. Hastaneymiş burası bir zamanlar… Mal, can, namus, vatan kayarken ellerinden göğsünü siper etmiş Türk askeri. Böylece şehitlik haline gelmiş Çanakkale’min hastaneleri..

Birinin adı Mehmet, Kınalı Mehmet; Namıdeğer İsmail. Bir diğeri Ali, kursağında kalmış Zeynep’inin hayali! Bir öteki Osman, bu anasından ilk ayrılığı daha yirmisine basmadan… Onlar tarih yazdılar, kendi yazgılarının mezarına! Ve bizler bu anlamlı cümle içindeki belirtisiz nesneler gibi okuyoruz mezar taşlarını, anıyoruz o anılası adlarını….

İçinde abidenin de bulunduğu başka bir şehit anıtı mezarlığına doğru ilerliyoruz. En tepe biraz soğuk. Çıktıkça üzerimize geçirecek bir şeyler arıyoruz. Kimin aklına geliyor, tek parça o da paramparça bir elbiseyle tam bu noktada nabzını tuttu dünyanın atalarımız!

Ne açlık ne ayaz ne de kopan azaları durduramadı o mücella yürekleri! Sadece Türkler mi suladı kanıyla bu vatanı, nasıl unuturuz Hintli Müslümanları?

Onlar ki bu topraklarda can verdiler. Sırf toprak can bulsun, toprağa basan bu ayaklar abdest suları kokan bir milletin olsun diye… Bir söz duyuyorum: “Şehidim emanetin, şerefimdir! ” Sorsan belki geçen cumadan kalma abdestle! Nasıl bir hıyanet ki bu içimiz acımaz, günahından pişman bir günahkar kadar bile asil olamaz! Ve aynı söz bir taşa yazılmış, ötesi şehitlik… Adı Mehmet olan toprağa sarılmış binlerce yürek; Mehmet İstanbul, Mehmet Ankara, Mehmet Sakarya…. Memleketimin tüm Mehmetleri toplanmış adeta…

Denize sıfır bir yerde anıt ve telefonumdaki adres: Abide! Bir abide yapılmış ki; aleme ibret olsun diye. Dalgalanan bayrak gibi hürüz bilinsin! Tarihe yazılan bu kutlu zafer, abideyle dirilsin diye!

Haydi cenk meydanına. Binlerce mermi havada. Her merminin hedefi bir canda! Kiminin yüreğinde, kiminin kolunda, kiminin ayağında.. Hal bu ki birbirleriyle çarpışmış mermiler.. Ve aynı hedefe 160 milyon mermi atılırsa, yalnızca biri çarpışabilirmiş olasılıkta. Diyorum ki bir cehennem hayal edin 3 dakika sonra öleceksiniz haydi cepheye! Kaç yürekli çıkar bacısının namusunu kurtaracak kaç yürekli?

Testere dişli süngüler kullanılması yasakken savaşta İngilizler tonla taşımışlar cephelerine ve hedefleri dedelerimizin bilekleri.. Kaç kişi bağışlayabilir bu cinayeti, kaç kişi?

Takılsa ayağıma bit taş yüreğim burkulur! Bilirim kanıyla canıyla bu topraklarda atalarım yoğrulur! Her taşa bir baş sürülmüş bu şehre ayak basmak öyle kolay değildir biline!

Bir gazi düşünün sırtında bir askerin, kolu yok, bacağı yok, bir yürek atışı var! O da dünyayı yıkar! Mübalağasız bir anlatışla diyorum bunları. Çanakkale bu Türk’ün mührü Osmanlı’nın yadigarı! Allahu Ekber sedaları geliyor yerden ve gökten. Burası ölülerin değil, sonsuz hayat sürenlerin vatanı! Diyebilsek bizler de onlar gibi yürekten ve yaralı Allahu Ekber! Dökülür önümüzden bir ab-ı hayat pınarı…

Cephede 3 defa komutanına yalvaran bir gazi düşünün. Edincikli Mehmet yara almış kolundan. Diyor komutanım kesin şu kolumu, sallanınca savaşamıyorum. Üçüncü yalvarışında kesiyor komutan kolu. Edincikli Mehmet’in gözlerinde kanatlanacağının umudu… Şehidim, askerim, Mehmet’im sen bakiyetle müjdelendin, ölmedin!

Çanakkale… O eşsiz bir cümle; bense belirtisiz bir nesneyim içinde. Sarığını giymiş yeşil yeşil bakıyor, içine girip de akmayan binlerce gözle.. Bir ab-ı hayat o. Ona kurban olan ebedi can buluyor. Edincikli Mehmet gibi kanatlanıyor.

Gidin bakın şehitliklere ne yazıyor:
“ Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır! ”

Gülsüm Gezici
Kayıt Tarihi : 28.7.2015 13:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Gülsüm Gezici